Tünel Bölüm 32
Mira yollarda özgür bir kelebek gibi uçuşup durmuştu sanki. Virajlarda Emre ile birlikte aynı yöne yatıyor, düz giderken kimi zaman peglere basarak ayağa kalkıp kollarını açıyor, Emre’nin bacağına vurmasıyla yeniden gönülsüzce yerine oturuyordu.
Otobüsten çok daha hızlı yol aldıkları için molalarını sık ve uzun tutmuştu Emre. Dinlendikleri süre içerisinde motosikletten veya yoldan başka bir şey konuşmamışlardı. İstanbul’a vardıklarında da dayısının otobüsünden önce yerlerini alıp onu çaylarını içerek beklemişlerdi.
Emre, Mira’nın hayatını güzelleştirebilmenin büyüsüne kapılmıştı. Kız gülümsedikçe o da gülümsüyor, o kıkırdadıkça kahkaha atıyor, mutluluğu her hücresinden belli oluyordu.
Aslan geldiğinde, onu taksiye bindirip Alper’in evine kadar önlü arkalı gittiler. Arsız mutlulukları kapının önünde son bulmuştu. Mira kendisine ödünç verilen bir hayatı iade eder gibi üzerindeki kıyafetleri Emre’ye verip yan çantalara yerleştirmesini seyretti. Başını kaldırıp apartmana baktığında, bilinmeyenin korkusu yüzüne çoktan yerleşmişti.
İki tedirgin misafiriyle Alper’in kapısını çaldığında, o kadar çabuk açıldı ki, arkadaşının meraktan pencereye kamp kurduğuna anında emin oldu Emre. Kendisini hemen geçiştirerek önce adama sonra da Mira’ya baktı ve öylece kalakaldı.
Selamlaşma ve içeriye geçme faslından sonra gözlerini Emre’den bir an bile ayırmayan adam, onun kıza davranışından bir ipucu elde edebilmek için neredeyse ölecekti.
Kız beklediğinden çok farklıydı. Bir kere küçüktü. Yani tabii ki küçük olacaktı. Sonuçta on sekiz yaşındaydı. Ne düşüneceğini bilemediğinden, yaşlandığına karar verdi. Sonuçta Berna da tanıştıklarında on dokuz yaşındaydı.
Emre kızın her şeyiyle ilgileniyor, onun kendisini tedirgin hissetmemesi için elinden geleni yapıyordu. Bu kadar özen, Alper’i daha da şaşırtıyordu. Yani kızın varlığı bir ödülmüş gibi davranmaya da gerek yoktu.
Hele dayı, ödülden çok ceza gibiydi. Sert bakışlarla Alper’i süzüyor, nasıl bir insan olduğunu anlamaya çalışır gibi her yaptığını inceliyordu. Kendini mercek altında hissederek bunaldı.
Mira’ya ev tanıtıldı. Banyo nerede, mutfak nerede, temiz çarşaflar, havlular… Mutfakta ne nerede, dolapta ne var…
Televizyon nasıl çalışıyor, kumanda aletinin neresine basılıyor…
İnternete nasıl girilecek, şifresi ne…
Anahtarlar özenle kendisine teslim edildi. Telefon numaraları kâğıda yazılıp buzdolabına iliştirildi…
Marketin numarası, pizzacı, çorbacı, polis, hastane numaraları… Alper bir an çığlık atmaktan korktu. Ne oluyordu bu adama böyle? Alt tarafı kızla dayısı evde kalacaklardı.
Emre’nin kredi kartı da şifresinin yazılı olduğu bir kâğıtla masaya bırakıldı. Yok artık! Dayının sertleşen bakışlarına “Acil durum olursa güvence olsun, içim rahat olsun,” denerek konunun üzeri kapatıldı.
Ayrıca kızın Emre’nin artçısı olduğu da gözünden kaçmamıştı. O kıyafetler ne alakaydı? Nereden bulunmuştu?
Hayır, bu iş fazlasıyla garipti.
