Tünel Bölüm 21

Tünel Bölüm 21

Yalnız uyanmak, en az yalnız uyumak kadar soğuktu. Bedeninin değdiği noktaların dışında yatağın her yeri sanki esiyordu.

Acaba Emre uyanmış mıydı? Ne olacaktı şimdi? ‘Günaydın’ deyip güne mi başlayacaklardı?

Onun düşündüğünden farklı davranması yüzünden çok bocalıyordu. Neden bu kadar değişmişti bu adam? İhaneti yüzünden mi? Ölüm korkusundan mı?

Eskiden olsa, Emre’yi adı gibi bilirdi. Ne yapar, ne söyler, yüzünde nasıl bir ifade olur, kaşı ne zaman kalkar, gözleri ne zaman ışıldar… Şimdi ise hiçbir davranışına beklediği tepkiyi alamıyordu. Bu da Berna’yı çok huzursuz ediyordu.

Alper’in mesajı geldiğinde, Emre’nin ondan habersiz istifa etmesine o kadar sinirlenmişti ki soluğu hemen ofiste almıştı. Dilekçeleri hazırlamış, defalarca üzerinden geçmiş ve onun önüne fırlatmıştı.

Tartışırlar sanmıştı. Kâğıtları yırtıp atar sanmıştı. Boşanmamak için dil döker sanmıştı. Tutup imzalamasını beklememişti.

Ayrılacaklar mıydı?

Gerçek bir ayrılığa mı dönüşecekti bunun sonu?

Gözlerine biriken yaşları gerisin geriye itti. Ağlamayacaktı. O ağlamazdı. Kimse onu ağlatmayı başaramazdı.

Kapının zili ısrarla çalmaya başladığında, yataktan gönülsüzce kalktı. Sabahlığı üzerine geçirip saçlarını elleriyle düzeltti. Kapının dışından gelen sesler kalabalıktı ve bir Cumartesi sabahı için yersizdi. İçi biraz önce yalnızlıktan üşüyen birisi için ise belki de günün en güzel sesiydi.

Aralanan kapıdan gürültülü kahkahalarla içeri giren Alper, Selda, Ali Fırat ve Ebru’nun yüzlerindeki muzip pırıltılar merak uyandırıyordu. Sanki bir kutlama havası vardı üzerlerinde. Çantasında imzalanmış dilekçeler beklerken ne kutlama olurdu ama…

“Siz rahatınıza bakın, ben giyinip geleyim,” diyerek odaya koştu Berna. Hızlı bir duş, hızlı bir kıyafet seçiminin ardından hızlı bir makyajla güne hazırdı.

O gelene kadar salondaki masaya tabaklar yerleştirilmiş, çay demlenmiş, müzik açılmış ve koyu bir sohbet başlamıştı.

“Emre nerede?”

Serra’nın sorusu karşısında yüzündeki gülümsemeyi korumaya çalışan Berna, “Evden erken kaçmış sanırım. Uyandığımda yoktu,” diyerek kocasının artık nerede olacağı hakkında hiçbir fikri olmadığını belli etmemeye çalıştı.

“Arka bahçede toprakla oynayan adam o değilse, ciddi bir sorunun var demektir Berna,” diyen Ali Fırat cama vurarak Emre’nin dikkatini kendilerine çekti. Hepsi birden cama üşüşüp işaretlerle eve gelmesini söylerken gözleri Berna’nın üzerinden ayrılmayan Alper, kadının yüzündeki maskenin bir an için kayboluşunu kaçırmadı.

Gülümseyen yüzünün altında mutsuzdu…

Emre çok erken kalkıp, hatta neredeyse hiç uyumayıp evin dört duvarının dışına çıkmak istemişti. Bahçeyle ilgilenmeye başladığında hava yeni yeni ağarıyordu. Toprağa dokunmak onu rahatlatmıştı. Bu sakinlikten sonra evi basan kalabalığa alışmak kolay olmayacaktı ama Berna ile zorlama bir karşılaşma yaşanmasındansa böyle olması daha iyiydi.

“Emre ellerini yıkarken biz de masayı bahçeye kuralım. Hava güzel, içeriye tıkılmamış oluruz.”

Demek Berna her şey normalmiş gibi davranacaktı. Demek oyun oynayacaklardı. Emre buna uyum sağlamak istediğini hiç sanmıyordu.

