Tünel Bölüm 24
Bu kadar huzurlu bir mahallede büyümek çok güzel olmalıydı. Kocaman bir parkın etrafına dizili en çok üç katlı apartmanlar, yeşilin gökyüzüyle birleşmesine izin veriyordu. Kaldırım kenarlarına tek tük park etmiş arabanın modeli, mahalle sakinlerinin mütevazı yaşam düzeyinin göstergesiydi.
Büyük marketlerin adım başı yığıldığı büyük kentlere göre, apartmanlardan birisinin altına sıkışmış mahalle bakkalı, mahallenin 1980’lerde kaldığı izlenimini veriyordu. Hala ayakkabı tamiri yapan bir dükkânın yaşamını bu sokakta sürdürdüğünü görmek, kapitalizmin ikiyüzlü şaşaasının aslında ne kadar kirli olduğunu insanın yüzüne çarpıyordu.
Sokağın sakinliği, bisiklete binen çocukların artmasıyla tatlı bir telaşa büründüğünde, Emre parka oturalı üç saat olmuştu. Bütün sokak neredeyse uyurken parkı keşfedip kuytu bir yere makinesini park etmiş ve adresteki apartmanı aralarına ağaçlar girecek şekilde gören bir banka oturmuştu.
Sokaktan geçen bir simitçi, lezzetli bir kahvaltı yapmasına olanak verecek kadar taze simitleri ve üçgen peyniriyle Emre’nin yüzündeki asıklığın biraz olsun düzelmesini sağlamıştı.
Apartmana girip çıkan herkese dikkatle bakan genç adam, öğle saatlerinde yanında kırk yaşlarında bir kadınla dışarı çıkan Mira’yı gördüğünde neredeyse banktan düşecek kadar heyecanlanmıştı. Kızı susamışçasına zihnine işlerken, ikisinin yüzündeki mutsuzluk yavaş yavaş bilincine dolmuş, içinin kara bulutlarla sıkışmasına neden olmuştu.
Mira’nın başı yerdeydi, yüzü görünmüyordu. Etrafına bakmıyor, yanındaki kadın bir şey söylediğinde kafasını sallıyordu. Sonra kadın gitti, Mira da başını hiç kaldırmadan apartmana geri girdi.
Kapı kapandıktan bir süre sonra nefesi düzene giren Emre, ellerini yumruk yaptığını ve avuçlarının acıdığını neden sonra fark etti. Hiç böyle hayal etmemişti. O neşeli, hayat dolu kızın kıkırtılarını duymayı beklemişti. Oysa gördüğü, iç bayıltan bir kasvetti.
Gün boyu karşılaştığı herkesi zihnine not ederek, kimin komşu, kimin Mira’nın ailesinden olduğunu anlamaya çalıştı. Bir dede, bir dayı, anne ve baba ve iki kardeş olacaktı. Kadın annesi olmalıydı. Dayı boşandığına göre yenge yoktu. Kardeşler Mira’dan küçüktü. Ama apartmandan hiç çocuk çıkmamıştı.
Bir saat sonra Mira’nın yanında gördüğü kadın, kendisinden biraz daha genç bir erkekle eve geldi. Otuz beş yaşlarında görünen adamın sabahın daha erken saatlerinde apartmandan çıktığını görmüştü Emre. Acaba dayı olabilir miydi?
Kadın, erkek ya da Mira’nın pencerelerden her hangi birinde görünebileceğini düşünerek uzun süre bekledi Emre. Sonunda ikinci katın penceresinde adamı yakaladığında, Mira’nın evinin pencerelerini de göz hapsine almayı başardı.
Öğleden sonra, dayı olduğunu tahmin ettiği adam, yanında daha yaşlı bir adamla çıktığında, sadece Mira ile olan benzerliği bile babası olduğunu anlamasına yetmişti. Babacan, iyi huylu görünen adamın da suratı asıktı. Bu evde gülümseyen kimse yoktu.
