Tünel Bölüm 34

Tünel Bölüm 34

“Hanımefendi biraz daha şarap almak isterler mi?

“Evet, lütfen.”

“Beyefendi, kolanızı tazeleyeyim mi?”

“Hayır, yeterli. Teşekkürler.”

“Sufleniz on dakika içinde hazır olacak. Afiyet olsun.”

Emre garsona cevap verse de, aslında onu hiç görmemişti. O sadece Berna’ya bakıyor, artık konuya girmesi gerektiğini biliyordu.

Şu ana kadar hep geçmişten ve başlarına gelen komik olaylardan bahsetmişlerdi. Bundan sonra konuşulacaklar arasında ise komik olan hiçbir şey yoktu.

“Boşanmak için gün alacağını söylediğinde, sanırım hala yaşadıklarımın şokunu atlatamamıştım.”

Berna’nın kadehini dudaklarına götürmekte olan eli, yarı yolda durakladı. Başlamışlar mıydı? Cevap vermesi gerekecek miydi? Dilekçeyi hiç işleme sokmadığını söylemeli miydi? İçinden gelen dürtüye uyarak şarabından bir yudum aldı ve sesini çıkarmadan dinlemeye karar verdi.

“Tepkini kabullenmiştim. Verdiğin her karara uyacaktım.”

O güne geri dönmüştü sanki genç adam. Canı acıdı bir kez daha.

“Birkaç gün geçip haber çıkmayınca, boşanmamızı ve senin tepkini sorgulamaya başladım. Hak etmediğim bir şekilde cezalandırıldığımı düşünüyordum.”

Ceza… Evet. Cezalandırmak istemişti Emre’yi. Sonrasında utançla hatırladığı o dilekçe kanını donduruyordu. Bunu yapmamış olmak için çok şeyi feda edebilirdi Berna.

“Ben cezalandırılıyorsam, acaba Mira da cezalandırılıyor muydu?”

Mira. Evet. Şu andan itibaren çok sık duyacaktı bu ismi. Yüzündeki ifadeyi kontrol altına almaya çalıştı Berna. Kıskançlığını dizginlemesi gerekiyordu. O kızı parçalara ayırıp un ufak etme arzusunu belli etmemesi gerekiyordu.

“Vicdan azabındandı sanırım, o güne kadar onu hiç düşünmemiştim. Ama ceza çağrışımından sonra, ona ne olacağını merak etmekten kendimi bir türlü alamadım. O on sekiz yaşında bir kız çocuğuydu.”

Derin bir nefes aldı Emre. Kıyametin kopma zamanı gelmişti.

“Üstelik ben korunmamıştım.”

Elindeki kadeh masaya düştüğünde, Berna donup kalmış, garsonun masayı temizlemek için koşuşturmasını bile fark etmemişti.

Kız hamile olabilir miydi? Bir bebek? Emre ile o kızın bebeği?

‘Nefes al. Nefes al. Çığlık atma. Vurma. Kırma. Sakin ol. Hamile olmayabilir. Sakın yapma!’

Garson başlarından çekildiğinde Berna içindeki fırtınayı dizginlemenin neredeyse eşiğine gelmişti. Neredeyse…

“Emre… Biraz ara verelim mi? Bunu hazmetmek çok zor geldi. Lütfen.”

Başını sallayarak sustu genç adam. Sufleleri geldi. Krema ve çikolata sosu masaya kondu. Kaşıklar, peçeteler yerleştirildi. Berna gözleri masa örtüsünde, nefesini düzene sokmaya çalışarak öylece oturdu.

Neden sonra, kontrolünü kazandığına inanınca kaşığını eline alarak suflesinde bir delik açtı. İçine krema ve çikolata sosunu koydu. Ağzına bir kaşık sufle götürerek hormonlarında olumlu bir değişim olmasını diledi.

Belki de çikolatanın gerçekten mutlulukla bir ilgisi vardı çünkü ikinci kaşıkta “Şimdi devam edebiliriz,” diyecek gücü kendisinde buldu.

“Eğer hamileyse, Zonguldak gibi bir yerde başına neler geleceğini düşünmek kanımı dondurdu. Çok küçüktü. Ne hamilelikle, ne bunun doğuracağı sonuçlarla başa çıkamazdı. Ben bu ihtimale arkamı dönüp gidemedim.”

Evet, çikolatanın mutlulukla kesinlikle bir ilgisi vardı. Çünkü Berna hala sakin bir şekilde Emre’yi dinlemeye devam edebiliyordu.

“Onunla hayatlarımızın bir kere daha kesişmesi gereksizdi. Bu yüzden hastaneden adresini alıp Zonguldak’a gittim ve durumunu uzaktan anlamaya çalıştım.”

Ah, demek motosiklet gezisi bununla ilgiliydi. Emre orada üç gün geçirmişti. Sakin olmaya devam edebildiği için kendisini kutladı genç kadın.

“Evinin karşısındaki parkta oturarak geçirdiğim bir gün süresince, onun mutsuzluğunu çok net gördüm. O yaşta bir genç kızda olmaması gereken bir vazgeçiş vardı üzerinde.”

Ve mutsuzluk, Emre’nin neden olmak istemeyeceği bir durumdu elbette. Bu onun zayıf yönüydü. Sinirlerine hâkim olmak o kızdan bahsedilirken hep zor olmuştu. Şimdi de Berna yeniden içinde kaynayan öfkeyi dizginlemeye uğraşıyordu.

“Hamile olup olmadığını ona sormadan nasıl anlayacağımı bilmiyordum. Bu yüzden ertesi gün de parka gittim.”

