Tünel Bölüm 56
Ufaklık mı?
Ufaklık mı!
Yanından sanki dünyayı ters yüz etmemişçesine geçip içeri giden adamın ardından bakakaldı Mira. Dünya ise kendi ekseninde dönmeye çoktan başlamıştı.
Berna sıcak bir hoş geldin diyerek karşıladı Emre’yi, Ece utanıp babasına saklanarak… Aslan tokalaşır gibi elini uzattı, dibine kadar yaklaşıp kulağına eğildi.
“Ne dedin lan yine kıza?”
Emre gülümsedi. “Hoş buldum Aslan.”
Kapıyı kapatıp içeri dönen kızın rengi artık soluk ve tek bakmadığı kişi Emre idi.
“Kahve yapayım ben.” Koşarak mutfağa kaçtı.
Yirmi iki yaşındaydı o! Yirmi iki! Tezgâha yaslanıp derin derin soluklar aldı.
Tamam, Emre’nin ona bir duygu beslemesini beklemiyordu. Ama hiç olmazsa artık ufaklık olmadığını görmesini bekliyordu.
Dört sene önce o kelimeyi severdi. Emre ona böyle seslendiğinde, altında yatan anlamların hepsini bilmişti.
‘Seni seviyorum. Benim için özelsin.’
‘Seni bir insan olarak seviyorum. Âşık olduğum kişi Berna.’
‘Benim için cinselliği paylaşmak, aşkı paylaşmak kadar önemli değil.’
‘Sana bir kadın olarak bakmıyorum.’
‘Seni kollar korurum, ama tünelde yaşadıklarımız bir daha asla yaşanmayacak.’
‘Aramızdaki yaş farkı çok fazla.’
Bunların hepsini kabul etmişti Mira. Emre için özel olmak kendisine yetmişti.
Diğer mesajların hepsinin bugün de geçerliliğini koruyor olması canını acıtmazdı. Sadece, içten içe onun, kendisinin büyüdüğünü görmesini beklemişti. Aralarındaki engellerden hiç olmazsa bir tanesinin ortadan kalkmasını istemişti.
Dört sene içinde dizginlediğini sandığı aşkın aslında gizli gizli, ilerleyen zamana umut bağladığını fark etmesi için o tek kelime yetmişti. Ama değişen bir şey yoktu. Mira Emre için her zaman ufaklık olarak kalacaktı. Ve bu, çok ağırına gitmişti.
Elinde tepsiyle salona döndü. Sohbet ilerlemişti. Ece babasının kucağında olmaktan mutluydu, Berna kocasıyla aynı odada olmaktan… Aslan suskundu. Emre ise kendisine bakıyordu.
O bakmadı. Artık Emre’ye hiç bakmayacaktı.
“Ne kadar buradasın Emre?”
Aslan panter olmuştu, haberi yoktu.
“Bir zamanı yok. Belki dönmem.”
Mira dikkatini elindeki bardaktan ayırmadı, Aslan ise Emre’den. Ne demekti yani dönmem? Bu kızı yine ateşlere mi atacaktı Emre Bey! Cihangir’e haksızlık ettiğini geçirdi içinden.
Alper Aslan’ın gerginliğini anlayıp ortamı sakinleştirmek istedi.
“Lukas ne zaman gelir?”
“Haftaya. CaravE ile hızlı gelmez.”
Mira merak etse de sormadı. Aslan anlamadan odadakilere baktı. “Lukas da kim?”
“Emre’nin ortağı. Son tasarımları olan karavanı İstanbul’a getiriyor.”
Alper’in sakin ses tonu, konuşmaları bir sohbet havasına dönüştürmeyi başarmıştı sonunda.
“Ha iyi, ortağın nerede kalacak?” Sen nerede kalacaksın diyememişti Aslan. Ev Mira’nın üzerine de olsa, onundu.
“Yakınlarda bir pansiyon olacaktı, ikimiz de orada kalırız.”
