Tünel Bölüm 31
Hayatlar kimi zaman bir rastlantı sonucu değişir, kimi zaman da planlı olarak alınan bir kararla… Emre’nin hayatı her ikisiyle de tepetaklak olmuştu ama nedense içinde büyük bir huzur hissediyordu.
Garajlara gelmeden önce depoyu doldurmuş; benzinlikte çay, simit, peynir üçlüsünün çekiciliğine karşı koyamadan kahvaltısını da etmişti.
Mira ve dayısının gelmesine hala daha çok vardı. Ön taraftaki otobüslere binen ve inenleri seyrederken dalıp gitmişti.
Kimileri vedalaşırken, kimileri de kavuşurken ağlıyordu. Otobüs kalkana kadar hoplaya zıplaya el sallayanlar, araç gözden kaybolduğunda düşmüş omuzlarıyla ayaklarını sürüyerek hayatlarına geri dönüyorlardı.
Özlem bir yerlerde hep vardı. Onun payına da Berna’yı özlemek düşecekti her halde…
Acaba ne yapıyor, ne düşünüyordu? Davayı açmamış olması, içinde küçük bir umudu canlı tutuyordu. Bu kadar kolay bitmelerine izin vermezdi, değil mi?
Berna’nın Mira’yı hazmetmesi neredeyse imkânsızken, bebeği duyunca ne tepki verecekti?
Bir bebek. Emre’nin kanından canından bir parça… Kalbine dolan kocaman sevgiyi bastırmaya çalıştı genç adam.
Büyük bir kayıp, kendi kazancıyla birlikte geliyordu. Emre’nin yaşamındaki bir sevginin yeri başka bir sevgiyle doluyordu.
Umutlanmak için kendisine izin vermemesi çok da işe yaramıyordu. Dünden beri bebeği düşünmemeye çalışmıştı. Ya Mira doğurmamaya karar verirse? Bu onun hakkıydı. O daha kendisi çocuktu ve yapacak, yaşayacak çok şeyi vardı.
Onun bebeklerini aldırmayı seçmeyeceğini aslında biliyordu. O Mira idi. Berna değil. Berna önce kendi yaşayacaklarını düşünürdü. Mira ise bebeğiyle bunları yaşamanın bir yolunu bulurdu.
‘Ah Berna. Seni tanımlamak için seçtiğim her cümlede batıyorsun ama ne yapayım ki, seni bu halinle seviyorum ben. Bencilliğinle. Katılığınla. Senin bana duyduğun ihtiyacı seviyorum ben. Sana iyi gelmeyi, yaralarına ilaç olmayı…
Şimdi gidersen, yüreğinde ben de bir yara açmış olmayı nasıl kaldırırım bilmiyorum…’
Mira ile dayısının taksiden indiklerini görünce, hesabını ödeyip yanlarına gitti. Mira yarı yolda Emre’nin makinesini görmüş, heyecanla dayısına bir şeyler anlatıyordu. Emre gülümseyerek seyretti onu. Eller, kollar, çok önemli bir şey tarif ediyor gibiydi. Gözleri ışıl ışıl, kendisini kaybetmiş haliyle dayısını bile güldürüyordu.
“…yol vermese o kamyoneti mümkün değil geçemezdim…”
Emre ve Aslan birbirlerine gülümseyerek baktılar. Yaşı kaç olursa olsun, Mira’nın içinde hala büyümemiş bir taraf vardı. Bunun hep böyle kalmasını umdu Emre.
“Bulmuşsun bakıyorum siyah atımı.”
“Günaydın.” Gülümsemesi bahar gibiydi, yaz gibiydi, yeni yeni filizlenen her şey gibiydi…
“Yoldaki şövalyeliğini anlatıyordum ben de.”
“Bakma sen ona Aslan. Ben bunların hepsini başıma dert olmasın diye yapmıştım aslında ama o ne yaptı etti yine başımın en tatlı belası oldu.”
Aslan elinde olmadan bir kahkaha atınca kendisini hemen susturup ciddiyetini takınmaya çalıştı. Bu adamla arasındaki mesafeyi koruyacak, yüzgöz olmayacaktı.
Mira motosikletin etrafını neredeyse tavaf ediyordu. Her bir detayına dokunuyor, parçaları okşuyordu. Yan çantalardaki kıyafetleri görse, kim bilir nasıl mutlu olurdu. Hele onları giyse… Hele yolda Emre’nin artçısı olsa…
Emre bir an Aslan’a baktı. O da beğeniyle makineyi süzmekten kendisini alamıyor gibiydi.
“Aslan, diyorum ki…”
Aslan dikilerek Emre’ye çevirdi sert bakışlarını.
“Otobüste yandaki koltuk boşken çok rahat uyuyabiliyor insan…”
Adam anlamadan Emre’ye baktı. Emre kıs kıs gülümserken Mira bir anda dikilmiş, gözlerini üzerlerine dikmişti.
“Çok şanslısın ki benim arkamda Mira için yer var ve biz senin yanındaki koltuğu boşaltabiliriz.”
Bir insanın saçları dikilebiliyor olsaydı, Aslan buna en iyi örnek olarak literatüre geçebilirdi.
“Neyse ki yine o kadar şanslıyız ki, kasksız, montsuz bu kıyafetle arkana birisini alman yasak.”
