Tünel Bölüm 23
Uzun süredir tek kişilik bir yolculuk için hazırlanmamıştı Emre. Bütün eşyasını üst çantaya koyunca yan çantalar boş kalmıştı.
Berna’nın haber vermesi için artık çok geç olana kadar evde oyalandıktan sonra, akşamüstü yine BMW’ye yollandı. Alışkanlıkla yine iki kişilik bir çadır, iki kişilik uyku tulumu ve mat aldı. Özenle bunları makinesine bağladı. Yan çantalar hala boştu.
Gözü reyondaki floresan sarısı kaska takıldı. Acaba Mira’yı motosikletiyle gezdirir miydi? Satıcıya, en küçük boyunu göstermesini istedi. Herhalde ona olurdu.
Yazlık montlarda en küçük beden neler vardı? Pantolonlarda? Eldiven? Bandanaları da görse miydi? Acaba Mira’nın ayakları kaç numaraydı? Kalıplar geniş olduğundan 37 numara botta sıkıntı yaşamayabilirdi.
Kaskların ikisine de interkom taktırdıktan sonra mağazadan ayrıldığında, artık yan çantaları doluydu.
Akşam Berna yine masaya dosyaları yaymış çalışırken, bir süre onu izledi Emre. Gözüne farklı görünüyordu. Kendi Berna’sı değildi.
Yüreği ne zaman bu kadar katılaşmıştı ki ona bakarken içi sızlamaz olmuştu? Gözlerindeki nefreti gördüğünde mi? Yoksa kayıtsız bakışlarına alıştığında mı? Belki de Alper’e tokat atarken gözlerinde yakaladığı o alevleri fark ettiğinde… Ağva’dan bu yana on üç gün geçmişti sadece ve o on üç günde sekiz yıl un ufak olup dağılmıştı.
“Yarın yola çıkıyorum. Birkaç gün buralarda olmayacağım.”
Berna başını bile masadan kaldırmadan, sadece gözleriyle Emre’ye baktı, anladığını belirtircesine kafasını salladı ve yaptığı şeye geri döndü.
O kadar.
Berna ile tamamen bittiklerini o baş sallamasında görmüştü Emre. Odasına gidip soyundu, yatağa yatıp gözlerini kapattı ve uyudu.
Beş saat sonra gözleri çalar saat hassasiyetiyle açıldığında hava yeni aydınlanıyordu. Duşun altında geçirdiği sürede bedeni canlanmış, motosikletle yol yapacak olmanın heyecanı bütün hücrelerini sabırsız bir beklentiyle doldurmuştu.
Giyindi, kahve eşliğinde kısa bir kahvaltı yaptı, termosa sıcak kahve koyup evden çıktı. Yollarda henüz tek tük arabalar görünmeye başladığında Emre çoktan çevre yolundan karayoluna çıkmıştı.
Mira hakkında en sorunsuz bilgiyi hastaneden alabileceğini düşünmüş ve rotasını yine aynı yola çevirmişti. Motoru park ettiğinde henüz öğlen saati bile değildi. Kaskını kilitleyip derin bir nefes aldı ve yoğun bakımın o tanıdık koridorlarını adımlamaya başladı.
Uyandığında kendisine Mira hakkında bilgi veren hemşire masasında oturuyordu. Emre’yi görünce kaşları çatıldı, sonra tanımanın verdiği rahatlamayla gülümsedi.
“Yoğun bakımda olmak için fazla sağlıklı görünüyorsun. Hayırdır?”
Pırıl pırıl bir gülümsemeyle masanın kenarına yaklaşan Emre, istediğinde çok çekici olabildiğini bilerek gülen gözlerini kadına dikti.
“Neyse ki artık burada sadece ziyaretçi olarak bulunuyorum. Nasılsınız?”
Yaşı kaç olursa olsun, kadın kadındı. Yüzüne yerleşen pembelik, hemşirenin bu ilgiden çok hoşlandığını belli ediyordu.
“İyiyim sağ ol. Hayırdır? Hasta mı var yine yoksa?”
Abartılı bir iç çekişle, “Yok, aman bir daha hiç olmasın zaten. İnanın bana, içeride yatmak hiç de o kadar hoş bir durum değildi,” diyerek en sevimli gülümsemesine büründü.
Nesrin Hemşire meraktan ölmek üzereydi. Bu şeker şey bir şey istiyordu, acaba neydi?
“Nasıl yardımcı olabilirim?”
Yüzüne mahzun bir tereddüt oturtan Emre, “Kaza sırasında yanımda olan bir kız vardı. Sadece adını biliyorum. Onun nasıl olduğunu bilememek beni çok huzursuz ediyor,” dedikten sonra bir sır paylaşırcasına sesini alçaltıp hemşireye yaklaştı. “Çok zor zamanlar geçirdik onunla.”
Nesrin’in kulaklarında kızın ‘Soyadını bilmiyorum’ deyişi yankılanırken, hastaneden ayrılana kadar kedi gibi yoğun bakımın etrafında dolanışı gözlerinin önüne geldi. Şimdi de erkek kedi dolanıyordu aynı yerde…
Biraz kıvrandırmalıydı şu şekeri. “O çok iyiydi, merak etme. İçini rahat tutabilirsin,” diyerek hınzırca gülümsedi.
