Tünel Bölüm 25
Hastanede Emre her şeyin kontrolünü eline almıştı. Mira derhal acile servise götürülmüş, yerlerde sürünen tansiyonunu yükseltmek için gerekli müdahale yapılmış, doğrudan özel odaya alınmıştı.
Doktorlar, yaşadığı yoğun stres sonucunda sinirlerinin iflas ettiğini söylediğinde, Emre yüzünde büyük bir hayal kırıklığıyla Mira’nın babasına baktı. Ne baba ne anne ne de dayı Emre’ye bir kez olsun bakmamışlardı. Gözlerini özellikle ondan kaçırıyor, sanki o yokmuş gibi davranıyorlardı.
“Sizden bana ne kadar gururla bahsettiğini bir bilseydiniz…”
Doktorların söylediklerinden ve Emre’nin varlığından dolayı zaten sarsılmışlardı ama şu an adamın söylediği bu cümle, babanın kalbine bir ok gibi saplanmıştı.
“Onu koruduğunuzu, kendisini geliştirebilmesi için her türlü desteği verdiğinizi sanmama neden olmuştu.”
Yatakta kendini bilmeden yatan kıza dönüp baktı.
“Bu kadar muhteşem bir insanı yetiştirebilmek için çok özel insanlar olmalıydınız. Sevgi dolu, kendisine inanan ve güvenen, hayata verecek çok şeyi olan bir kız yarattığınız için sizin de öyle olduğunuzu sandım.”
Tekrar babaya döndüğünde, yüzünde beklentilerinin yanlış olduğunu fark etmiş bir adamın ifadesi vardı.
“Onu bu kadar incitme hakkını kendinizde nasıl görebildiniz?”
Ses tonu öylesine yargılayıcı ve sahipleniciydi ki, Mira’nın annesi, kızının güvende olduğu hissinin yüreğinde çöreklenmesine engel olamadı.
“Mira sizin kızınız olabilir. Benimse hiçbir şeyim olmayabilir. Ama onu bu hale getirerek benim gözümde üzerindeki tüm haklarınızı yitirdiniz. Bundan böyle onu üzecek, tedirgin edecek, canını sıkacak tek bir hareketinizde karşınızda beni bulursunuz.”
Emre meydan okuyan gözleriyle kendisine bakmayan insanları bir süre daha süzdükten sonra odaya girdi ve bir daha da Mira’nın yanından ayrılmadı.
Genç adamın kendisi de perişan görünüyordu. Aldığı darbelerle yüzü şişmiş, kıza bir şey olacağı korkusuyla yüzündeki beyazlık hala normale dönmemişti. Yine de Mira’nın elini hiç bırakmadan okşayarak yanında olduğunu hissetmesi için elinden geleni yapıyordu.
Emre’nin davranışı kızın ailesi için o kadar beklenmedikti ki, ne düşüneceklerini şaşırmış, itiraz bile edemeden öylece ikisini seyrediyorlardı. Onların kafasında, kızlarından yararlanan yaşını başını almış evli bir adam vardı. Onun kızlarına bu kadar değer vermesini ve zarar görmesini engellemek için kendilerinden bile sakınmasını akılları almamıştı.
Yine de o, düşmandı.
Mira’nın babası, Celal Aker… Gözü gibi baktığı en büyük çocuğunu neredeyse kaybedecek olmanın şokunu atlatamadan, hastaneden çıkıp eve geldiğinde ruhen çökmüş bir enkazla karşılaşmanın yıkıntısını yaşamıştı.
Sonra Mira, annesine tüneldeki adamı anlatmıştı. İşte o zaman Celal neredeyse yok olmanın eşiğine gelmişti. Adam evliydi ve kızını belki de istemediği bir yakınlığa zorlamıştı. Bu çöküntünün başka bir açıklaması yoktu.
Duyulsa, Celal’in ailesi söylentileri kaldıramazdı. Oğullarını büyük kentlerde çalışmaya göndermiş olsalar da kendileri hala Sarıkamış’ın küçük sınırlarında, küçük hayatlar yaşamaya ve bunun tek gerçek hayat olduğuna inanmaya devam ediyorlardı. O hayatta da Mira’nın evli bir adamla ilişki kurmuş olması bağışlanmazdı.
Amcasının çocuklarının haberi olacağı korkusuyla ne yapacağını şaşıran Celal Bey, Mira’yı üniversite sınavına girmekten men etmişti önce. Sonra tek başına evden çıkmaktan… Sonra da telefonunu almıştı.
Onu dış dünyadan saklamak istemiş, zarar görmesini engellemeye çalışırken yaralı ruhunu daha da zedelediğini fark etmemişti.
Güvenmediği Mira değildi ki. Dünya kötüydü. İnsanlar kötüydü ve Celal kızını nasıl koruyabileceğini bilmemenin çaresizliğiyle ne yaptığını fark edemeyecek kadar despotlaşmıştı.
Mira itiraz etmemişti yaşamına getirilen sınırlamalara. Odasından çıkmadan günlerce oturmuştu ses çıkarmadan. Ceza değil kaçış gibi sarılmıştı o yasaklara. Sınava giremeyeceğini kabullenmişti. Bir daha da kapağını açmamıştı kitaplarının.
Derken mahallede konuşmalar başlamıştı. Kimse gerçeği bilmediği halde, tünelde bir adamla yalnız kalan kızla ilgili senaryolar türetilmişti ve bunun arkasında Piç Mustafa’nın olduğuna neredeyse emindi Celal.
