Tünel Bölüm 51

Tünel Bölüm 51

Dört sene sonra…

Kişiliğimizin farklı uçlarını ortaya çıkaranın, yaptığımız seçimler olduğunun en çarpıcı örneği o an Mira’nın karşısındaydı. Yorgunluktan bitap düşüp koltukta uyuyakalan üç yaşındaki kızı Ece’nin üzerini örten Berna, bakışlarına hâkim olan o yumuşacık sevgiyle bambaşka bir kadına dönüşmüştü.

“İki ay daha koşabilirim peşinden,” diyordu Mira’ya gülümserken. “Altıncı aydan sonra tamamen Alper devralır bu havai fişeği.”

Berna önceden de güzeldi. Ama şimdi… çevresinden ayrılmak insanın içinden gelmiyordu. Hayatı güzelleştiriyordu. İçindeki mutluluğu yanındakilere bulaştırıyordu. Henüz dört aylık olan hamileliği dikkatli bakılmadıkça anlaşılmıyordu. Ama cildi pırıl pırıl, enerjisi yaşam vaadiyle doluydu. Başının tepesine öylesine toplayıverdiği saçları, birçok kadının kuaförden çıktığı halinden daha özenliydi.

“Bir senede nasıl büyümüş,” derken özlemle minik kızı seyrediyordu Mira. “Hele her iki dili karıştırarak konuşması efsane!”

Pes ederek kendini koltuğa bıraktı Berna. “Sen onu bana sor! Benim bilmediğim kelimeler söylediğinde bloke oluyorum!”

Biraz kilo almıştı. Alper’in bundan hiç şikâyetçi olmadığı da dikkatlerden kaçmıyordu. Sabah Aslan ile birlikte evden çıkıp üçünü yalnız bırakmadan önce, her nasılsa elleri bir şekilde kadının üzerinde olmuştu.

“Bu sene büronun kreşine gidecek, ondan sonra korkarım söylediklerinin hiçbirini anlayamayacağım.” Gözleri pırıl pırıl, dudakları her güzelliğe kıvrılmaya hazırdı. Kızının çıplak ayağına uzanıp topuğunu koklayarak öptü. “Bir gün kendimi tutamayıp ısıracağım bu ayağı!”

“Bu seferkinin erkek olmasına çok sevindim. Bir kız bir erkek harika olacak.”

Sesindeki buruk ton Berna’nın dikkatinden kaçmadı. Hemen konuyu çocuklardan uzaklaştırmayı seçti.

“Yağmurlukları bavulun en üstüne koydum. Ankara yağmurluymuş. Haziran ayında ne yağmuru bu, anlamadım ama… Babam hazırlıklı olun dedi.”

Mira görmemişti Berna’nın babasını ama Facebook’taki fotoğraflardan tüm aileye aşinaydı.

“Melike Teyze yine seni dubaya çevirir bu sene.”

Gözleri açıldı Berna’nın. “Ya geçen sene dört kilo aldım onun yüzünden. Alper’in dilinden tam bir ay kurtulamadım. Dobiş diye dolandı peşimde!”

Her sene yaz aylarında Türkiye’ye geliyorlardı. İlk sene İstanbul’a indiklerinde Mira’ya uğramışlardı. Ece üç aylıktı o zaman. Genç kız hayran bakışlarını bebeğin üzerinden çekememiş, Berna da onu fotoğraflardan izleyebilmesi için sosyal medyada arkadaş listesine almıştı.

Sonra bu bir alışkanlığa dönüşmüştü. Yazın Alper, Berna ile Ece’yi önce Mira’ya getiriyor, burada geçirdikleri birkaç günden sonra uçakla Ankara’ya, babasına yollayıp o da Fransa’ya geri dönüyordu. İki hafta sonra, tekrar almaya geliyordu. Mira, bu şekilde onlarla birkaç gün geçirme fırsatını yakalıyordu.

Yıllar önce Berna ile arkadaş olacaklarını söyleseler gülerdi. Şimdi ise kaçınılmaz geliyordu.

