Tünel Bölüm 22
Pazartesi gününü Berna’nın istediği gibi boş bıraktı Emre. Ve salı gününü… Ve çarşamba gününü… Plaka işlemlerinin tamamlanıp makinesini teslim alabileceğini öğrendiğinde perşembe günü akşamüstü çıktı evden. Adliyeye artık gidilemeyeceğini düşündüğü saatte…
Motor kıyafetlerini yanına aldı. Mağazadan ayrılınca, bir süre çevre yolunda dolaşıp yeni makinesinin tadını çıkardı. Eve döndüğünde akşam olmuştu.
Berna ile kapıda karşılaştılar. Beş gündür aynı evin içinde rastgele rastlaşmaların ötesine gitmemişti ilişkileri. Ne Berna konuşuyordu, ne Emre. Aynı otelde kalan iki yabancı gibiydiler.
Kapıdan içeri girmek üzereyken evin önüne gelip duran motosiklete baktı Berna. Bedeni gergin, kaşları çatıktı. Emre park edip kaskını çıkardığında yeni kıyafetlerini, motosikleti uzun uzun süzdü. Ardından, içeri girip yalnızmışçasına günü tamamlamaya devam etti.
Dört gündür dava için çağrılmamasını garip buluyordu Emre. Berna istese ne yapar eder, pazartesi günü sonuçlandırırdı boşanmayı. Ama ne konusunu açıyor, ne bilgi veriyordu.
Cuma günü de bekleyecekti Emre. Sonra, gidecek yolu vardı…
Alper her gün birkaç kez Emre’yi telefonla taciz etmekten vazgeçmiyor, ama eve gelmiyordu.
Emre, Alper ile Berna arasında dokuz senedir bastırılan o kıvılcımın bu kez şiddetle geri geldiğini Berna’nın tokadında görmüştü. Alper’in kendisini çekmesinin mi yoksa Emre’nin Mira ile olan durumunun mu buna neden olduğunu bilmiyordu genç adam. Ama Alper’in şu anda Berna ile aralarına bir duvar çektiğini ve onu bilinçli olarak kendisinden uzak tuttuğunu anlamıştı.
Sekiz yıl önce kendisi ortaya çıkmamış olsa, Alper eninde sonunda Berna’yı ikna ederdi. Bunu Alper de biliyordu, Emre de. Ama Alper Emre’ye bu yüzden kin duymamıştı.
Aralarında sadece tek bir kez konuşmuşlardı. Sızana kadar içip kendilerini dağıttıkları bir gece… Berna ile birlikte olmaya başladıklarından bir ay sonrasıydı. Kendisini tutmakta ve hayatı alaya almakta başarılı olan o adam, o gece Emre’nin yakasına yapışmış, “Onun ihtiyacı sensin. Ama sadece şimdilik… Bir gün onu senden geri alacağım. O zamana kadar onu üzersen seni ellerimle öldürürüm,” demiş ve sızmıştı.
Emre de üzmemişti onu. Hiç hem de. İçindeki sevgiyle sarıp sarmalamış, her ihtiyacında yanında olmuştu. Mutluydular. Emre mutlu olduklarını sanıyordu. Ama şimdi kafası çok karışıktı.
İlişkilerini yeni baştan gözden geçiriyor, detaylara gizlenmiş büyük anlamların farkına varıyordu. Berna’nın Alper’den hiç vazgeçmemiş olduğunu içten içe hep bildiğini anlamak yüreğini katılaştırmıştı. Hep bir oyun oynanmıştı ve buna Emre de dâhildi. Sadece Alper katılmamış, uzak durmuştu bundan. Şimdi de durduğu gibi. Onları yine kendi oyunlarında baş başa bırakmıştı.
Derin bir nefes alıp telefonunu çıkardı ve Alper’in numarasını çevirdi.
“N’aber koçum?”
“Makinene atlayıp gel ve siyah atımla tanış.”
“Yaşa! Aldın mı? Kullandın mı? Nasıl?”
“Kendin gör,” diyerek telefonu kapattı. Yirmi dakika içinde onun burada olacağını biliyordu.