Alper ve Berna gizli bir bakışı paylaşırken, Aslan rahatlamıştı. Belki de adamın hakkını yemişti. Belki hazır gelmişken Mira’dan boşanıp hayatlarından tamamen çıkacaktı. İyi de olurdu. Mira da artık kendi hayatını kurardı.
Ortamın havasını değiştirmek için bir şeyler yapması gerektiğini düşünen Berna, “Biz gitmeden yemek yiyelim hep birlikte. Yakınlarda bir yer olsun, Ece’nin de yiyebileceği bir şeyleri olsun. Ne dersiniz?”
O andan sonra bir hareketlilik başladı. Ece için köfte ve makarna seçeneği olan en yakın restoranda fikir birliğine varıldı. Bavullar organize edildi, taksi durağından araba ayarlandı, bavullar yüklendi. Kendilerini kaçta, nereden alacağı tembihlendi ve ateş hattından çıkıp tarafsız bir bölgeye kapak atıldı.
Restoranda Aslan biraz daha sakinleşmişti. Mira sessizdi. Emre kendisine soru sorduğunda cevaplıyor, sonra yemeği ile ilgileniyordu. Sonlara doğru ayıp ettiğini düşünerek kendisi de ona birkaç soru sordu. Almanya nasıl bir yerdi? İşleri nasıldı? Lukas nasıl biriydi…
Sevgilisi var mıydı? Olsa kendisine böyle bakar mıydı? Hem ufaklığa neden bu şekilde bakıyordu? Bakmasındı. Mira dengesini bir türlü bulamıyordu. Ellerini nereye koyacağını bilemiyordu. Emre gülümsüyordu. O gülümseyince bakışlarını ondan alamıyordu.
“Hazır gelmişken, şu boşanma işini de halledersiniz artık.”
Binaya bomba düşse, bundan daha büyük bir etki yaratamazdı herhalde. Sadece Berna ve Alper değil, Ece bile susmuştu. Mira kıpkırmızı olurken Emre buz gibi bakışlarını Aslan’a çevirdi.
“Bu konu Mira ile benim aramda Aslan. Bunun dışında kalırsan sevinirim.”
Dayı Bey susmazdı aslında. Hemen bir pislik yapardı. Emre’nin gözlerini görmemiş olsaydı, büyük ihtimalle yapacaktı da…
Ama adamın yüzündeki değişiklik onu şaşkına uğrattı. O Emre’nin her türlü yüzünü görmüştü. Hastanede, evde, karısının yanında, restoranda, okul bahçesinde… Hepsinde Emre sakin ve medeniydi. Uyumluydu. Uzlaşmacıydı. Saygılıydı.
Şu an karşısında kendisine bakan adam ise tehlikeliydi. Soğuk. Uzak. Acımasız.
Aslan, Emre’nin sınırı geçmesine asla izin vermeyeceğini anladığı an sustu. Berna’nın ağzı şaşkınlıkla açılmış, hiç tanımadığı bir Emre ile karşılaşmış olmanın şokunu atlatmaya uğraşıyordu.
Ve Alper… Gülümsüyordu. Emre’nin yumuşak yüzüne alışan Aslan’ı bundan sonra çok şaşırtıcı günlerin beklediğini biliyordu.
Mira? O ne düşüneceğini artık hiç bilmiyordu.
Dayısının sorusuyla kalbine bir bıçak girmişti. Emre ile boşanmak… Bunun bir gün gerçekleşeceğini elbette biliyordu. Sadece düşünmeyi reddediyordu. Sanki sonsuza dek Emre’nin kâğıt üzerindeki karısı olmak için var olmuştu ve Mira varoluş nedenini seviyordu.
