Tünel Bölüm 30

Tünel Bölüm 30

Can simidi olmaya niyeti yoktu Alper’in. Bu yüzden günlerdir Berna’dan uzak duruyordu. Oysa şimdi ofise döndüğünde, ondan kaçması imkânsızdı.

Stepne gibi senelerdir Berna’nın yakınlarında bulunmak zaten canını yakmıştı. Ama şimdi Emre ile ilişkileri sarsılıyorken, duygularının hiçe sayılışına daha fazla zemin yaratmak istemiyordu.

Ofise yaklaşırken çalan telefonunda Emre’nin adını görünce sinirle cevapladı.

“Neredesin serseri, telefonu süs eşyası mı sanıyorsun sen?”

Hala kızın olduğu yerde olduğunu tabii ki tahmin ediyordu. Telefonu cumartesinden beri kapalıydı. Ama hiç olmazsa iyi olduğunu haber vermek için aramasını beklemişti Alper.

“Haklısın aramalıydım. Ama aklımdaki son şey buydu.”

“Ne yaptın, kızı buldun mu?”

“Evet. Yarın dönüyorum. Yanımda misafirlerim olacak.”

Misafiri anlardı da o -ler ne oluyordu?

“Misafirler derken?”

“Onu İstanbul’a dayısıyla getiriyorum. Bir süre senin evinde kalacaklar. Sen de kendine kalacak bir yer ayarla.”

Yuh!

“Tabii ki önceden bana sormana gerek yok Emrecim. Ne demek, benim evim senin evin, benim hayatım senin hayatın, dilediğin gibi sıçabilirsin içine. Nerede kalacağım ben ya!”

Bir dakika, kızı neden İstanbul’a getiriyordu ki bu oğlan?

“Selda’ya falan gidemez misin? Ayrılmadınız, değil mi?”

“Sayende ayrılacak kadar görüşemedik. Neyse, ne kadar sürecek bu?”

“Onlara bir ev ayarlayana kadar… Senin emlakçı arkadaşın vardı. Ona benim eve yakın bir ev bakmasını söylersen daha çabuk dönebilirsin yuvana.”

Yüzsüz bir de dalga geçiyordu. Bir dakika… Kıza ev mi alacaktı bu hıyar?

“Kiralık mı satılık mı?”

“İkisi de olur, fark etmez. Yeter ki düzgün bir yer olsun.”

“Emre sen ne yapıyorsun?”

“Gelince konuşuruz. Yarın akşama doğru sende oluruz.”

“Tamam, başımın belası… Getir bakalım.”

“Alper…”

Tedirgin bir sessizlik vardı telefonun ucunda. “Efendim Emre.”

“Berna nasıl?”

Berna nasıl… Bilmiyordu ki. Görünüş olarak her zamanki gibiydi ama Emre’nin sorduğunun bu olmadığının farkındaydı Alper.

“Bilmiyorum koçum. Neredeyse on gündür ilk defa bugün kapı önünde gördüm onu.”

“Tamam, yarın görüşürüz. Buzdolabını doldurmayı unutma. Sağlıklı şeyler olsun.”

Kapanan telefona şaşkın gözlerle bakan Alper elinde olmadan sırıtmaya başladı. Sağlıklı şeylerden ne anlardı ki o?

Numaraları tuşlayıp Selda’yı aradı.

“Selam güzelim, çıkışta bir şeyler yapmak ister misin?”

Selda her zaman hazırdı. Alper ilişkilerinin başında, kendisinden bir şey beklememesini söylemiş olmasına rağmen her aradığında kendisine gelmeye devam ediyordu.

Normalde üç dört günden fazla ömrü olamayacak beraberlikleri, araya Emre’nin kazasının girmesi yüzünden uzamıştı. Bu sürenin çoğunda da görüşmemişlerdi zaten.

Şimdi, Berna yüzünden Selda’dan ayrılmak istemiyordu Alper.

‘Berna Emre’yi kullanıyor, sen Selda’yı. Tencere kapaksınız.’

Öyleydiler. Sadece Berna bunu kabullenmeye bir türlü yanaşmıyordu.

Berna’ya nasıl davranması gerektiğini çözmüştü artık Alper. Korkuları yüzünden uzak durduğu baskın kişiliğinin aslında Berna’yı çeken yönü olduğunu biliyordu. Senelerce Alper de bastırmıştı kendisini. Kibar olmaya, onu üzmemeye çalıştıkça kendisi olmaktan çıkmış, Berna da bunu acımasızca kullanmıştı.

Ama artık buraya kadardı. Ne onların Emre ile çözmeleri gereken sorunlarında ne de şu an sürdürdükleri evcilik oyununda daha fazla yer almak istemiyordu.

Alper gidiyordu.

Ofise girdiğinde bir süre odasında oyalanıp çıkış saatine yakın Berna’nın odasına gitti. Ne kadar geç olursa, görüşmeleri de o kadar kısa olurdu.

“İnfazda herhangi bir şey görünmüyor.”

Berna Alper’e bakıp ne dediğini anlamaya çalıştı bir süre. Ondan istediği şeyin ne olduğunu bile unutmuştu. Kafasını sallayıp, kapı önünde gitmeye hazır görünen adama baktı.

“Girsene.”

Kısa bir duraklamanın ardından içeri girip oturdu Alper.

Masasında oturan kadın dalgın, mutsuzdu. Ama başka bir şey daha vardı gözlerinde… Bir farkındalık. Bir kabulleniş.

