Tünel Bölüm 29
Yenilgi, önce bakışlarda beden bulur. Emre’nin söylediğini duyduğu anda Celal’in de ilk olarak gözlerine yerleşti yenilgisi. Ardından bedeni kabullendi teslimiyeti ve yatağa, Mira’nın yanına çökerek oturdu.
Ama bu bir savaş değildi ve Emre de kendisini galip hissetmiyordu. İki adamın ve kadının üzerine çöken utanç genç adamı rahatsız etti.
Mira ise donup kalmış, ne hissettiğini belli etmeyen bakışlarla karşı duvara bakıyordu. Sonra elini yavaşça karnına götürüp dokundu ve gözlerini kapattı.
“Bunu sadece benim de söz hakkım olduğunu kabul etmeniz için söyledim.”
Aslan, dayandığı duvardan güç alarak doğrulup Emre’ye yaklaştı.
“Tebrik ederim seni. Bu kızın hayatını mahvettin.”
Yaşananlar adil değildi. Hiçbiri. Tünelden bu yana hiçbir şey adil değildi.
“Hayatı mahvolanın bir tek Mira olduğunu mu sanıyorsunuz? Sadece siz mi zor günler geçiriyorsunuz?”
Gözlerini tek tek o insanlar üzerinde dolaştırdı.
“Kazadan önce çok sevdiğim bir karım, çok mutlu bir evliliğim vardı.”
Bütün gözler kendi üzerine dikilirken Mira’nın başını eğdiğini görmek canını yaktı. Kendisini suçlu hissetmesini hiç istemiyordu.
“Ama karım da aynı sizin gibi. O da beni yargıladı, suçlu buldu ve infazı gerçekleştirdi. Dinlemeye bile gerek görmedi.”
Mira’nın bedeni neredeyse yok olmak istercesine ufalmıştı. ‘Lütfen,’ diye geçirdi içinden Emre. ‘Dinle beni ufaklık. Dinle ve içimdekileri anla.’
“Yine de, eğer o deliğe yeni baştan tıkılacak olsak, yaptığım hiçbir şeyi değiştirmezdim. Tüm kayıplarımı bile bile, bu infazı göze alırdım. Çünkü Mira’nın ölmeden önce içinde kalan son duygunun korku olmasını istemezdim.”
Öyle güzel baktı ki Mira Emre’ye… Öyle güzel gülümsedi ki… Emre de gülümsedi. Artık utanç yoktu. Vicdan azabı yoktu. Pırıl pırıl gözlerle kendisine bakan gururlu bir genç kız vardı.
“Sizden beni bir düşman gibi değil, Mira’nın iyiliğini hepiniz kadar isteyen biri olarak görmenizi rica ediyorum. Kaygılarınızı en az sizin kadar umursuyorum.”
Dikkatini yeniden babanın gözlerine yoğunlaştırıp, gözlerindeki samimiyeti görmesini dileyerek devam etti.
“Karımı seviyorum. O beni istemese de onu sevmekten vazgeçebileceğimi sanmıyorum. Ama Mira’yı çok önemsiyorum. İşlemediği bir suçun bedelini ödemesini adil bulmuyorum.
Ben hayatım boyunca adalete inandım. İnsanların bu kavramı yeterince anlamamış olmaları, benim vazgeçeceğim anlamına gelmiyor. Mira için adil olan neyse, bunu ona sağlayamazsam, işte o zaman kendime ihanet etmiş olacağım.”
“Ne yapabilirsin ki?”
Celal’in ağzından dökülen bu kelimeler, kendisinin bile farkında olmadığı bir yardım çığlığıydı. Kızının kurtulma umudu…
“Bunu cevaplamadan önce bilmek istediğim bir şey var. Bebeği bilmediğiniz halde, kızınızı umutsuzca, istemediği bir adamla evlendirmeye çalıştınız. Sizin de hoşlanmadığınız bir adamla… Sizi buna mecbur bırakan nedir?”
Celal’in yüzüne yerleşen tiksinti, o pislikten bahsedilmesinden olmalıydı ve Emre de buna sonuna kadar katılıyordu.
“Eğer kızımı ona vermezsem, evli erkekle birlikte oldu diye akrabalarıma haber verecek. Bu da Mira’nın ölüm fermanı olacak.”
Emre’nin çenesi bir an öyle bir kasıldı ki dişlerinin kırılmasından korktu. Amacına ulaşmak için her türlü yozluğu kendilerine hak gören bu tür insanlardan midesi bulanıyordu.
Eğer Zonguldak’a gelmemiş olsa Mira’nın hayatının nasıl bir cehenneme dönüşeceğini anlamış, kanı neredeyse damarlarında donmuştu.
“Mira evli olursa, her iki tehdit de ortadan kalkar.”
Emre’ye şaşkınlıkla bakan dört çift göz vardı.
“Kiminle evlenecek?”
“Kabul ederse, benimle…”
Mira bir anda kıpkırmızı kesilerek gözlerini ellerine dikti.
Mira’nın annesi şaşkınlıkla ilk defa konuştu. “Oğlum, sen zaten evlisin.”
Kelimelere dökmek canını acıtsa da, onun gerçeği artık bu değildi.
“Karımın isteği üzerine boşanma dilekçesini imzaladım. Ama dava henüz görülmedi. Eğer şu ana kadar davayı açmadıysa, en kısa sürede açılmasını sağlarım.”
Mira’nın keskin iç çekişi, hayret kadar dehşeti de barındırıyordu.