Eve girip kaskıyla eldivenlerini girişe bıraktı, montunu çıkardı ve kendisine bir kahve hazırladı. Berna masaya oturmuş bir takım kâğıtlar üzerinde çalışıyordu. Genellikle eve iş getirmediğini bildiğinden, bunun kendisinden uzak durmak için bir bahane olduğunu tahmin etmesi hiç de zor değildi.
Kapının önünde çalan korna sesiyle yerinden kalkıp dışarı çıktı. Alper gelmiş, ağzının suları akarak siyah atını inceliyordu. Anahtarı ona fırlatıp, “Bekle, giyinip geliyorum. Biraz turlarız,” dedi.
Geri döndüğünde Alper’in makinesine yönelip oturdu.
“Ben mi kullanacağım şimdi bunu,” derken sırıtıyordu genç adam.
“Sen kullan. Dönüşte seni toparlamanın tadını çıkaracağım nasıl olsa,” diyerek gülümsedi Emre.
Eve doğru kaçamak bir bakış atan Alper, “Belki Berna da tanışmak isterdi yeni makineyle. Gelip gelmeyeceğini sormayacak mısın?” diye sordu.
Eldivenlerini sıkılaştırıp anahtarı kontağa sokan Emre, “Hangimizin arkasına oturmak isteyeceği konusunda kararsızlık yaşamasına olanak vermeyelim bence,” dedikten sonra kaskının camını kapatarak makineyi çalıştırdı ve sol sinyali verip arkasını kontrol edip yola çıktı.
Eve doğru son bir bakış fırlatan Alper içinden ‘Ah Berna’ diye söylenerek arkasını kontrol etti, Emre’nin arkasından fırladı.
Gri ve siyah iki motor, yol boyu bir dansçı zarafetiyle birbirlerini geçerek çevre yoluna bağlandılar. Her dönemeçte motorlar asfalta olabildiğince yaklaşıyor, yolun gidişine göre şeridin sağ ya da sol tarafına konumlanıyor, yolda seyreden araçların yanından rüya gibi kayıp gidiyorlardı.
Bir solukta yüz kilometreden fazla yol yaptıklarında, yol kenarına küçük bir ev sıcaklığıyla yerleştirilmiş bir et restoranının park alanına girdiler.
Kaskını çıkaran Alper, “İnmek istemiyorum, yeminle inmek istemiyorum,” diyerek kontağı kapattı.
Makineden inen Emre kaskını ve eldivenlerini kendi makinesinin üst çantasına koyduktan sonra, “Her güzel şeyin bir sonu oluyor haliyle,” diye sırıtıp restorana yürüdü.
Cam kenarına oturup yanlarına gelen garsona, onun önerdiği köfteyi ısmarlayıp birbirlerine sırıttılar.
“Şeytan diyor, yap bir şımarıklık, sat elindekini, al yenisini.”
“Dinleme sen o şeytanı. Daha çok kahrını çeker senin oğlan.”
“Bir tünel de ben bulup bıraksam şunu orada.”
Gülümseyen yüzüne inen karanlık, Emre’yi bir anda sessizleştirdi.
“Üzgünüm dostum. Bazen dilimle beynim eş zamanlı çalışmayı beceremiyor.”
Bir süre garsonun getirdiği salatayla oyalanan Emre, “Yarın yola çıkıyorum,” diyerek bombayı ortaya bırakıverdi.
Alper, bunun herhangi bir yol olmadığını içgüdüsel olarak hissettiğinden çatalı elinden bırakıp gözlerini arkadaşının karanlık maviliklerine dikti.
“Ne yolu bu?”
“Karadeniz.”
“Tek başına mı?”
Başını sallayarak onayladı.
“Berna biliyor mu?”
Bu kez başını iki yana salladı Emre.
Yeniden salataya yoğunlaştırdıkları ilgileri garsonun köftenin ilk porsiyonunu getirmesiyle dağıldı.
“Yanına arkadaş istersen izin alabilirim.”
