Tünel Bölüm 35
Güne erken başlamak güzeldi. Tabii dün bitirilebildiği sürece…
Salondaki koltukta havanın aydınlanmasını izleyen Emre, Berna’nın kalkış saati yaklaşınca duşa girip gecenin yorgunluğunu hiç olmazsa böyle atmayı denedi.
Gece, karısının yanına girip uyumaya cesaret edememişti. Onun tepkisinin ne olacağını görmeden nefes almaya bile cesaret edemiyordu zaten.
Duştan çıkıp giyindi ve Berna’ya kahvaltı hazırladı. Çayın demlenmesine yakın odadan ses geldiğini duyunca kalbinin sıkışmasına engel olamadı.
Nasıl bir Berna girecekti mutfağa? Ya da… Acaba girecek miydi?
“Günaydın.”
Sakin görünüyordu. Dinlenmiş gibi. Gece boyu deliksiz bir uyku uyumuş gibi.
“Günaydın.”
Masaya oturup ekmeğine tereyağı sürerken Emre’ye baktı.
“Uyumadın mı sen?”
Başını iki yana salladı genç adam. “Uykuyla çok aram yok bu ara.”
Kalkıp çay koydu bardaklarına. Berna’nınkini verirken, onun ruh halini anlayamamanın verdiği rahatsızlık doruğa ulaşmıştı.
“Bugün ofise gitmeyeceğim.”
İyi. İşkencesi uzamayacaktı demek.
“Bana Mira’yı anlat. Tanımak istiyorum onu.”
İlk defa ondan ‘o kız’ diye değil, adıyla bahsetmişti.
“Tanışmak ister misin?”
Berna’nın ağzına götürmekte olduğu ekmek, yarı yolda kaldı.
“Zonguldak’a mı gideceğiz?”
Evet, son parti kıyamet denemesi…
“Hayır, Mira İstanbul’da. Dayısı ile birlikte Alper’in evinde kalıyorlar.”
Genç kadın bir kez daha boğulmanın eşiğine geldi. Öksürükleri geçinceye kadar nefes bile almadı Emre.
“Seninle mi geldiler?”
Başını sallayarak onayladı. Bir süre susup ekmeğini yedi. Yeni bir dilim alıp ona da tereyağı sürdü. Bütün dikkatini yaptığı işe vermiş, ekmeği bir tuvalmiş gibi beyaza boyamıştı.
“Pekâlâ. Kahvaltıdan sonra gidelim.”
Emre’nin huzursuzluğunu görünce, yüzüne bilmiş bir gülümseme yerleşti.
“Merak etme, kıza bir şey yapmayacağım ama Alper için aynı sözü veremem.”
“Alper yok. Dayısı huzursuz olmasın diye evden kovaladım onu. Selda’da kalıyor.”
Birden doyduğunu hissetti Berna. Ekmeği elinden bırakıp, “Tamam o zaman. Ben hazırlanayım çıkalım,” diyerek masadan kalktı.
Kıyamet beklentileri boşa çıkınca rahatlarım sanmıştı Emre ama sanki daha büyük bir felakete gidiyorlardı.
Mira’nın çok incinmemesi için içinden dua etti. Ama Berna da çok incinmişti. Karısına güvenmekten başka çaresi yoktu.
Berna ofisi arayıp gelmeyeceğini bildirdikten sonra yola çıktılar. Emre yolda Aslan’ı arayıp, karısıyla uğrayacaklarını söyledi. İkisinin Berna şokuna önceden hazırlanmaları iyi olabilirdi.
“Ne kadar süreyle Alper’in evinde kalabilirler ki? Sonuçta adamın da Selda’ya yerleşmesini bekleyemeyiz.”
Huzursuzdu sanki.
“Onlar için bir ev bakmasını söyledim Alper’e. Arkadaşı emlakçı.”
“İyi.”
İyi mi? Kıyametin başına bir şey gelmiş olmalıydı.
Apartmanın önüne geldiklerinde, Emre Berna’dan daha huzursuzdu. Kendinden emin adımlarla içeri girdi, kata çıktıklarında da Emre’nin kapı zilini çalmasını bekledi.
Kapıyı Aslan açtı. Saygılı bir selamlamayla Berna’yı içeri davet edip Emre’ye üstünkörü başını salladı.
Mira salonda ayakta dikilmiş, kıpkırmızı bir yüzle önce Emre’ye, sonra Berna’ya baktı. Sanki daha da ufalmıştı. Emre gözleriyle ona cesaret vermek istediyse de bakışları karşılaşmadı.
Berna sanki bir müvekkiliyle görüşmeye gitmişçesine sakin ve kusursuzdu. Üzerindeki başöğretmen havası Mira’nın yanında iyice belirginleşmişti. Bu eve gelmeye alışık olduğunu belirten tavırlarıyla kimin sahip kimin misafir olduğunu içgüdüsel olarak belirtiyordu.
Salondaki tek kişilik koltuğa oturdu. Çantasını sehpaya bıraktı, oturmalarına izin vermiş gibi dayı ile kıza baktı.
Mira onun karşısındaki koltuğa neredeyse ilişti. Heyecanı yüzünden o kadar belli oluyordu ki, Berna bir an duraklayarak bir şey söylemek ister gibi olduysa da vazgeçip suskunluğunu korudu.
“Aslan Bey, size eşimi tanıştırayım. Berna Kıraç.”