Emre’nin kıza kaçamak bakışlarını falan görse rahatlayacaktı aslında. Âşık olmuş diye etiketleyip işine bakacaktı. Ama öyle de değildi. Sanki Mira yıllar sonra bulduğu küçük kız kardeşiymiş gibi bir tavrı vardı. Önemseyen, sahiplenen, şefkat duyan, koruyan…
Kız da ilginçti. Dosdoğru insanın gözünün içine bakıyor, nasıl bir insanla karşı karşıya olduğunu görebilmenin rahatlığını taşırmışçasına sakin davranıyordu.
Onda da yoktu kaçamak bakışlar. Ama hayranlık vardı gözlerinde. Emre’ye çok değer verdiği hemen belli oluyordu. Soruna dönüşebilecek bir konu olduğunda hemen gözlerini Emre’ye dikiyor, neredeyse bakarak ona derdini anlatıyordu.
Bu ne iletişimdi böyle. Bu ne yakınlıktı… Sanki doğduğu günden beri birbirlerini tanıyorlardı da, yılların getirdiği bir anlaşma vardı aralarında.
Emre’yi bir an evvel evden çıkarıp sorguya çekebilmek için artık neredeyse çekiştirmek üzereyken “Biz şimdi sizi yalnız bırakalım, yarın görüşürüz,” dediğini duyarak içinde sıkışan nefesi bıraktı.
“Evet, lütfen kendi eviniz gibi davranın. İhtiyacınız olduğunda da aramaktan çekinmeyin,” diyerek hazırladığı küçük çantasını kaptığı gibi kapıdan dışarı çıktı.
Aşağı indiklerinde kendi makinesinin üst çantasından kaskını ve eldivenlerini çıkarıp çantayı oraya yerleştirdi. Emre’ye “Azmi Abi’nin yerine gidelim. Bana tüm bunları anlatmadan bir yere gidemezsin,” diye bir tehdit gönderdikten sonra makinesine binip çalıştırdı.
Pis herif kıs kıs gülüyordu. Alper’in merakı onu çok eğlendiriyor olmalıydı.
Söylenen yere geldiklerinde ikisi de makinelerini park edip içeri girdi. Sakin, fazla müşterisi olmayan tanıdık bir meyhaneydi. Mezeleri ve sıcakları söyleyip motosiklet kullanacakları için alkolü pas geçtiler.
Emre’nin dört günü özetleyip Alper’i aydınlatması çok uzun sürmemişti. Ama Alper’in şaşkınlığı neredeyse bütün gece üzerine yapışıp kaldı.
Sanki başına gelenler güzel şeylermiş gibi bahsediyordu Emre evlilikten ve bebekten. Sanki Mira ve bebek, yılbaşı paketinden çıkan sürpriz hediyelerdi. Ya Berna? O da bu kadar heyecanla açar mıydı bu paketi?
“Alper, yaşamımdaki koşullar bunlar. Uyum göstermek hepimiz için bu süreci yumuşatacaktır. Berna’nın tepkisini bilmiyorum. Onu da yaşadığımızda göreceğim. Eğer bir sevgiden bahsediyorsak, bunu ikimizin birlikte aşabilmemiz gerekecek. Aşamıyorsak, o sevginin zaten sorgulanması gerekiyor demektir.”
Ne yani, bu kadar basit miydi?
Berna eğer Emre’yi seviyorsa Mira’yı, bebeği ve geçici evliliği kabul edecek ve Emre’ye destek verecekti. O sahiplenen Berna… Ona ait olanların yanına bile yaklaşılmasını tolere edemeyen Berna… Alper’e bile uzaktan kumanda gibi sahip olan Berna…
“Berna’yı sen mi tanımıyorsun Emre yoksa ben mi?”
“İkimiz de Berna’nın bunu asla hazmedemeyeceğini biliyoruz Alper. Ama benim seçeneğim yok. Berna beni hırslarından daha fazla sevip sevmediğini anlayacak belki de. Sevginin gerektirdiği bir fedakârlıkta kendi yerini belirleyecek… Bunu zamana bırakalım ve görelim bence.”