Her türlü kanunsuz işte parmağı olduğu bilinirdi o adamın. İki senedir Mira’da gözü vardı. Şimdi, ‘Kızının adını ancak ben temizlerim,’ diyerek yakasına yapışmıştı. Celal kabul etmeyince de, ‘Öyle bir dedikodusunu çıkarırım ki, bir daha hiçbiriniz buralarda barınamazsınız,’ diye tehdit etmişti. Sonra da pis pis “Sarıkamış’a gönderilecek bir posta güvercinim bile var Celal Bey,” demişti. “O kuş yola çıkarsa, bir daha kızını ara ki bulasın. Gel vazgeç inadından. Evli bir kızın olması, ölü bir kızın olmasından iyidir.”
İşte karısına anlatırken, bunu duymuştu Mira. Konulan yasakların ardından bunun da başına geleceğine anladığı an, günlerdir içine attığı her şey yüzeye çıkmış ve küçücük kuzusu darmadağın olmuştu. Günahsız kuzusu… Gözünün bebeği.
İçli içli fark ettirmeden ağlayan karısının ellerini tuttu adam. Birbirlerine en ihtiyaç duydukları andı bu.
“Sevim.”
Başını kaldırıp gözlerine bakan karısına güç vermek istercesine bakıp elini sıktı.
“Ağlama, seni ağlarken görmesin Mira.”
Gözlerini silip dimdik karşıya bakarak güçlü durmaya çalıştı Sevim. Gözünün durmadan odadaki adamla kızına kaymasına engel olamıyordu.
“O Mustafa yaşarken mezara koyar kızımızı Celal.”
Burnundan öfkeli bir nefes verdi adam. Kendisi bilmiyor muydu sanki?
“Amcaoğullarımın elinde ölmesinden daha mı kötü Sevim?”
Buz gibi bir kıskaç kadının yüreğini ele geçirdiğinde nefesi tıkandı.
“Ne diyorsun sen Celal!”
“Mustafa… Sarıkamış’a haber göndereceğini söyledi.”
Karısının bembeyaz kesilen yüzünde kendi çaresizliğini gördü adam.
“Ya mezara girecek, ya içerideki adamın metresi olacak ya da Mustafa’nın karısı… Söyle bana nefesim. Hangisini seçeyim ben?”
Artık hıçkıra hıçkıra ağlıyordu kadın. Şu ana kadar aklına gelmeyen şeylerle dünyası kararmış, çıkmazların ortasında hayatlarının mahvolduğunu anlamıştı.
Mira’sı, kuzusu… Beter bir hayata mahkûm olmuştu.
Ablasının hıçkırıklarına dayanamayan Aslan, yanlarına giderek önüne diz çöktü.
“Ablam, yapma böyle. İyileşecek can parçamız. Bir şeyi yokmuş, sadece tansiyonu düşmüş.”
Kardeşinin eline can simidi bulmuş gibi yapışan Sevim, “Ah Aslan’ım, bir bilsen…” diye hıçkırarak ağlamaya devam etti.
“Ne bileceğim abla? Enişte, niye ağlıyor ablam?”
Celal perişan bakışlarını kayınbiraderinin görmemesi için yere bakmaya devam etti.
“Mustafa Mira ile evlenmek istediğini söylemiş eniştene.”
Anlamadan bir süre ablasına baktı Aslan. Şaka olmalıydı bu. O herif yeğenini siker atardı. Adam hiçbir değere saygısı olmayan sosyopatın tekiydi.
“Enişte, kızı kendi ellerinle vur gitsin, daha az acı çeker.”
O zaman kaldırdı başını Celal.
“Ben yapmam Aslan. Ama amcaoğullarım yapar.”
“Enişte, amcaoğulların nereden bilecek ta Kars’tan. Ben alır Bolu’ya götürürüm Mira’yı. Orada sınava girer. Orada okur.”
“Mustafa, kızı vermezseniz ben söyleyeceğim diyor.”
Çömeldiği yere kendini bırakıp oturdu Aslan. Başını ellerinin arasına alıp ciğerlerine dolmayı başaramayan nefesiyle savaşmaya başladı. Tıkanıp kalmıştı içinde bir yerlerde.
Odada yatan yeğenine kaydı bakışları. Yanındaki pezevenk bile daha masum görünüyordu artık gözüne.
Adamın Zonguldak’a neden geldiğini merak etmekten kendisini alamadı bir an. Karısı vardı, kurulu düzeni vardı, ama o gelmiş Mira’ya kol kanat germişti. Sanki kendileri ona zarar vermek isterlermiş gibi…
Bakışları bir an Emre ile karşılaşınca, tükürür gibi başını çevirdi.
Emre bir süre yerde bitkin bir şekilde oturan adamı izledi. Mira’nın ailesinden sadece bu dayı bakmıştı kendisine, onun da nefreti bu kadar uzaktan bile belli oluyordu.
Genç adam hastanede onları parasıyla ezmezse, kızın yanına bile yaklaşamayacağının farkındaydı. O yüzden hizmet bedelini onların gücünün ötesinde tutmak için elinden geleni yapıyordu. Gerekli gereksiz ne tahlil varsa yapılmasını istemişti. Sonuçlar gelene kadar da içeri kimsenin alınmamasını garantilemişti. Doktorlar Emre’yi hastanın yakını olarak kabul etmiş, istediği her türlü tahlili yapmak üzere seferber olmuşlardı.
Dönüp yeniden yatakta solgun yüzü ve ufacık bedeniyle yatan Mira’ya baktı. Ölümün kıyısında bile hayat dolu olan bu küçük beden, yaşamın ortasında solup gitmişti.
“Kimsenin seni üzmesine izin vermem ufaklık, sakın korkma.” diye fısıldayarak avuçlarının arasındaki küçük eli öptü.