Bunun bir sonu var mıydı? Konu bir yere bağlanacak mıydı? Berna öfke kontrolünde hiçbir zaman başarılı olamamıştı. Şimdi de nasıl bu kadar sakince suflesini kaşıkladığını anlayamıyordu.

“Babasının iğrenç bulduğum bir herif tarafından tehdit edilişini izledim önce. Sonra adamın telefon konuşmasında Mira ile ilgili yorumlarını duydum. Korkunçtu. Bizim alışık olmadığımız yaşamlar ve hikâyelerdi. Bunlar, sadece filmlerle dokunabilirdi bizlerin hayatına. Ama o, Mira’nın gerçeğiydi.”

Ne adamı? Ne filmi? Konu bir anda böyle bir yere nasıl gitmişti? Kaşığını bırakarak Emre’nin söylediklerini anlamaya çalıştı.

“Babası eve girdikten bir süre sonra Mira dışarı fırladı. Ağlıyor, çığlık atıyor, kendisini tutmak isteyen dayısından kurtulmaya çalışıyordu. Sonra ikisi de beni gördüler ve adam anında üzerime çullandı. Demek Mira da ailesine tünelde yaşadıklarını anlatmıştı.”

Aman ne güzel… Çenesini kapatmayı becerse bunları yaşamazdı. Bakalım şimdi sırada ne vardı.

“Biz kavga ederken Mira bayıldı. Onu hastaneye götürdük ve doktordan tahlil yapmasını istedim.”

Akıllıca.

“Bu arada da artık Mira’nın okumasına izin verilmediğini ve töre infazından kurtulması için o adamla evlenmek zorunda olduğunu öğrendim.”

Evet evet, filmdi bu. Kesinlikle ikinci sınıf bir filmdi.

“Tahlil sonucu pozitif geldi.”

Aldığı son kaşık sufle, Berna’nın boğazına kaçınca, deli gibi öksürmeye başladı. Su uzatıp sırtına vurmaya çalışan Emre’yi kendisinden uzaklaştırdı. Derin nefesler alarak, öksürüğün geçmesini ve sakinleşmeyi bekledi.

Hamileydi.

Kız hamileydi.

Emre’nin bu kızdan bir çocuğu olacaktı.

Artık Emre’ye susmasını söyleyecek gücü bile yoktu.

Berna biraz normale dönünce Emre bir an evvel bitirebilmek için konuşmasına devam etti.

“Bütün bu trajedide benim payım vardı. Mira’nın ölüm fermanını ben imzalamıştım. Buna izin veremedim. Vermedim.”

Yani?

“Ailesine Mira ile evleneceğimi, bebeği doğurmak istemezse aldırmasına yardımcı olacağımı, doğurursa adımı verene kadar Mira ile evli kalacağımı ve hayatlarının sonuna kadar o bebeğin babası olarak yanında olacağımı söyledim.”

Restoranda birisi kahkahalarla gülüyordu. Ne saçmaydı. Bu kadar yüksek sesle kahkaha atılır mıydı? Emre’nin kendisini seyrettiğini görünce, o kahkahanın kendi ağzından çıktığını fark etti Berna. Durmaya çalıştı. Susmaya çalıştı. Herkes ona bakıyordu. Emre ona bakıyordu ve ortada hiç komik bir durum yoktu.

Oturduğu sandalyeden fırlayıp restorandan dışarı çıktı ve bahçede kahkahaları durulana kadar nefes almaya çalıştı. Bir ara gözü yanında öylece duran Emre’ye ilişti. Ne zaman gelmişti? Nefesi düzene girip isterik gülüşleri durulunca, “İçeri girebiliriz, şimdi iyiyim,” diyerek restorana geri döndü.

Tüm masaların onlara baktığını fark etmemişçesine mağrur bir kayıtsızlıkla masaya gidip oturdu. Emre de karşısına.

“Şimdi, ben doğru mu anladım? Sen benden boşanıp bu kızla evleneceksin, bebek doğacak, sonra boşanacaksın.”

“Önerim buydu.”

“Önerin.”

“Mira kabul etmedi.”

“Mira kabul etmedi demek.”

“Evet.”

“Neden?”

“Bunun seni benden iyice koparacağına inanıyor.”

Ne?

“Şimdi bu kız, seninle benim ilişkimizin bozulmasını mı dert ediyor?”

“Evet.”

“Bu hiç mantıklı değil. Sen onun bütün sorunlarının çözümüsün. Evlendirilmekten kurtulacak, bebeğine baba bulacak. Bizim için kaygı duyup neden öldürülmeyi ya da toplumdan dışlanmayı seçsin ki?”

“Çünkü Mira öyle biri… Seninle konuşmadan hiçbir şey yapmak istemiyor.”

“Benimle mi?”

“Evet Berna, seninle.”

Duyduğu her şey birbirine girmişti Berna’nın. Artık düşünemiyordu. İçindeki öfkenin nereye gittiğini merak etti. Gerçekten, öfkesi kaybolmuştu sanki. Sakinleşmişti.

“Emre, eve gidelim. Biraz kendimi normal hissetmeye ihtiyacım var. Tüm bunlar benim için çok fazla. Konuşmaya yarın devam ederiz, olur mu?”

Hesabı istedi genç adam. Hiç konuşmadan arabaya binip eve gittiler. Berna üzerini değişip yatağa girdi ve anında uyudu. Emre salonda uzun bir süre sadece müziğin verdiği sükûneti hissederek oturdu. Yeni hayatının ilk günü sandığı gibi bugün değil anlaşılan yarın olacaktı.