Tünel Bölüm 33
Her şeyin yolunda olmasından değil, yolunda olma ihtimalinin belirmesinden mutlu olabilmek kadar güzel bir şey olamaz. Çünkü o zaman mutluluk, tek bir koşula değil, o koşulun gerçekleşme sürecine yayılıp çoğalır; sonu hayal kırıklığı olsa bile, arada geçen o süreç bir hediyeye dönüşür. Hele bir de gerçekleşirse…
Emre mutluydu. Salonda Berna ile karşılıklı hiçbir şey konuşmadan oturmak bile her şeye bedeldi.
“Yorgun musun? Yoldan geldin sanırım, değil mi?”
Yorgun mu? Hayır, kesinlikle değildi. Hatta bundan sonra hayatı boyunca yorgunluk hissini hatırlamayabilirdi bile.
“Değilim. Ama bir duşa şiddetle ihtiyacım var.”
Berna yerinden fırlayarak, “Hadi sen duşa gir, ben de sana yiyecek bir şeyler hazırlayayım. Aç mısın?” derken bu sahneyi sekiz senede kim bilir kaç kere yaşamış olmalarına rağmen ne kadar değerli bir an olduğunu ilk kez fark ediyordu Emre.
“Aç değilim. Alper ile yedik biraz önce. Ama çay demlersen harika olur.”
Duşun altında akıp giden su bedeniyle oynaşırken, Emre iki haftadır ilk kez rahat nefes alabilmenin keyfini sürdü bir süre. Berna’nın gözlerindeki o pırıltı, her şeye bedeldi.
Aşktı o. Sevgilerinin kolayca hiçe dönüşebilecek bir duygu olmadığının kanıtıydı.
Bundan sonrasında başarabilirlerdi ya da başaramazlardı, bu önemli değildi. Berna onu anlamaya çalışacak kadar önemli bulduğunu göstermişti Emre’ye.
“Seni seviyorum,” diye fısıldadı gözlerini kapatarak. “Seni çok seviyorum.”
Eşofmanlarıyla salona geçip çay bardaklarının yanında küçük kurabiyeleri ve peçeteleri gördüğünde, onlardaki özeni sevdi Emre. Değer verilen bir insana bunu gösterme çabasını sevdi.
Koltukta yan yana otururken eskiden birbirlerine sokulmak doğalken şimdi bir tedirginlik vardı ikisinde de. Önce ruhların birbirine dokunması gerekliydi, bedenler sonraydı.
“Benim kadar bencil bir kadını nasıl sevebiliyorsun?”
Kendine engel olamadan bir kahkaha fırladı Emre’nin dudaklarından.
“Sen böyle güzelsin. Birden çevrendeki insanları önemsemeye başlarsan korkudan ne yapacağımı bilemem herhalde.”
“Şaka mı bu?”
Gerçekten de Emre’nin alay edip etmediğini anlamaya çalışarak bakıyordu Berna.
“Gerçek, Berna. Ben seni tüm yaraların, kendini koruma güdülerin ve bencillikten başka bir şey bilmeyişinle sevdim. Sana kimse bonkör olmayı öğretmemişti. Herkes senden almış, mahrum bırakışlarının nedenini bile söylememişlerdi.”
“Seni yeterince sevemeyeceğimden hiç korkmadın mı?”
“Hayır. Bencilliğine rağmen bana verdiklerin hep çok kıymetli oldu benim için.”
“Ama seni seviyorum. Gerçekten seviyorum ve o tünelde ne olduğu umurumda değil. Sen yokken sensizliktense, ölmendense, orada yaşadıklarınla başa çıkabileceğimi fark ettim.”
Karısını yanına çekip sarıldı Emre.
“Denememiz bile yeter aşkım. İnan bana.”
Gecenin devamında konuşmadılar. Müzik setinden gelen yumuşak müzikle, saatlerce birbirlerine sarılarak oturdular. Geçmiş ya da gelecek önemsizdi. Birlikteydiler ve Emre, sonraki günlerde geçirecekleri bütün sınavların öncesinde, Berna’nın şu an yanında olmasından başka hiçbir şey istemeyeceğini biliyordu.