Adamın yüzündeki hayal kırıklığıyla eğlendi bir süre. Bakalım ne kadar direnecekti bu kibar reddedilişe.
“Bundan haberim var, söylemiştiniz bana uyandığımda. Ben onunla konuşmadan rahat edemeyeceğimi hissediyorum.”
Ah bu erkekler… Doğrudan sormak yerine kıvırtıp durursa, Nesrin de onu kıvrandırırdı.
“Yok yok, ona da sormuştum ben giderken, sana bir şey söylemek ister mi diye, demedi bir şey. O yüzden içini ferah tut sen.”
Beyefendinin yüzündeki kedi ifadesi silinip yerini dümdüz bakışlara bıraktı. İşte böyle. Söyle bakalım şimdi ne diyeceksen Emre Efendi…
Adamın gözleri yaka kartındaki isme kayıp yeniden gözlerine döndüğünde, “Nesrin Hanım. Bana ona ulaşmanın bir yolunu söylemeniz için her şeyi yaparım. Lütfen.”
Şimdi masanın öbür tarafında doygun bir kedi vardı. Nesrin insanların hareketlerinin altındaki gerçek niyeti yakalamakta ustaydı. Bu oğlan o kıza ulaşmak istiyorsa, önce kendisini ikna etmek zorundaydı.
“Neden istiyorsun?”
Kararsızdı genç adam. Numara yapmaktan da sıkılmıştı.
“Onu görmeden, onunla konuşmadan hayatımı yoluna koyamayacağım. İyi olduğunu bilmem gerek. Bunu ondan duymam gerek.”
“Hastalarımız hakkında bilgi vermemiz yasak. Benim söylediğime güvenip huzur içinde evine dönebilirsin.”
Bir an gözlerini yumdu genç adam. Yüzüne yerleşen yılgınlık, bilgi alamamanın yarattığı bir şey olmanın çok ötesindeydi. Tekrar açılan mavi gözlerde amacını kaybetmiş, hayata tutunmak için bir neden arayan bir adamın çırpınışını gördü Nesrin.
Bilgisayara dönüp hasta dosyalarını açtı. Birkaç tuşa basıp gözlerini kıstı. Önüne çektiği kâğıda üç satır yazı yazdı. Cep telefonuna uzanıp rehbere girdi, aradığını bulana kadar tuşladı, onu da kâğıda ekledi ve Emre’ye uzattı.
“Mira Aker. Adresi ve telefonu burada… Eğer onun gözlerinde gördüğüm şeyi senin gözlerinde de görmemiş olsaydım, bu bilgiyi alabilmek için beni öldürmen gerekirdi,” derken adamın yüzündeki aydınlanmayı içi burkularak izledi.
O kız âşıktı. Bu oğlan da âşıktı. Görmüştü Nesrin ikisinin gözlerinde. Ve bu adam evliydi.
‘Allah sonlarını hayır etsin’ diye düşünerek elindeki kâğıda ezberlercesine bakan adamı süzdü.
“Eşin de seninle geldi mi?”
İşte bu, Emre’nin suratının tam ortasına atılan bir yumruktan daha sarsıcıydı ve acıtmıştı. Yüzü allak bullak olan genç adam, bir süre kadına bakıp, “Hayır,” dedi ve teşekkür ederek hastaneden çıktı.
Böyle olacaktı. Herkes böyle düşünecekti. Evli adam. ‘Genç bir kızla tünelde kalan evli adam kızın peşine düştü,’ diyeceklerdi. Mira’nın ailesi de ona bu gözle bakacaktı.
Bahçede gördüğü bir banka oturup başını ellerinin arasına aldı.
Ne yapıyordu? Elini kolunu sallaya sallaya kızın hayatına girip her şeyin yolunda olacağını mı sanıyordu? Mira’ya zarar verecekti. Belki de onu ailesinin ve çevresinin gözünde zor duruma düşürecekti.
Yeterince hasar yaratmamış mıydı?
‘Ya hamileyse?’
Hamileyse bebek yirmi günlüktü. Onun varlığından Mira’nın bile henüz haberi olmayabilirdi.
Ne yapacağını bilemeden bir süre daha oturdu. Düşünmesi gerekiyordu. Mira’ya zarar vermemek için her olasılığı hesaplayıp buna göre hareket etmeliydi. Geçerli bir nedene sahip olduğuna emin olmadan yeniden onun hayatına girmeyecekti.
Makinesine atlayıp bu sefer daha hızla ve daha hırsla Zonguldak’a kadar olan yolu yuttu. Ne manzarayı, ne yeşilin zengin tonlarını, ne de denizin engin mavisini görmedi. İçindeki kapkaranlık duygularla gri asfalt ve beyaz şerit çizgileri arasında kaybolmuştu.
Şehrin bir kilometre dışındaki beş yıldızlı otelin tabelasını gördüğünde parkına girip makineyi dışarıdan görünmeyecek şekilde yerleştirdi. Kontağı kapatıp içeri girdi. Tek kişilik bir oda tutup üst çantanın odasına çıkarılmasını sağladı. Duşa girdi, yolun terini akan suyla bedeninden temizledi. Yemeği odaya söyledi. Telefonundaki navigasyonda kâğıttaki adresin yerini işaretledi. Ardından yatağa uzanarak kopkoyu bir kâbusun kollarında sabaha kadar çırpındı.