Konuşma konuları arasında Emre olmuyordu. Bu biraz da Mira yüzündendi. Berna onun için, Alper’le evli iken tanıyıp yakınlaştığı, bu haliyle sevdiği kadındı. Diğer Berna, onun için hala bir tabuydu.

“Ne yaptın ALES’i?”

“O tamam. Şimdi sırada formasyon var. Onu da bu yaz hızlı programla hallederim.”

Hayretle kıza baktı Berna. “Hepsini aynı anda nasıl kotardığını anlayamıyorum. Hem kendi derslerin, hem bu sınavlar, hem iş hayatı; utanmıyor, bir de gezmelere gidiyorsun.”

Sırıttı Mira. “Hepsini severek yapıyorum da ondan.”

Berna da sırıttı. “Benim de öyle patronum olsa, ben de severek yapardım.”

Kıpkırmızı kesilen kızı seyretmek harikaydı. Dört yıl onu bir çocuktan genç bir kadına çevirmişti. Kendine güveni ve zekâsı bütün hücrelerine damgasını vurmuş, yeşil gözlerine mezun olmanın getirdiği gurur yerleşmişti. Berna buna dünkü mezuniyet töreninde kendisi şahit olmuştu.

“Yok abla ya! Öyle bir şey değil. Çok harika birisi ama öyle bakmıyoruz biz birbirimize.”

“Tabi tabi…” Berna’nın otuz iki dişi de tek tek seçilebiliyordu. “Ah, bir yirmi santim daha uzun olsaymış, o adam o fizikle ilah olurmuş.”

“Bu haliyle de ilah. Ama ben ona karşı bir şey hissetmiyorum. Lütfen aklına böyle şeyler getirme.”

Biliyordu Berna. Mira’nın her zerresi hala Emre ile doluydu. Hakkında hiç konuşmasalar bile satır araları Berna’nın dikkatinden asla kaçmazdı.

Bildiği kadarıyla dört senedir hiç görüşmemişlerdi. Emre Türkiye’ye gelmemişti. Facebook’ta da Emre Alper ve Aslan ile arkadaştı. Ama içinde Mira’nın da olduğu her fotoğrafın altında Emre’nin beğenisi vardı.

Geçen yıllarda iki kez Fransa’ya gelmişti Emre. İlk karşılaşmaları biraz garip olmuştu. Bebeği gördüğünde yüzü donuklaşmış, Berna’nın aklı çıkmıştı. Ya Ece’nin kendi bebeği olması gerektiğini düşünüyorduysa?

Oysa genç adam “Mira’nın bunu nasıl atlattığını düşünemiyorum,” demişti. Yüzündeki keder, kendisinin de atlatamadığını gösteriyordu.

O ilk karşılaşmalarında, Alper’in gözleri Berna’nın üzerinden bir saniye olsun ayrılmamıştı. Bütün tepkileri mercek altındayken uzun bir süre rahat olamamıştı. Sonra Emre’nin Berna’ya herhangi bir arkadaşına olduğu gibi davranmasıyla ortalık sakinleşmiş, normalleşmişti. Yine de Alper’in kontrolü bir saniye olsun bırakmadığını bilmişti Berna. Ve bunu sevmişti.

Özellikle gecesini daha da sevmişti. Alper saatlerce süründürmüştü onu yatakta. Defalarca kendi adını söyletmiş, ona duyduğu ihtiyacı kelime kelime söküp almıştı Berna’nın dudaklarından. Sabaha karşı Berna’nın zaten ondan başka bir şey düşünecek hali kalmamıştı.

Sonraki gelişi ise yakın zamanlardaydı ve genç kızla görüştüklerini bildiği için, çaktırmadan sonu Mira’ya varacak sorular sormuştu ikisine. Ne kadar çakılmadıysa artık… Bal gibi meraktan ölüyordu ama doğrudan soramıyordu. Kocasıyla bakışıp sırıtmışlardı. Biraz süründürmüştü onu Alper, sonra seyahatlerini anlatırken Mira hakkında da bol bol bilgi vermişti.