Kararsızdı Alper. Bu, Berna’dan çok fazla şey istemekti. Ama belki de sevgi, gerçekten bunu bekleme hakkını kendisinde buluyordu.
“Sen benim tanıdığımın çok ötesinde bir adamsın Emre. Bunu şu an fark ediyorum. Eskiden senin için ‘fazla iyi bir adam’ demek, seni tanımlamak için yeterli olurdu. Ama şimdi sanki yüce bir kata ulaşmışsın da, bizlerin de oraya gelmesini bekliyormuş gibisin. Hep mi böyleydin de ben göremedim, kazadan sonra mı değiştin?”
Bir süre düşündü Emre. Gözlerini tabağına dikti, çatalıyla amaçsız gezintiler yaptı mezelerin arasında. O da bilmiyordu ki…
“Galiba hep böyleydim ama bunu gün yüzüne çıkaracak sınavlar hayatımda yer almamıştı.
Şu an her şey öylesine net ki benim yüreğimde. Berna’yı seviyorum. Onu incitecek bir şeyi bilerek asla yapmam. O da beni sevdiğini söylediğine göre, şu an yapmak zorunda olduğum şeyleri anlamalıymış ve bunu bir tehdit olarak görmemeliymiş gibi geliyor bana.
Çünkü ben bir tercih yapmıyorum Alper. Ben sadece kontrolümde olmayan olaylar karşısında kişiliğimin beni yönlendirdiği davranışları sahipleniyorum.”
Ne boktan bir durumdu aslında. Yeryüzünde bütün sevgi haykırışları böyle bir sınava tutulsa… Aşk şarkıları kim bilir ne kadar azalırdı. Bunun yerine, ‘sevdim ama o kadar da değil’ dizeleri çoğalırdı belki de.
“Tek tartışabileceğim konu, Mira’ya o tünelde kendini iyi hissettirmek adına kendimden bir şeyler vermekten sakınmam gerektiği olabilirdi aslında. Ama ben buyum Alper. Ben insanlara kendilerini iyi hissettirmeyi seviyorum. Onlar için hayatı daha adil kılabildiğim sürece kendi varlığıma anlam katabiliyorum. Bunu yanlış bulmak, beni yanlış bulmak olur.”
Derin bir nefes alıp yine derin derin bıraktı Alper. Ne aldığı yetti, ne verdiği.
“Kendimi öyle basit hissettiriyorsun ki bana…”
Emre’nin kaşları çatılınca, açıklama ihtiyacı duydu.
“Kötü anlamda söylemiyorum. Bu, ben bencilim, sen değilsin gibi… Ben nelerle uğraşıyorum, sen nelerle gibi…
Ama hayat bana kolay. Senin verecek çok mücadelen var dostum. Sen kavramların mücadelesini veriyorsun. Binlerce yıldır oturmuş değerlere savaş açıyorsun. Bunun sonucunda seni ya paramparça ederler ya da değerini bilerek el üstünde tutarlar ve hangisinin olma ihtimali daha yüksek, sen tahmin et.”
Birbirlerine gülümsediler. Alper’in sadece duygularını anlıyor olması bile Emre için ilaç gibiydi.
Restorandan çıkıp yolda birbirlerinden ayrıldılar. Alper Selda’da kalacaktı, Emre evinde…
Makinesini park edip loş ışıkların sakinliğine bürünmüş evine baktı Emre. Anahtarı eline aldığında, hala kilidi açıp açmayacağına bile emin olmamak çok can yakıcıydı.
Anahtarı kilide uzattığı an, kapının kendiliğinden açılıp karşısında çekingen bir gülümsemeyle duran Berna ile karşılaşmak kalp krizi geçirtecek kadar güzel bir manzaraydı.
Berna kapıya yaslanıp Emre’nin yüzüne bir süre baktıktan sonra elini uzatıp tutmasını bekledi. Emre avucunu onun sıcaklığına bıraktığında, karısının dudaklarından defalarca aynı cümle döküldü. “Özür dilerim. Çok özür dilerim.”