Adamın baş selamına tepkisiz kalsa da Emre’nin eşim demesi ve soyadı vurgulaması içini mutlulukla doldurmuştu. Emre Berna’nın konumunun açıkça anlaşılmasına önem vermişti ve bu iyiydi. Çok iyi.
“Berna, bu küçük hanım da Mira.”
Küçük hanım. Saygı ifadesi. Kollama ifadesi. Tamam.
Mira ile ikisi öylece bakışırken kızın suratındaki kırmızılık giderek arttı. Berna bir an için onun düşüp bayılmasından korktu.
“Tam düşündüğüm gibisiniz.”
Ne? Mimiklerinde bile değişme olmayınca Mira devam etti.
“Çok güzel. Çok asil. Çok sert.”
Tek kaşı kalkarak Emre’ye bakan Berna, bu tanımın Emre tarafından yapılıp yapılmadığını merak etti.
Kocasına gözlerini dikip “Bence Aslan Bey’e çevredeki pastaneleri göstermen iyi olur Emre. Biz de bu arada kadın kadına… çay demleriz,” dedi. Aradaki duraklama alay eder gibiydi. ‘Ne işimiz var bizim burada’ idi. ‘Bunlar hayatımıza nereden girdi’ idi.
Mira gözlerini yere dikip diğerlerine bakmaktan kaçındı ama Emre huzursuz bir şekilde odadaki herkesi süzmeye devam etti. Berna’nın güven veren bakışlarını bir süre izledikten sonra, “Tamam,” diyerek adamı kapıya yönlendirdi.
Aslan’ın gitmek istemediği ve kararsız kaldığı çok açıktı. Yeğenini aç bir kurdun önüne bırakıyormuş gibi hissediyordu. Mira önce Emre’ye, sonra güven veren bir gülümsemeyle dayısına bakıp “Sorun yok dayı, lütfen gidin,” dediğinde gönülsüzce evden çıktı.
Oyun bitmişti. Medeniyet bitmişti. Berna’nın pençeleri bir anda tıkılıp kaldıkları yerden çıkıp Mira’ya uzanmak istercesine bilendi.
“Kocamla aranda ne var?”
Ah… Yargılama başlamıştı. Mira karşısındaki kadının kocasıyla yatan herhangi bir sürtük olarak algılanmaktan mutlu olmasa da onu suçlamak elinden gelmiyordu.
“Sadece büyük bir saygı, kişiliğine yönelik engin bir hayranlık ve insanlığı karşısında da büyük bir şaşkınlık var.”
Kaşlarını çattı Berna. Duymayı beklediği bu değildi.
“Yani ona âşık değil misin? Ben bakışlarından öyleymiş gibi algıladım.”
Mira bir süre sustu. Yargılamanın başından itibaren yüzünün rengi normale dönmüş, içindeki heyecan durulmuştu.
“Sanırım aşığım.”
“Sanır mısın?”
“Sanırım, çünkü aşk kelimesini aynı anlamda düşündüğümüzü sanmıyorum. Sizin için aşk Emre ile birlikte bir hayat, benim içinse ölüm yoldaşı, ilk sevgili, bir kahramandan kaçınılmaz şekilde etkilenme…”
Sinirlendi Berna. Azarlama niyetiyle başladığı cümleye beklediği karşılık bu değildi.
“Kelime oyunlarına gerek yok.”
“Dağarcığımda aşk konusunda oyun oynayacak kadar kelimem yok. Hiç âşık olmadım. Filmlerin ve kitapların dışında aşkı tanımadım. Yerin altındayken karısına deliler gibi âşık olan bir adamı dinledim bir de. Hepsi bu.
Bu kadar habersizken, bana ilk dokunan erkeğe âşık olduğumu sanabilirim. Benim için fedakârlık yapan, ölümü kolaylaştırmaya çalışan bir erkeğe âşık olduğumu düşünebilirim. Ya da yaşanan yıkımın ardından gelip bir şeyleri onarmaya çalışan bir erkeğe aşktan başka bir duyguyla bakamayabilirim.”
Güldü, sanki kendine güler gibi.
“Ama bunun gerçek anlamda bir aşk olduğuna emin olamam.”
Ne demesi gerekiyordu bu kıza? Bütün silahları birkaç cümleyle elinden alınmış gibi savunmasız kalmıştı Berna.
“Ben Emre’nin size duyduğu aşk kadar güzel bir aşkı bana duyacak birisine âşık olana kadar beklemek isterim. Bunun var olabileceğini gördükten sonra, daha azıyla yetinmek istemeyecek kadar kendime saygı duyuyorum.”
Bir süre sustular. Berna yüzeyde görünenin altındakini anlamak ister gibi, Mira da içini olduğu gibi ona gösterir gibi baktılar birbirlerine.
“İsteyeceğim son şey, hayranlıkla dinlediğim o aşkın benim yüzümden zedelenmesi olur. Bunun yükünü taşıyabileceğimi sanmıyorum.”
Sanki kızın bakışlarının sakinleştirici bir etkisi vardı. Bakışları o kadar duru, sesi öyle yumuşaktı ki… Kendi sesi bir an kulağına çirkin geldi.
“Size, bile isteye mutsuzluk getirmeyeceğim Berna Hanım. Neden olduklarımın telafisi olsaydı bunu da yapardım emin olun.”
Berna baktı. Baktı. Baktı. Sonra yerinden kalkıp mutfağa yürüdü. “Hadi çayı hazırlayalım. Birazdan gelirler.”