Tünel Bölüm 38

Tünel Bölüm 38

Çok uzun olmuştu baş başa zaman geçirmeyeli. Mira İstanbul’a geldiğinden bu yana oturup doğru dürüst konuşmamışlardı bile.

Alper’in eve gelmek yerine onu dışarı çağırmasını başta garipsemişse bile, şu anda bunun ikisinin tam da ihtiyacı olan şey olduğunu anlıyordu Emre.

Mira’ya bayılmıştı Alper. Kızın zekâsından ve olgunluğundan etkilenmiş, yaşadığı tüm olumsuzlukları kabullenişindeki ağırbaşlılığa hayran kalmıştı.

Aslan’la Emre’den daha iyi anlaştıkları da kesindi. Akşam yaptığı programlara onu da dâhil edip, eve tıkılıp kalmasına engel olmuştu. Emre’ye özel olan o tepkisi olmadığında, birlikte olunması çok keyifli bir adam olduğu açıktı.

Alper yemeğin sonuna doğru çıkardı ağzındaki baklayı.

“Dostum seninkine ev buldum.”

“Onun adı Mira Alper.”

“Tamam. Mira’ya ev buldum. İster kiralık, ister satılık. Hangisini ne zaman istersen yapabilirsin.”

“Nerede?”

“Benim sitede.”

“Şaka mısın sen? Harika bir haber bu! Hemen konuşalım sahibiyle.”

“Konuşuyorsun zaten aslanım. Benim evi alacaksın.”

Yanlışlık duygusu sinsiden sızdı Emre’nin yüreğine.

“Neden?”

“Çünkü yeni işim nedeniyle artık o eve ihtiyacım kalmadı.”

“Ne yeni işi?”

Ne oluyordu? Alper’in iş değiştirme düşüncesi asla olamazdı. Hem Hikmet Bey’e tapardı hem de elinde çok iyi davalar vardı. Onları bırakmak kariyeri açısından büyük kayıp olurdu.

“Elecox’un hukuk müşaviri oluyorum.”

Elecox mu? Şu büyük enerji şirketi…

“Saçmalama Alper! Fransa’da o şirket.”

“Aferin. Biliyormuşsun.”

Gözlerini kapatıp alnını ovuşturdu Emre. Bir yerlerde bir şeyi kaçırıyor olmalıydı.

“Sen mi başvurdun, onlar mı seni aradı?”

“Ben başvurdum.”

“Ne zaman?”

“Sen Zonguldak’tan döndükten sonra…”

“Daha önce bana böyle bir şeyden hiç bahsetmemiştin.”

“Sen yokken karar verdim babacığım. Sana sormadan kendi başıma işler yaptığım için çok özür dilerim,” diyerek sırıttı Alper.

Komik değildi.

“Fransa’ya mı gideceksin yani?”

“Küflenen Fransızcamı biraz kullanmanın zamanı geldi diye düşünüyorum.”

“Orada tek başına ne yapacaksın oğlum?”

“Selda ile giderim belki, ne biliyorsun?”

“Saçmalama! Sen Selda ile öyle işlere girişmezsin.”

Bir sessizlik oldu aralarında. Alper’in bakışlarında artık ne eğlence, ne gülümseme vardı.

“Belki de benden bu kadar emin olmanız artık hoşuma gitmiyordur Emre.”

Artık? Ne değişmişti? Alper’in bir süredir uzak duruşları, eskisi gibi alttan almayışları yavaş yavaş anlam kazanmaya başladı. Emre değildi Alper’in sorunu. Tüm bunlar Berna ile ilgiliydi.

O kadar uzun sustular ki, gözleri birbiriyle çarpıştı, tarttı, yokladı… Emre anlıyordu, Alper de Emre’nin anladığını biliyordu.

“Neden o kadar uzağa kaçıyorsun?”

“Başka türlü kurtulamam Emre.”

İlk kez şakaya bürünmeden konuşuyordu Alper. Ona baktığında havai, ele avuca sığmaz bir oğlan çocuğu yerine yıpranmış, umudunu kaybetmiş bir adam gördü.

“Ne zaman verdin bu kararı?”

“Seni kaybedeceğimi sandığım gün.”

“Ama kaybetmedin.”

Nasıl anlatacağını bilemeden düşündü bir süre Alper.

“Öyle işlisin ki yüreğime, zihnime… Seni hesaba katmadan hiçbir adım atmıyorum biliyor musun? Kararlarımı verirken senin ne diyeceğini düşünüp, kimi zaman sadece senin yüzünden değiştiriyorum onları. Bu hem özel hem iş yaşamımda geçerli… İnsanlarla ilişkilerimde geçerli… Hayatımın tümünde geçerli…”

Tanıdık bir mutluluk ılık ılık aktı içine Emre’nin. Sevgiydi bu.

“Senin benim hayatımdaki onca ihtişamına rağmen, aslında ikimizin birbirimize pamuk ipliğiyle bağlanmış olduğumuzu fark ettim ben o kazada. Ölebilirdin. Yok olacaktın. Hiç olmayacaktın bundan böyle. Yapayalnız kalacaktım ve ben hayatımın tümünü kaybedecektim.”