Akşama doğru evin ışıkları yandı. Artık Emre evin içinde Mira’nın siluetini yakalamaya uğraşıyordu. Doğanın baskısını kasıklarında hissetmeye başladığında bile yerinden ayrılamadı.
Birkaç kez, onu iki küçük kafayla yan yana gördüğünü sandı. En dip odada kardeşleriyle mi birlikteydi? Neden ders çalışmıyordu? Sınava bir aydan biraz fazla zamanı kalmıştı. Çalışabilmek için Bolu’ya gitmeyi göze almışken şimdi hiç de hummalı bir çalışma yapar gibi değildi.
Bunu neden düşündüğünü anlamadı genç adam. Kız çalışsa da çalışmasa da buradan nereden bilecekti ki. Halindendi galiba. O düşmüş suratı sadece yas tutan bir bedene yakıştırmıştı Emre. Enerjisi kalmamış, hayatı bırakmış bir bedene…
Senaryo yazıyordu. Kalkıp otele gitmeliydi. Ertesi gün pazartesiydi. Aslında geri dönmeliydi. Ama gidemezdi. Mira’ya ne olduğunu anlamadan buradan ayrılamazdı.
Pazartesinin erken saatlerinde yine aynı banktaydı Emre. Artık mahalleyi de iyice öğrenmiş, pastanede kahvaltı etmişti. Mira’nın evi oradan da görünüyordu ve artık kimleri görmek için beklediğini biliyordu.
Dayı sabah çıktı. Baba öğlene doğru… Küçük bir oğlan kapının önüne çıkıp taşa oturdu. Pencereden anne seslenip kızgınlıkla eve girmesini söyleyince Emre onun da erkek kardeş olduğunu anladı. Sekiz yaşlarında olmalıydı.
Akşamüstü baba eve döndüğünde yanındaki adamın evin ahalisinden olmadığını anlamak için çok fazla zeki olmasına ihtiyaç yoktu. Garip bir adamdı. Gözleri velfecri okuyor, suratına yapışmış iğrenç gülümseme gözlerindeki bakışla birleşince insanda ondan uzak durma isteği uyandırıyordu.
Baba susuyor, adam durmadan onu ikna eder pozlarda konuşuyordu. Bir süre sonra babanın elini eline alıp sıkmaya başladı. Baba huzursuzdu. Başını yana sallıyor, elini çekmeye çalışıyordu.
Bu sahne gereğinden fazla uzayınca, Emre adama biraz daha fazla bakma ihtiyacı hissetti. Kendisi kadar olmalıydı yaşı. Takım elbisesi kalitesiz, gereğinden fazla özenliydi. Adam sırıttıkça Emre gerildi.
Bu adamda yanlış bir şeyler vardı.
Derken yüzündeki gülümseme silinip gerçek ifadesiyle çırılçıplak kaldı adam. Tehdit eden sadece gözleri değildi. Bedeniyle de babayı sindirircesine üzerine eğilmişti.
Mira’nın babası yenilmiş bir ifadeyle apartmandan içeri girip gözden kaybolana kadar arkasından baktı adam. Sonra gözlerini yukarıya, evin pencerelerine dikti. Suratına yerleşen gülümsemede, avını yakalamış bir hayvanın değil, -çünkü hayvanlar avlanırken bile belli bir asalete sahip olurlardı- bir insanın çiğliği vardı.
Telefonunu kulağına yerleştirip konuşarak yürüdüğünde, Emre onun arkasından gitme dürtüsüne engel olamadı. Drama filmlerinin ucuz kahkahalarına benzer seslerle heyecanlı bir şeyler anlatıyordu karşısındakine. İyice yaklaşan Emre …”küçük orospu tıpış tıpış kucağıma oturacak…” cümlesini duyduğu anda, başından aşağı kaynar sular döküldü.