“Emre, sen karını her şeyden çok seviyorsun. O şu an bunu yapmayı düşünse bile, sen yapmaması için uğraşmalısın. Benimle evlenmekle onu tamamen kaybedersin. Buna izin veremem ben.”
Bencillik bu kızın yakınlarına hiç uğramaz mıydı? Hamileydi. Töre saçmalıklarıyla hayatı tehdit altındaydı. İstemediği bir canavarla evlendirilmeye çalışılıyordu ama o hala Emre’nin evliliğini kurtarmayı düşünüyordu…
“Sevgi onurla birlikte var olması gereken bir duygu Mira. Seni bunca sorunla bir başına bırakıp sevgimin peşine gidersem, onurum nerede kalır?”
Yatağın öbür tarafına geçip Mira’nın yanına oturdu ve elini tuttu. Babasının onları atmaca gibi izlediğinin farkındaydı.
“Sana sevginin ne güzel bir şey olduğunu anlatmıştım. Ama hayatın sevgiyi çeşitli şekillerde sınadığını o zaman ben de bilmiyordum.
Şimdi Berna bu sınavı verecek Mira. Eğer bana olan sevgisi gerçekse, yapmam gereken her harekette yanımda olmaya devam edecek. Değilse, zaten konuşmanın anlamı yok. Bu yüzden, kendini gereksiz baskıların altına sokma.
Bunlar benim seçimlerim. Bu seçimleri yapmadan ben ben olamam.”
Yeşiller yine mavilerin içinde kaybolmuştu. Sanki odada ikisinden başka kimse yoktu. Sanki tünelde, fenerin ışığında birbirlerine içlerini döküyorlardı.
Odadaki diğer üç kişi, bir an için kendilerini fazlalık olarak görmenin sıkıntısını yaşadılar. Bu ikisinin arasındaki neyse, yanlış değildi. Bu adam da niyeyse pek bir sevimli görünür olmuştu gözlerine.
“Senin okumanı sağlayacağım Mira. Bebeği doğurmak istemezsen karşı çıkmayacağım. Doğurursan da babası olarak hayatınızın sonuna kadar yanınızda olacağım ve bunu gururla yapacağım.”
Celal’in yataktan kalkıp karısının yanına gittiğini fark etmediler. Üçü de pür dikkat Emre’yi dinliyorlardı.
“Evli olduğumuz süre içerisinde senden adımı taşımandan başka bir şey istemeyeceğim. Bebek doğduktan uygun bir süre sonra boşanırız. Böylece sanırım senin ve ailenin sıkıntıları ortadan kalkmış olur.”
Dönüp ailesine bakan Mira, üçünün de üzerindeki kasvetin kalkıp şaşkın bir rahatlamaya kavuşmuş olduklarını gördü. Hele annesi gülücükler saçarak ikisini seyrediyordu.
Babası hala temkinliydi ama dayısının Emre’yi çoktan akraba olarak görmeye başladığı belliydi. Neredeyse sırtına yumruklar indirip damat diye kucaklayacak gibi görünüyordu.
Emre’ye dönüp gözlerini içine baktı.
“Karınla konuşmadan seninle evlenmeyi kabul edemem.”
“Dalga mı geçiyorsun ulan bacaksız!” Dayısı hışımla yanlarına gelince Emre elini kaldırıp onun yaklaşmasını engelledi.
“İzin verir misin?”
Adamı yerine gönderdiğinde anneyle babanın da gergin bir yüzle Mira’ya baktıklarını gördü. Haklıydılar. Her şeyin çözümü tam ellerinin altındayken, bu ufaklığın yine sivri damarı tutmuştu.
“Bak Mira, yaşanan hiçbir şey normal değil. Ne koşullarımız, ne zorunluluklarımız. Bu yüzden, normal olaylara vereceğin tepkilerin biraz dışına çıkman gerekiyor.
İstersen şöyle yapalım. Gidelim İstanbul’a. Hatta dayın da gelsin seninle. Sanırım ailen bu şekilde daha huzurlu olacaktır. Sen sınavlarına çalışırken, Berna’nın tavrı da netleşmiş olur.
Eğer boşanmakta kararlıysa, zaten kimsenin yapabileceği bir şey yok. Ama eğer benimle devam etmek isterse, seninle tanıştıracağım. Onunla istediğin gibi konuşur, istediğin kararı o zaman verirsin. Anlaştık mı?”
Anlaşmışlardı. Mira rahatlamıştı. Anne, baba, dayı rahatlamıştı. Şimdi hızla harekete geçme zamanıydı.
Emre Mira’nın yanından kalkıp, babasının yanına gitti. Elini uzatıp, “Adım Emre Kıraç. Sizinle tanışmaktan onur duydum efendim,” dedi.
Kararsız da olsa, genç adamın elini sıktı Celal.
“Celal Aker.”
Anneye dönüp, “Sizinle de, efendim” diyerek elini uzattı.
“Sevim. Memnun oldum oğlum.”
“Ve sizinle de.”
Uzattığı el, kuvvetlice sıkıldı.
“Aslan Özkan.”
Tekrar Celal’e dönerek, “Mira ile Aslan Bey için yarın sabaha otobüs bileti alacağım. Telefonla otobüs saatini size bildiririm. Sizin için de uygunsa, şimdi Mira’nın çıkış işlemlerini yapayım.”
Onayını başını sallayarak veren Celal, Emre odadan çıktıktan sonra dönüp herkese tek tek baktı. “Nasıl bir adam bu yahu?”