Sessizlik bir süre havada bıraktı bu cümleyi.
“Bu yalnız çıkmam gereken bir yolculuk Alper. Hem senin de Berna’nın yanında olman gerekiyor.”
Çatalını sinirle tabağa bıraktı genç adam. “Berna’nın kocası ben değilim Emre. Sensin. Onun yanında olmak da sana düşer.”
Mavi gözler durgundu. Ama sakin, hazmetmiş, dalgalarından vazgeçmiş bir durgunluktu bu.
“Boşanma kâğıtlarını imzaladım.”
Alper’in rengi bir anda beyaza döndü. Bir şey söylemek istediyse de sesi çıkmadı. Emre’ye bakıp söylediklerini anlamaya çalıştı. Ve söylemediklerini… Sesinin titremeden çıkacağına ikna olduğunda sadece tek bir kelime çıktı ağzından.
“Neden?”
“Çünkü artık ben onun gözünde babasına benzeyen bir adama dönüştüm.”
“Tünelle Ağva arasında ne oldu Emre?”
“Mira oldu.”
“Mira da kim?”
“Tünelde yanımda olan kız.”
Alper’in ağzı bir karış açıldı. Gözlerine bomboş bir bakış yerleşti. Duyduğunu algılayıp kelimeleri anlamlarıyla eşleştirmeye çalıştı. Ağzı kapandı. Gözleri kısıldı. Derin bir nefes aldı. Emre’yi baştan aşağı süzdü.
Yeniden gözlerine döndüğünde, “Hayır,” dedi. “Duyduğum şey, duyduğumu sandığım şey olamaz. Ben senin nasıl bir adam olduğunu kendimden iyi bilirim. Berna’ya olan sevgini de kendiminki kadar bilirim. Her ne yaptıysan, nedenini bilmek istiyorum.”
Emre’nin gözleri bir anda sıcacık ışıklara büründü. Belki içlerine dolan birer gözyaşı damlasının yansımalarıydı bu ışıklar ama pırıl pırıl bir dans sergilendi maviliklerinde.
“Sen onunla çok iyi anlaşırdın.”
“Berna ile mi?”
“Mira ile.”
“Anlat bana.”
Anlattı Emre. Tüneli. Mira’yı. Berna’yı. Alper’in bütün gördüğü ise, Emre’nin gözlerinin sadece Mira’dan bahsederken yaşadığıydı.
“Yarınki yolculuğun… Ona mı gidiyorsun?”
Başını salladı Emre. “Korunmadım Alper. Eğer hamileyse onu tek başına bırakamam.”
“Değilse?”
“İyi olduğundan emin olup döneceğim.”
“Ona âşık olmuş olabilir misin Emre?”
“Alper ben onun yüzünü bile hatırlamıyorum. Yeşil gözler… Sarıya yakın saçlar… Hepsi karanlıkta gördüğüm fotoğraf kareleri gibi.”
“İnsan karanlıkta da âşık olabilir.”
“Biliyorum ama Mira’ya âşık değilim. Olsaydım söylerdim, inan bana.”
“Pekâlâ, inanıyorum. Beni arayacak mısın gittiğinde? Aklım sende kalacak.”
“Ararım. Lütfen sen de Berna’ya göz kulak ol.”
Alper’in yüzüne donuk bir bakış yerleşti.
“Bu konuda sana söz veremem.”
Neden? Bunca sene bekledikten sonra neden kendisini çekmişti Alper?
“Dört sene boyunca ona yanlış adamla olduğunu söyledin. Neden vazgeçtin?”
Acı bir gülümseme yerleşti adamın yüzüne. Masanın üzerindeki kürdanlığı çok önemli bir şey yapar gibi elinde çevirdi. Sonra başını kaldırıp gözlerini Emre’ye dikti. “Yanlış adamlaydı zaten. Ama ben onun bana, senin hata yaptığını düşündüğü için değil, benden başka kimseyle mutlu olamayacağını anladığı için gelmesini istemiştim. Daha azını kabul etmek için beklemedim ben bu kadar sene.”