Adamı arkasından yakalayıp yere yıkmak, kafasını taşlara vura vura ezmek istiyordu. Nereden bildiğini bilmiyordu ama bu pislik Mira’dan bahsediyordu. Emre bunu kalbinin ta derinlerinde hissetmişti.
Hızla geri döndü. Mira ile konuşup bilmek zorundaydı. Eve giderek ya da telefonla arayarak… Ama ne olursa olsun Mira’ya ulaşmalıydı.
Apartmanın girişine üç dört yüz metre kalmışken, isterik çığlıklar duyuldu önce. Ardından kapı açıldı ve ne dediği anlaşılmayan Mira dışarı fırladı. Dayısı arkasından koşup genç kızı tutmaya çalıştı.
Olduğu yerde donup kalan Emre, ne yapacağını bilemeden öylece baktı. Canı acıyordu. Mira’nın her çığlığında içinde bir şeyler kopuyordu.
Mira’nın kendisini kurtarmaya çalıştığını görünce yerinden fırlayıp yanlarına yaklaştı. Dayısının en ufak yanlış bir hareketinde müdahale etmeye hazır olan bedeninde bütün sinirleri gerilmiş, gözünü kan bürümüştü.
Böylesi bir şiddeti içinde barındırdığını hiç bilmiyordu. Ama öldürebilirdi. Mira’ya zarar verecek herkesi gözünü kırpmadan öldürebilirdi.
Sesi kesilen Mira hala kurtulmak için çırpınırken gözleri Emre’yi yakaladı. Yeşil denizleri önce şaşkınlıkla büyüdü, ardından sevinçle ışıldadı. Gülümseyecekken durdu, bakışlarının içi boşaldı.
Yeğeninin halini uzun bir süre anlayamayan dayı hala bir şeyler söyleyerek onu ikna etmeye başladığını düşünürken, bakışlarındaki garipliği algılayıp durdu. Kolunu bırakmadan başını çevirerek Mira’nın baktığı noktayı yakaladı.
Anlamsız bakışları Emre’nin üzerinde dolaştı. Kıyafetini incelerken kaşları çatıldı, gözlerinin içine kuşku yerleşti. Mira’ya baktı. Tekrar Emre’ye döndü.
Genç adamın meydan okuyan bakışlarını gördüğü an yüzüne öfke öyle hızla yerleşti ki, Emre eğer bakışlar öldürebilse, o an parçalara ayrılmış olacağını düşündü. Adamın ne zaman üzerine atladığını bile anlayamadı. Yüzüne inen yumruklardan kendisini korumaya çalışıp karşılık vermedi.
“Öldüreceğim seni orospu çocuğu! Sübyancı pezevenk! Ne istedin ulan parmak kadar çocuktan, göt oğlanı!”
“Dayı dur, yalvarırım dur, Dayı!”
Ama dayının duracak hali kalmamıştı. Sanki yaşamı Emre’yi yumruklarıyla öldürmesine bağlıymış gibi, durmaksızın vuruyordu. Sonunda onun da gücü kesildi, Emre ile birlikte o da yere çöktü, başını ellerinin arasına alıp hıçkırarak ağlamaya başladı.
Adamın vurmaktan vazgeçmesi üzerine Emre yüzünü açıp Mira’yı görmeye çalıştı. Mira neredeydi?
Kızın yerde baygın yattığını gördüğü anda adını haykırarak koştu, yerden kaldırıp kucağına yasladı.
“Mira uyan, Mira… Lütfen…”
Saçlarını yüzünden çekiyor, sanki dokunursa kendisine gelecekmiş gibi yüzünü okşuyordu. Yüzündeki rengin giderek beyaza dönüşmesi üzerine korkuyla kızın nefesini almaya çalıştı. Bileğini tutup nabzını kontrol etti. Aklı çıkmışçasına yerdeki adama “Kaldır şu kıçını! Taksi çağır! Hastaneye gitmesi gerek! Nefes almıyor!” diye bağırdı.