“Sınıfındaki şeker şeye de mi hissetmiyorsun bir şey?”

Boş gözlerle baktı Mira. Sınıfındaki şeker şey? “Salih mi?”

“Bak şeker şeyin o olduğunu hemen bildin,” diye muzipçe takıldı kadın. “Her fotoğrafta sana baygın baygın bakıyor o çocuk.”

Yine kızardı Mira. “Benden hoşlandığını biliyorum. Ama ben onunla sadece arkadaşım Berna Abla.”

Berna, devirdiği gözleri eşliğinde “Onunla işçi işveren, bununla arkadaş, hayatın neden bu kadar sıkıcı kızım senin?” diye söylendi. “Gençsin, güzelsin, hiçbir sorumluluğun yok, neden bu günlerinin tadını çıkarmıyorsun?”

Ne diyecekti Mira? Hiçbiri Emre değil mi?

“Ruhuma tamamlanacak parçamı bekliyorum sanırım.”

‘O parçan Almanya’da pinekliyor bebeğim.’ diyemiyordu ki! Mira’nın Emre sınırını aşamıyordu.

“Pekâlâ, aşk hayatında bir numara yok senin. İşi anlat bari.”

Gözleri ışıl ışıl parlayan kız, bir anda son bir senede çalıştığı departmanları anlatmaya başladı. Başına gelebilecek en güzel şeydi o iş ilanına cevap vermek… Adak adasa, böyle bir şeyi dilemek aklına bile gelmezdi. Özel bir okulda, hademelikten başlayarak bütün birimleri öğrenmişti üç buçuk senede. Cihangir Bey, onu her alanda yetiştirmişti. Şimdiyse okul da bittiğine göre daha ileri gitme zamanıydı.

Çalan telefonu heyecanla cevapladı Berna. “İndin mi bir tanem?”

Bir insan aşkı telefonda bas bas bağırabilir miydi? Mira bunu seyrediyordu işte. Dünya ile bütün ilgisi kesilen kadın elindeki o küçücük cihazın içine kalbini koyup binlerce kilometre öteye gönderiyordu.

İçine çöreklenen kıskançlık duygusundan utandı Mira. Berna’yı Emre de böyle sevmişti işte. Yüreği bas bas bağırarak… Kendi kalbinin etrafında ise kesif bir sessizlik vardı.

“Emre’ye gitmiş. İyi oldu, Alper’in yalnız kalması içime sinmiyor hiç.”

Sessizlik. Çünkü o cümlede bu kızın sesini kesen o dört harf gizli.

“Arabayla üç buçuk saatlik yol. Vize falan da olmadığı için, Alper zırt pırt uğruyor Emre’ye.”

Sorar mıydı acaba bir şey? Ah şu kızın inadını kırıp içindekileri bir öğrenebilseydi…

Çalan kapı zilinin sesi, Berna’nın ümitlerini yerle bir etti. Mira’nın kapıya gidip açmasını seyrederken, yüzünde derin bir hayal kırıklığı vardı.

İçeri girer girmez Mira’ya sarılıp öpen kızı fotoğraflardan biliyordu. Okuldan arkadaşıydı ve bir saniyeleri bile ayrı geçmiyordu. Gamze idi galiba adı. Tıpkı Mira gibi sakin, ondan biraz daha kadın ve Mira’ya karşı sevgi doluydu.

“Abimle nişanlısını getirdim seninle tanıştırmaya,” dediğinde, Berna kızın arkasında duran çifti fark etti. Adamın koluna asılmış gibi duran çiğ sarı saçlı bir kadın ve çok güzel mavi gözleri olan, güneşten bronzlaşmış teniyle “Varım ben!” diye bağıran bir adam…

“Abim Tuna, nişanlısı Seval, bu da benim can arkadaşım Mira.”

Memnun olmalar, el sıkışmalar, kadının soğuk selamı… Ve adamın Mira’ya Berna’nın tüylerini diken diken eden bakışı…