Mira’nın önce heyecanla ışıldayan yüzü, dayısını duyunca bir anda asıldı. Ne demeye heveslendirip aklına sokmuştu ki Emre bunu. Şimdi yol boyu motosiklette onun arkasında oturmanın nasıl bir şey olduğunu düşünüp duracaktı.
“Ya… Ekipman olsaydı Mira benim arkamda gelebilirdi, değil mi?” Dudaklarına ah keşke bükülmesi yerleşmiş, Aslan’a üzgün gözlerle bakmaya başlamıştı.
“Tabi canım, olsaydı elbette.”
Emre’nin gözleri Mira’ya kaydı. Yüzü düşmüş o kızı birazdan mutluluktan göklere çıkaracak olmanın heyecanı içini şimdiden sarmıştı.
“Mira’nın çok da hoşuna giderdi eminim. Baksana ne kadar hevesle bakıyor makineye…”
“Evet, tabii de kızı üzmesek diyorum…”
“Evet evet, üzmeyelim. Mira’yı sevindirelim,” diyerek yan çantayı açıp kaskı, montu, pantolonu ve botları çıkardı.
“Giy bakalım bunları ufaklık.”
Aslan, ağzı bir karış açık kıyafetlere bakarken Mira bir çığlık atarak etraftaki herkesin kendilerine dönüp bakmasına neden oldu.
“Ayakların kaç numara?”
“37.”
“Aklımı seveyim. Botlar tam uyacak.”
Mira bir anda duraksayarak elindeki ekipmana baktı.
“Ben bunları giyemem.”
Dayıyı ikna etmeye uğraşırken bu da nereden çıkmıştı şimdi?
“Neden acaba? Senin için alındı hepsi. Giymezsen üzülürüm.”
Bir anda ışıldadı o küçük surat.
“Benim için mi aldın? Yani şeyin değil mi, yani karının, yani…”
“Mira kapat çeneni ve giyin. Biz dayınla bavullarınızı götürelim otobüse.”
Aslan iki elini beline koymuş, her an Emre’nin suratına bir yumruk geçirecekmiş gibi öfkeyle bakıyordu.
“Oyuna getirdin beni!”
Bavulu onun eline tutuşturan Emre, “Kızma Aslan. Baksana şunun mutluluğuna… Bunu yaşamasına engel olup ona kıyabilir misin?”
Aslan Emre’ye garip garip bakarak başını sallayıp bavula yapıştı. Dönüp yürümeye başladığında “Nasıl bir kâbusa düştüm ben ya,” diye söyleniyordu.
Emre Mira’ya bir göz kırpıp Aslan’a yetişti. Otobüse gidene kadar dayı “Yavaş sür, kızı düşürme, seni oyarım bak Allahıma,” diyerek tehditlerini sıralamaktan bir saniye olsun vazgeçmedi.
Bavulları verdikten sonra otobüsün kapısının yanında Emre biletleri verdi ve Aslan’ın omuzunu tutarak sıktı. “Mira bana emanet. Sakın aklın kalmasın. Mola yerlerinde denk gelir miyiz bilmiyorum ama garajlarda seni bulacağım,” diyerek onu orada öylece bıraktı.
Otobüs perondan ayrılırken, Mira hala pantolonu giymekle uğraşmasına rağmen zıplayarak dayısına el sallamayı ihmal etmedi. Pantolon ve çoraptan sonra botları onun ayağına Emre giydirdi. Montunu giydiğinde bandanasını kafasından geçirip boynunu rüzgârdan koruyacak şekilde yerleştirdi, montun fermuarını çekti.
En son eldivenleri de giydirip iyice sıkılaştırdıktan sonra, “Kaskın içindeyken benimle konuşabilirsin ufaklık. Aramızda ses bağlantısı var,” diyerek kaskını giymesine yardımcı oldu. Kilidini iyice sıklaştırdı. Camını açıp kapattı. “Buğu yaparsa bunu hafif aralarsın, tamam mı? Duyabiliyor musun beni?”
Kaskın içindeki küçük surat ışıltıyla aydınlanarak “Evet,” dediğinde elinden tutup makinenin yanına götürdü ve peglere basarak nasıl bineceğini tarif etti.
Önce kendisi binip yan ayağı kapattı. Sonra Mira’ya binmesini işaret etti. Bu kız sanki motosiklete binmek için doğmuştu. Tek bir tereddüt geçirmeden sağ ayağıyla pege basarak havalandı, sol ayağını aşırtıp kendisini Emre’nin arkasına bıraktı.
“Gidebiliriz şövalyem,” diyen kibirli bir ses tonu Emre’yi mutluluğa boğdu.
Yola çıktıkları ilk anlarda Mira’nın attığı çığlıklardan Emre’nin kulakları neredeyse sağır olacaktı. Ama onun mutluluğuna gölge düşürmek istemeyerek sustu. O da biraz sonra sakinleşip ilgiyle etrafı seyretmeye başladı.
Birkaç dakika içerisinde Aslan’ın içinde bulunduğu otobüsü yakalamış, penceresinin yanından ona el sallamaya başlamışlardı. Adam önce asık suratla baktıysa da yeğeninin ışıl ışıl yüzüne daha fazla dayanamayarak ona gülümsedi. Emre’ye bir kez daha tehdit dolu bakışlarla baktıktan sonra, onların uzaklaşmasını başını sallayarak izledi. Ne gibi bir hayata gittiklerini bilmiyordu ama en azından yeğeni çok mutluydu.