Sonra Emre’nin Aslan’a bakışını görmüştü. Söylediği sözler herhangi bir anlam ifade etmese de, nedense Mira kendisini yeniden güvende hissetmişti. Yalnız değilmiş gibi. Sahiplenilmiş gibi. Hayatın kendisi bir tünelmiş de Emre yine yanındaymış gibi. Onu asla tek başına bırakmayacak, ölüme terk etmeyecekmiş gibi…
Dayısına dönmüştü sonra. Aslan, Mira’nın çoktan büyüyüp evden gittiğini de işte o an anladı. O sandalyede bir kadın oturuyor ve kendisine bir yabancı gibi bakıyordu. Kocası ile arasına girmeye çalışan bir yabancı gibi…
Bütün taşlar o anda yerine oturdu Aslan’ın zihninde. Emre Mira’nın gitmesine izin vermeyi hiç düşünmemişti. Sadece büyümesini beklemiş, şimdi onu kazanmak için geri gelmişti.
“Pekâlâ, Emre,” dedikten sonra elinin işaret ve orta parmağıyla kendi gözlerini gösterdi, ardından işaret parmağını Emre’ye yöneltti. ‘Gözüm üzerinde…’ Eh, nihayetinde kuyruğu bir şekilde dik tutmak lazımdı değil mi?
***
Cihangir’e bilenip kuyruğu dik tutmaya karar veren bir başka kişi de o sırada bir barda sapsarı dişleri ve pis sakalıyla kendisine sırıtmakta olan diğer adamın elindeki dosyaya bakıyordu.
“Bu sana biraz pahalıya patlayacak dostum. Adamın şeceresini bulmak kolaydı da kızınki biraz çetrefilli çıktı.”
“Bacak kadar kızın ne çetrefili olacak geri zekâlı! Beni mi yiyorsun iki satırda?”
Dosyayı geriye çekip sırıtan adam, karşısındaki piçi bir süre tarttı. Israr etse herif gider miydi? Yoksa her şeye rağmen bu bilgileri ister miydi? İçindekiler ahım şahım bilgiler değildi. İsteyen herkes bir haftada ulaşabilirdi. Bunun için iki katı para istemek…
Burada anahtar kelime bir haftaydı. Dosyayı adamın yakışıklı yüzüne salladı.
“Bacaktan bacağa fark var hemşerim. Bu kızın güzel bacakları fazla uzunmuş. Eğer içinde yazanları hemen okumak istiyorsan, anlaştığımızın iki katı… Yok, beklerim başkası o fiyata araştırsın diyorsan… Sen bilirsin.”
Sinirden kaşı gözü oynayan adamın yakışıklı olduğunu iddia etmek artık mümkün değildi. İçindeki tüm çirkinlik yüzüne yansımıştı. Sakallı adam bir an huzursuz olup dosyayı işi uzatmadan vermeyi düşündü. Sonuçta o kadarı da iyi paraydı.
Müşterisinin elini cüzdanına attığını gördüğü an, içinden bir zafer çığlığı attı. Para önüne fırlatıldığında alıp bir de kendi saydı. Yavaş yavaş. Tadını çıkara çıkara. Karşısındakini inlete inlete. Tamam olduğuna karar verip iç cebine yerleştirdi. Gözleri üzerine kilitlenmiş adamın önüne dosyayı bırakıp ayağa kalktı. Ondan bir an önce uzaklaşmak istiyordu.
“Al bakalım Tuna Alsan. Hayrını gör.”
Tuna adamı daha dosyayı eline aldığı an unutmuştu. Kapağı açtı, içindeki iki dosyadan ilkini eline aldı. Cihangir Avcı.
Hızlı hızlı dosyada yazan bütün bilgileri okudu. Adamın bir açığı yoktu. Hatta biraz belaydı. Kısa boyuna bakmadan bir sürü sporda dereceleri vardı.
Sonra diğerini eline aldı. Mira Kıraç.
Gözleri satırlar arasında ilerledikçe ağzı şaşkınlıkla açıldı. O ana kadar onun sinirli bir tip olduğunu düşünen barmen, sonrasında adamın çevresinden uzak durabilmek için barın arkasındaki kapıdan sıvışmayı bile düşündü. Tuna, elindeki dosyayı kapatıp içkisini bir yudumda kafasına dikti. O kaltağın kendisine yaptığı bütün afra tafrayı burnundan fitil fitil getirmezse, o da Tuna Alsan değildi!