Tünel Bölüm 39
“Celal Enişte düğün için tarih belirlesinler diyor.”
Emre’nin söyleneni duymadığı, hala boş boş ellerine bakışından belli oluyordu. Aslan adamın üzerindeki garipliğin adını koyamamıştı bir türlü. Sabahın köründe eve geldiğinden beri bir iki kelime ya konuşmuş, ya konuşmamıştı.
“Emre.”
Yine tepki gelmeyince omuzunu dürtüp dikkatini çekmeyi başardı.
“Pardon, bir şey mi dedin?”
“Celal Enişte, diyorum… Düğün tarihi istiyor. Köye haber verecekmiş.”
Bomboş bakışlar değişmedi. Sanki kimin düğününden bahsedildiğini anlamaya çalışır gibiydi.
“Düğün… Ha evet. Üniversite sınavından sonra yapalım.”
“Çok geç olmaz mı abi? Bir ay var daha.”
“Düğün kaçmıyor. Beklesinler. Alt tarafı otuz kişi gece boyu tıkınıp hoplayıp zıplayacak.”
Aslan’ın attığı kahkahayla Mira bile odadan çıkıp salona baktı.
“Ne oldu dayı?”
Salonun ortasında kasıklarını tutarak gülen adam birazdan yere düşecekmiş gibi görünüyordu.
Mira Emre’ye sorarcasına bakınca genç adam bilmediğini belirten bir el hareketiyle “Sanırım bana gülüyor ama nedenini anlamadım,” diye açıklama yapmaya çalıştı.
Biraz sakinleşince Aslan Emre’ye “Tam bir salon adamısın Enişte. Otuz kişi demek… Sizin düğünde otuz kişi sadece yemekleri hazırlamakla uğraşır. Sen o kafandaki sayıyı onla falan çarp bence,” diyerek adamın gözlerinin büyümesini keyifle seyretti.
“Ne diyorsun Aslan, ne gerek var o kadar büyük düğüne?”
“Abicim, akraba işlerine biraz uzak kalmışsın sen İstanbul’da. Hakikaten, sen tek başına mı dünyaya geldin? Yok mu annen baban kardeşin?”
“Var, annemle babam Datça’da yaşıyorlar.”
“Ee, görüşme konuşma yok mu aranızda?”
“Telefonla görüşüyoruz, bir de yazın gidiyoruz yanlarına iki hafta. İznim ancak o kadar.”
Yüzüne yerleşen ayıplar bakışla kafasını salladı Aslan.
“Büyük şehirde aile yok derim, inanmazlar. İki haftada hasret mi giderilirmiş?”
“Haftada üç dört kez telefonla konuşuruz Aslan. Ne yapabilirim, işim burada, izin sürem belli.”
“Yok koçum, sana değil lafım. Neyse, köy düğünü senin bildiklerine benzemez. Ciddi iştir. Ablamlarınkini hatırlıyorum da…”
“Aslan, ne yap et, bu işi küçük ölçekte tutmayı becer. Köyde değil Zonguldak’ta yapılacak de, salonda de, de bir şeyler gözünü seveyim.”
Emre’nin telaşlı hali üzerine Mira kıkırdayarak çalışma odasına döndü.
Mira için bütün olanlar gerçeküstü bir film gibiydi. Başrol yoktu. Kahramanlar ortalığa saçılmış, kurgusuz sahneleri oynamaya çalışıyorlardı. Kendisine düşen replikler ise yüzyıllara göre Divan ve Halk Edebiyatı şairlerinin isimleriydi…
‘Az kaldı,’ diye düşündü. Bir ay daha dişini sıkarsa, sonrasında yaşadığı şeyleri ve ruhunda açılan gedikleri onarmak için bol bol vakti olacaktı. Eli bir an karnına gidip orada bekledi. Bebeği…
‘Şimdi değil Mira. Şimdi değil.’