Gözlerine gülümseyen yaşlar, Alper’in o an bunun ağırlığını yüreğinin en derininde hissettiğini gösteriyordu.

“Tünelde yaşamı değişen sadece sen değildin Emre. O gün, benim de Berna’ya bakışım değişti.”

Gerçekle yüzleşmek zorunda kalan bir adamın hayal kırıklığı, tükenmişliği sindi bir an üzerine.

“Seni seçtiğinde, onun bir gün bana döneceğine gerçekten inanmıştım. Oyun oynamayı korkusuyla yüzleşmeye tercih etmesine çanak tuttum yıllarca. Senin sevgini bir sülük gibi emmesine göz yumdum.”

Kızgınlığı Berna’ya değil, kendisineydi. Doğruluğuna inandığı şey için arkadaşını incitmeye değip değmeyeceğini düşündü bir süre. Ama Emre, Alper’in dürüstlüğünü hak ediyordu.

“Ben Berna’yı seviyorum. Ve biliyor musun, Berna da beni seviyor. Sana ihtiyacı var ama sevdiği benim.”

Emre’nin bembeyaz kesilen yüzünün kendisini vazgeçirmesine izin vermedi.

“Riske girmeden gizli gizli yaşamayı tercih ettiği sevgisiyle yıllarca beni hayatında tuttu. Ne geldi, ne gitti. Ama ona ait olduğumu, yanımdaki kadınları kıskandığını hissettirerek sevgimi, umudumu bilinçli bir şekilde besledi.

Bu da bir oyundu onun için. Beni seçmeyişinin nedeni, sahip olduğumu varsaydığı yıkım potansiyelimdi. Seni seçerek benden uzak durdu. Ama bensiz olmanın yaratacağı boşluğu da beni yaşamında tutarak doldurdu.

Seviyorum evet. Ama sevdiğin insanlar ölebiliyor. Bu yüzden, sevgiyi oyunlarla değersizleştirmemek lazım.

Berna, cesaret edemediği bir sevgiyi hak etmiyor. O yüzden cesaretimi ben topluyorum ve gidiyorum.”

Emre boş bakışlarla baktı bir süre Alper’e. Yıllara biriken anılar tek tek zihnine üşüşürken,  ona yanıldığını söyleyememek büyük bir deprem yarattı içinde.

Onun suskunluğunda, riyanın arkasına gizlenmeyen kabullenişi gördü Alper. Anlaşmak için kelimelere ihtiyaçları yoktu. Söylenecek başka bir şey de yoktu.

Yemeklerini bitirdiler. Hesabı ödeyip kalktılar. Motosikletlerine binip, yol ayrımına kadar birlikte sürdüler, korna selamıyla farklı yönlere gittiler.

Eve girdiğinde Berna yatmıştı. Salonun ışıklarını yakmadı bile Emre. Büfeden kendisine konyak doldurdu, koltuğa oturup görmeyen gözlerle karanlığa baktı.

Alper’in haklı olduğunu Berna’nın yanına gittiği ilk günden beri biliyordu. Aptalı oynayan bir aptaldı o ama bunu kendisine itiraf etmemek için senelerce uğraşmıştı.

Berna ’Galiba ben de kaldıramam,’ derken onun Alper’e gönderdiği o istemsiz bakışı görmemiş gibi davranmıştı mesela.

Alper’in yanlarına her gelişinde yüzünün kızarmasını heyecan diye geçiştirmişti.

Kız arkadaşlarının yanında huysuzlanışını, onları her zaman küçümseyip gizli gizli yarışmasını ve Alper’e onlardan üstün olduğunu kanıtlama çabasını görmemek istemişti.

Her ilişki bitişinde yüzüne yerleşen aydınlık gülümsemeyi haklı olmasının gururuna yormuştu.

Ama Alper’e tokat attığı gün, gözlerindeki bakışı hiçbir şeye yoramamıştı. Yorsaydı, onun kıskanan bir kadının tokadı olduğunu kabul etmesi gerekecekti.

İlk itirafın ardından, çorap söküğü gibi döküldü örnekler önüne. Görmemeyi tercih ettiği her hareket, büyüteç tutulmuş gibi netleşti.

Aldığı alkol miktarı arttıkça, bilinci bilinçaltındaki sahneleri cımbızla çekip çıkarmakta uzmanlaştı ve gün ağarırken, Emre’nin sekiz yılı öncekinden bambaşka bir yorumla gerçek çizgisine oturdu.

Berna Alper’in en yakın arkadaşını aralarına bir kalkan gibi dikmişti.

Tam sekiz yıldır kendisine ait olduğunu sandığı sevgi balonu şu an elinde sünmüş bir plastik parçasına dönüşmüştü. İçindeki kırıklığı hazmetmenin bir yolunu bulabilecek miydi? Berna’ya duyduğu sevgi için kendinden özür dileyebilecek miydi?