Saat iyice geç olduğunda, Berna kalkıp elini Emre’ye uzattı. Gözlerindeki bakış, kelimelerin ötesindeydi. Işıkları kapatıp yatak odalarına geçtirler. Sanki ilk kavuşmalarıymış gibi her anını yüreklerine kazıyarak seviştiler.
Sabah gözlerini açtıklarında kendilerini pırıl pırıl bir havayla karşılayan gün, ilişkileri için yeni bir dönemin başlangıcıydı. Daha bilinçli, daha özenli ve değerliydi.
Gözleri hala mahmur olan karısını seyreden Emre, yüzüne düşen saçı kenara çekip yanağına bir öpücük bıraktı.
“Günaydın.”
“Günaydın aşkım.”
Eğilip saçlarını uzun uzun kokladıktan sonra, “İşe gitmeli misin bugün?” diye sordu.
Gireceği duruşmayı düşünerek yüzünü buruşturan Berna “Gitmeliyim. Ama erken çıkabilirim ofisten,” dedi. “Arayayım mı işim bittiğinde?”
“Ara. Arabayla gelip alırım seni, sonra bir yerde yemek yeriz.“
Konuşacaklardı. İkisi de biliyordu bunu.
“Anlaştık.”
Berna ofise gitmek için hazırlandığı sırada Emre de ona kahvaltı hazırladı. Öperek işe gönderirken karısına, eve girerken de hayatına gülümsedi.
Berna’nın ofise girdiği andaki elektriği, Alper’in onlar adına her şeyin yoluna girdiğini anlamasına yetmişti. Buruk bir gülümseme yerleşti dudaklarına. Emre için mutluydu. Berna için mutluydu. Kendisi içinse yeni kararların arifesiydi.
‘Gidilecek zamanı bilmek lazım oğlum. İşte şimdi, gerçekten de o zaman. Kayığına binmeden önce yanına bir de anlam bulursan şanslısın.’
Çalıştığı şirketi değiştirecekti. Sonra evi. Sonra… Sonrasına bakardı ama bildiği tek şey, artık Emre ile Berna’nın hayatında eskisi gibi bekleyerek var olmayacaktı.
Emre önce telefonla aradı Mira’yı. Sonra eve gitti. Sanki dayı yeğen biraz daha alışmışlardı yaşadıkları değişimlere. Aslan eskisi gibi somurtmuyor, Mira da korkularından arınmış, kendisine ders çalışacak bir mekân hazırlamaya çalışıyordu.
Oturma odasının en uygun oda olduğunu söyleyerek masa ve oturma düzenini Mira için Aslan’la birlikte hazırladı Emre. Mira kalan kırk beş günün bir tanesini bile boşa geçirmeden çalışmalıydı. Eşyaları çekerken bir yandan da eksik kitapları olup olmadığını, özel ders gerekip gerekmediğini sorup kızı bunaltıyordu.
En sonunda Aslan olaya müdahale etmeye karar verdi.
“Ya Emre Bey, bu kız Bolu’da hangi kitaplarla çalışacaksa burada da onlarla çalışacak. Amma tantana yaptın ya. Celal Bey kesildin başımıza. Yok masa orada olmasın, yok ışık burada daha iyi. Koltuğa tüneyerek bile çalışır o.”
Mira’nın onaylayan mırıltıları üzerine “Tamam,” dedi Emre. “Kazanamazsan canına okuyacağımı bil de ona göre çalış. Hadi biz şimdi dayınla biraz dışarı çıkalım. Sen de gömül kitaplarına.”
Sonra’da Aslan’ı neredeyse kolundan sürükleyerek evden çıkardı.
Arabayla sahil kenarında bir restorana gidip oturana kadar, Aslan hiç sesini çıkarmadı. Bu adamın kendisiyle bir konuşacağı vardı ya, dur bakalım…
“Çok hoş şartlar altında tanışmadık Aslan. Beni sevmemek için bir sürü sebebin olduğuna eminim.”