Odaya geçip ezberine kaldığı yerden devam etti. “13. Yüzyıl Hoca Dehhani Divan Edebiyatı’nın ilk şairi, Ahmet Fakih Çarhname’yi yazan, Hacı Bektaş-ı Veli…”
Mira’nın odadan gelen sesini dinleyen Emre gülümsedi. Hayatlar bir anda nasıl başka yönlere gidebiliyordu. Belki de hiç plan yapmamak lazımdı. Sadece günün getirdikleri yaşanıyordu çünkü.
“…Alper eşyaları bırakmayı tercih ediyor. Bizim için de fark etmez. Sonuçta belli bir süre buradayız.”
Ne diyordu bu adam?
“Daha Mira ile konuşmadık Aslan. Önce ona soralım ne düşündüğünü, olur mu?”
“Abi o uyar bize.”
“Hayat onun hayatı Aslan. Neden uysun bize? Kalmak mı ister, dönmek mi ister sordun mu? Bebeği doğuracak mı doğurmayacak mı, biliyor musun? Daha ben bilmiyorum, sen belli bir süre sonra o da dönmek isteyecekmiş gibi planlar yapıyorsun.”
“Abi tamam da o küçük, ben yardım edeyim diye…”
“Yardım diye düzeninizi bozmayacak şeyleri dayatacaksınız kızın önüne!”
“Ya sen niye sinirlendin ki şimdi durduk yere?”
“Çünkü yaptığının ne olduğunu fark etmiyorsun Aslan. Yaşını, konumunu kullanarak düzenin diğerlerinin rahatını bozmayacak şekilde kendisini sürdürmesine alet oluyorsun. Üstelik yaptığının iyi bir şey olduğuna gerçekten inanıyorsun.”
Ağzı bir karış açık Emre’ye baktı Aslan. “Yok abi, valla ben iyi niyetimden…”
“İyi niyet kötü niyet yok Aslan. Niyet yok. Niyet sana düşmez. Mira’ya soracaksın her şeyi. O ne isterse, içi nasıl rahat edecekse öyle olacak.”
“Tamam Enişte, kızma.”
“Enişte deyip durma bana. Bir kâğıt parçasıyla yeğeninin yaşamını nasıl da teslim edebiliyorsunuz tanımadığınız bir adamın eline. Ama içiniz rahat… Çünkü o Enişte!”
Eli ayağı titreyerek Aslan’ın neredeyse üzerine yürümekte olduğunu Mira’nın “Emre?” diyen sesini duyduğunda fark etti adam.
Ne yapıyordu?
İkisine öylece bakıp tek bir söz söylemeden evden çıktı.
Nefes almak için çabalamayı öyle zor buluyordu ki. Bıraksa şurada kendisini, hücreleri o çok ihtiyaç duyduğu oksijeni almayı reddedecekti, emindi bundan.
Makinesine atlayıp sahil boyunca deli gibi kullandı. Ardından kalkan yumrukları, edilen küfürleri görecek gözü yoktu. Uzaklaşmak istiyordu.
Çevre yoluna dalıp gazı sonuna kadar açtı. Şerit çizgileri ve asfaltın grisi hızdan birbirine karışmışken, hızın düşüncelerini geride bırakmaya yetmediğini fark etti.
‘Yavaşla… Kafanda bu kadar sorunla motosiklette hız yapmak ölüme davetiye çıkarmak… .Bunu biliyorsun. Ölmeye mi çalışıyorsun?’
Hızını düşürüp boş yolda rölantide gitmeye başladı. Tünele girmeden önceki gibi…
Sadece beş hafta önce, bambaşka bir Emre, bambaşka bir hayata sahipti. Mutlu bir evliliği, sevdiği bir arkadaşı ve işi vardı.
Şimdi?
Belki de artık sadece bir bebeği olacaktı. Bebek… Baba…
Her kayıp telafisiyle gelmiyordu. Ama Emre’nin kayıplarının telafisi bu bebek olacaktı.