Emre’nin gidişi genç kadında bir şeylerin değişmesine neden olmuş olmalıydı. Onu kaybetmeyi istemiyordu belki de. Yanılan Alper idi belki de. Ne çok belki girmişti hayatlarına.

O hep ikisinin birlikte mükemmel olacaklarını düşünmüştü. Berna’nın sivri yönlerini ancak kendisinin törpüleyebileceğine, onun içinden taşan hırsı, sınırları zorlayan meydan okumayı sadece kendisinin karşılayabileceğine inanmıştı.

Peşinde koştuğu dinginlik Berna’ya göre değildi. Mücadele etmeyeceği bir ilişkiden sıkılırdı o. Bir sonraki gününden emin olmak, içindeki heyecanı söndürür, Berna’yı Berna yapan hırçınlığı kaybolup giderdi.

Kavgalar, sert seks, sert barışmalar gerekirdi onun ruhunu doyurmak için. Erkeği için her gün mücadele etmek, hayata karşı tetikte ve canlı tutardı genç kadını.

Alper hep Berna’nın yaralarının Emre’nin sunacağı yumuşaklıkla sarılacağını, ancak ondan sonra kendi ihtiyaçlarına karşı dürüst olabileceğini düşünmüştü. Ama o yaraların sarılması için bütün bir hayat gerekiyordu belki de.

“Sinirimi senden çıkardığım için özür dilerim. Sana vurmamalıydım.”

“Şamar oğlanın olmaya alışığım ben. Ama bu sefer biraz ileri gittin.”

“Haklısın. Bunun seninle ilgisi yoktu.”

“O zaman Emre’ye vursaydın.”

Sinirlenince biraz eski Berna’ya dönmeye başlamıştı kadın.

“Tamam abartma. Özür diledim.”

“Başka bir şey yoksa Selda beni bekliyor,” diyerek kalkan adama şaşkınlıkla bakakaldı Berna. Selda da nereden çıkmıştı şimdi?

“Aslında var Alper,” diyerek adamın yeniden oturmasını sağladı.

“Emre’den haberin var mı?”

“Telefonu açık bildiğim kadarıyla. Biraz önce konuştum. Arasana.”

Berna gözlerini kısarak Alper’e dikkatle baktı. Yanlış bir şeyler vardı. O tünelden beri Alper’in davranışları tamamen değişmişti. Önce kendisine emirler vermeye sonra da uzak durmaya başlamıştı. Berna ipin ucunun iyice kaçmaya başlamasından rahatsızlık duydu.

“Neden yapıyorsun bunu Alper?”

“Bence ikinizin hayatında yeterince yer aldım. Ama arkadaşlık da bir yere kadar. Hayata sadece bir kere geliniyor kızım ve ben artık hayatımı değecek bir şeylerle doldurmaya karar verdim.”

“Ne gibi şeyler?”

“Baba olmak istiyorum mesela.”

Boşluğun tanımı olabilirdi Berna’nın yüzündeki ifade. Sağda solda çarpacak tek bir duygu yoktu ve Alper’in söylediği cümle ağırlığı olmayan bir cisim gibi salınıp duruyordu beyninin içinde.

Sonra tiz bir kahkaha fırladı Berna’nın dudaklarının arasından. Masasının arkasında eğilmiş, karnını tutarak deliler gibi gülüyordu.

Yüzündeki ifadeyi bir an olsun değiştirmeden onu izleyen Alper, “Komik bulmana sevindim,” diyerek yerinden kalktı.

Kahkahasını güçlükle yatıştırmaya çalışsa da durmak sanki imkânsızdı. Alper’in kalktığını gördüğü an, deli gibi gülme isteği bir anda deli gibi ağlama isteğine dönüştü.

“Nereye gidiyorsun?”

“Selda beni bekliyor. Bilirsin kadınlar bekletilmekten hoşlanmazlar.”

Demek böyleydi… Pekâlâ… Buz formuna geri dönerek Alper’in gözlerine küçümseyerek baktı.

“O zaman onu bekletmemelisin.”

Kapıdan çıkıp giden Alper’in ardından çok uzun süre hareket bile edemedi Berna. Terk edilmişlik duygusunun yüreğini sarmasından nefret etti. Canını acıtıyordu bunu hissetmek. Annesi gibi… Babası gibi… İstenmeyen bir paket gibi İstanbul’a gönderildiği zamanlar gibi…

Ama nedense canı şimdi daha da fazla acıyordu.

Gözünün önüne bir an Alper’in bir çocukla oynaması geldi. Çocuk ona gülümsüyor, hayran hayran bakıyordu. O da oğlanı şefkatle kucağına alıp sarılıyordu.

Sonra bir kadın geldi yanlarına. Alper’in omuzlarına sarılarak uzanıp çocuğu öptü. Alper de kadının yanağına bir öpücük bıraktı.

Kadın döndü, Alper’e gülümsedi. Kendisiydi.

Çantasını kaptığı gibi ofisten dışarı fırladı genç kadın. Sokaklarda insanlara çarparak yürüyor ama ne canının acımasını ne de arkasından edilen küfürleri duymuyordu. ‘Ağlamayacağım,’ diyerek dakikalarca nereye gittiğini bilmeden kalabalığın içinde sürüklendi. Ve kalabalık, gözlerinden aşağı sicim gibi yaşlar inerek koşturan kadının farkında bile değildi…