Cevap vermesi gerekiyor muydu buna? Dünya sebebi vardı gerçekten de. Ama yeğenini nelerden kurtarmak için uğraştığını da görmezden gelemiyordu.
“Karımla bugün konuşup bebeği anlatacağım. Mira için yapılması gerekenleri anlamasını umuyorum. Ama anlasa da anlamasa da Mira’nın seçimlerine sonuna kadar uyacağımı bilmeni istiyorum.”
“Bu kadar söz hakkı onun yaşında biri için fazla değil mi Emre Bey? Ya evlenmem derse?”
Yeğenini tanıyordu adam.
“İkna etmenin bir yolunu buluruz Aslan. Ama onu çiğnemem. Çocuk onun, beden onun, hayat onun. Aldırmak isterse ses etmeyeceksin. Doğurmak isterse ses etmeyeceksin. Evlenmek istemezse ben bir yolunu bulur onu ikna ederim ama sen ses etmeyeceksin. Onun hayatıyla ilgili tüm kararları verebilecek kadar olgun olduğunu biliyorum. Yeter ki ona güven. Ben güveniyorum.”
“Karın nasıl izin verecek buna Emre Bey? Kuma alır gibi…”
“O kısmı bana bırak Aslan ama tekrar söylüyorum. Mira kuma olmaz. Ben de ona öyle bakmam. Evlendiğimizde karım olacak ama bilesin ki benim karım Berna Kıraç. Gönlüm onda, hayatım onunla.”
“Çocuğu istemezse karın?”
“Çocuğu istememek beni istememek demektir.
Ben o çocuğun babasıyım Aslan. Mira da annesi… Çocuğum her zaman babasının yanında olduğunu ve kendisini istediğini, sevdiğini bilerek büyüyecek. Bunu kabul etmeyecek olursa, karımla ilişkimizin şimdiki gibi olmayacağına emin olabilirsin.
Çocuğumu kimseye harcatmam, Mira’yı da harcatmam, ama karımı da harcatmam. O yüzden, tanıştığınızda senin de ona olan davranışlarına çok dikkat etmeni bekliyorum. Aramızda belki de tek kurban o oldu.”
“Doğru diyorsun. Ama merak etme, yengeyi üzmek aklıma gelmez.”
“Teşekkür ederim. Bu benim için çok önemli Aslan.”
Rahatlamıştı genç adam. Aklında Berna’yı tanıştırırken bu adamın gereksiz tepkilerinin yaratacağı sorunlar olduğu sürece karısını onlara yaklaştırmazdı. Bu da hallolduğuna göre sıra artık bebeği ve Mira’yı Berna’ya anlatmaya gelmişti.
“Mira’nın şu an derslerinden başka bir şeyi düşünerek üzülmesini istemiyorum. O yüzden sen başında durup elinden geldiğince destek ol ona. Ama eğer kafası bebeğe ya da başka bir şeye takılırsa, o zaman konuşmamız daha iyi olur. Belki profesyonel bir yardım alması da gerekir.
Ruh halinde bir değişiklik sezersen bana haber vereceğine güvenebilir miyim?”
“Güvenebilirsin Emre Bey. Yeğenimin iyiliğini hepinizden daha çok düşüneceğime de güvenebilirsin. Sahipsiz değil o.”
Gülümsedi Emre. Seviliyordu Mira. Bundan kesinlikle emindi. Hoş onu sevmemek zaten mümkün değildi ki.
“O zaman manzaranın ve balığın keyfini çıkaralım Aslan. Bir de şu bey lafını kaldırsak aradan, iyi olmaz mı? Ben düşman değilim. Mira’nın ve bebeğin iyiliğini en az senin kadar isteyen birisiyim.”
Aslan bir süre suskun kaldı, sonra gözlerini Emre’ninkilere dikti. “Pekâlâ Emre. Dediğin gibi olsun. Ama bu, ensende olduğum gerçeğini değiştirmez. Tek bir yanlışında, ne Bey kalır, ne Emre…”