Mira doğurursa, hayatının sonuna kadar o bebeğin her ihtiyacında yanında olacaktı. Ve en çok ihtiyacı olan şeyi ona bu bebek verecekti. Tereddüt barındırmayan saf sevgi…
Gülümseyerek ilk sapaktan geri döndü. Artık kaçmak istemiyordu. Kaçılacak bir yer kalmamıştı. Hayatıyla yüzleşme ve taşları yerine oturtma zamanıydı.
Eve döndüğünde öğlen olmuştu. Sabah çok erken bir saatte evden çıktığı için Berna ile karşılaşmamışlardı. Ama şimdi, salonda film seyreden genç kadına bakarken, onun solgun ve cansız olduğunu fark ediyordu.
“İyi görünmüyorsun. Hasta mısın?”
“Hayır. Son zamanların stresi acısını çıkarıyor sanırım.”
“Tamam, sen filmine bak.”
Baş sallamasının ardından ekrana döndü Berna.
Emre de tekli koltuğa otururken gözü Berna’ya ilişti. Bir insan gözleri duvara dikili nasıl film seyrediyor olabilirdi ki? Bir şey olmuş olmalıydı. Ama artık sormayacaktı Emre. Hissettiğinin dışında numara yapmayacaktı. Berna’nın oyununa katılmayacaktı.
Telefonu çaldığında, ekranda Mira’nın adını görmek ilginç geldi bir an. Emre’yi ilk defa arıyordu. Onun, varlığını kendisine hiç hissettirmemeye çalıştığını fark etti.
“Mira?”
“Merhaba. Rahatsız etmediğimi umarım.”
“Yok ne rahatsızlığı? Bir şey mi oldu?”
“İyi olup olmadığını merak ettim. Çok öfkeliydin buradan giderken.”
Gülümsedi genç adam.
“İyiyim, merak etme.”
“Dayım mı kızdırdı seni? Sordum ama Alper’in eşyalarından bahsederken bir anda küplere bindiğinden başka bir şey söylemedi.”
“Hayır hayır, Alper’in eşyalarını isteyip istemediğine sonra karar verirsin. Şimdi bunların sırası değil.”
Berna’nın cansız bedeninin bir anda irkildiğini gördü Emre. İnsan nereye bakacağını bilince, her şey ne kadar netti.
“Sen şimdi odana gidip kitaplarına gömülmeye devam et. Dünyevi işleri de bana bırak. Anlaştık mı? Ben senin adına hepsini sınav sonuna erteliyorum.”
“Tamam. Görüşürüz.”
“Görüşürüz.”
Telefonu kapattığında bir süre yan gözle Berna’nın oturduğu yerde kıvranmasını izledi.
“Alper’in eşyalarına ne olmuş?”
Ah, işte bu hep yaşanırdı aralarında değil mi? Alper ile ilgili tek bir şey bile Berna’nın dikkatinden kaçmazdı.
“Evden çıkıyor, eşyaları Mira’nın alabileceğini söyledi.”
Ayaklarını koltuktan yere indirip oturur pozisyona geçen Berna keskin gözlerini Emre’ye dikti.
“Evden çıkıyor ne demek?”
“Fransa’da bir şirketle anlaşmış. Evi de bana satıyor.”
Bütün kanın Berna’nın yüzünden çekilişini sanki saniyeleri durdurma becerisine sahipmiş gibi izledi. Ağzından tek bir kelime çıkmadı genç kadının. Öylece Emre’ye baktı. Görebileceği her şey şu an yüzündeydi. Korku, panik, çaresizlik, perişanlık…
Yerinden fırlayan kadının tuvaletten gelen öğürtü sesi, sanki kendisinin içinde bulunduğu bir sahneye ait değildi. İçinden, ‘Bir de hamile ol da tam olsun Berna,’ diye geçirdi…