Banyoda bir süre oyalanıp salona döndüğünde, hummalı bir çalışmayla mutfakla bahçe arasında gidip gelenlerin neden olduğu karmaşanın tam ortasına düştü. Bu kez de bahçe şezlonglarını çıkarma bahanesiyle depoya kaçtı.

Başaramayacaktı. Onların yanında sıradan bir gün yaşanıyormuş gibi davranamayacaktı. Aklında dönüp duran düşüncelerle boğuluyor, nefes alamamaktan korkuyordu.

“Sakin ol. Her an patlayacak gibi görünüyorsun.”

Alper’in bir süredir kendisini izlediğini fark etmek canını sıktı. Zaten kendisi için kaygılıydı, şimdi yakasını hiç bırakmazdı.

“Bir yalana başlamak istemiyorum Alper. O masada oturup her şey yolundaymış gibi davranmak istemiyorum.”

“Davranma o zaman. Nasılsan öyle ol. Kendin olmak için yalnız kalmak zorunda değilsin. Kimse senden kahkahalar atmanı beklemiyor. Onlar sadece seni seven insanlar Emre. Gülümsemesen de seni sevmeye devam edecekler.”

Elleriyle yüzünü ovuşturan genç adam, “Pekâlâ, gidelim o zaman,” diyerek şezlongları yüklendi.

Ağacın altına yerleştirilen masanın üzeri sanki günlerdir hazırlık yapılıyormuşçasına zengin kahvaltılıklarla doldurulmuştu. Yolda gelirken pastanede buldukları her çeşit pasta, börek, çörek, kurabiye, sandviç alınmış olmalıydı.

Semaver de başköşede yerini aldıktan sonra herkes kendisini şezlonglara atmaya başladı.

“Selda sen buraya otur, daha rahat edersin,” diyen Berna, kızı kendi yanındaki en rahat koltuğa yönlendirdi.

“Berna istersen bırak da sevgilim benim yanıma otursun. Zaten kaç gündür görmüyorum, özledim.”

Eğer yer insanın ayakları altından çekilebiliyorsa, Alper tam da bunu yapmıştı. Berna şaşkınlıkla kocaman açılan gözlerini gizleyebilmek için hemen masaya arkasını dönüp semaverle ilgilenirmiş gibi yaptı.

Sekiz yıldır ilk kez Alper, Berna’ya sınır çizmişti. Bıkkınlıkla değil, kızgınlıkla değil, öğretir gibi… Haddini bildirir gibi…

Berna dehşet içerisinde gözlerine dolan yaşları tutamadığını fark etti. Yanakları ıslanıyordu. Silmeye çalıştı, durmuyorlardı.

Berna kadar Emre de şaşırmış, bütün dikkati Alper üzerine yoğunlaşmıştı. Ne değişmiş, Alper buna neden gerek duymuştu? Emre ile Berna’nın arasının açık olduğunu öğrendiği an, kendisini Berna’ya kapatması ilginçti.

Berna sakin görünmesine çalıştığı adımlarla eve girdi. Nefes alamıyordu. Bir bardak su içti. Hala akmakta olan yaşları bir peçeteyle kuruladı. Durmayacaklarını anladığı anda da koşarak odasındaki banyoya saklandı. Duvara yaslanarak yere çöktü. Hıçkırıklarının duyulmasını istemiyordu. O hıçkırıkları duymayı kendisi de istemiyordu.

Neden ağlıyordu ki? Bir haftadır dimdik ayakta kalmayı başarmışken, Alper canını acıtmıştı. Belki de her şey üst üste gelmiş, Alper bardağı taşıran son damla olmuştu.

Emre’nin ihaneti acıtmıştı ama Alper’in ihaneti Berna’yı darmadağın etmişti. Kendisini yeniden sekiz yaşında, istenmeyen bir çocuk gibi hissetmişti.

Neden yapmıştı bunu? Neden şimdi? Emre ile aralarındaki gerginlik hakkında ne bildiğini bilmiyordu ama bir şeylerin yolunda olmadığının farkında olmalıydı. O zaman, ne demek istemişti?

Hıçkırıklarının durmayacağını anladığında duş kabininin kapısını açıp soyunmadan içeri girdi ve kapıyı kapattı. Buz gibi suyun başından aşağı dökülmesiyle bir anda şoka giren bedeni, bir süre sonra soğuğa alıştı, kasılmayı bırakıp gevşedi. Hıçkırıkları da yavaş yavaş azalarak duruldu.

Duşu kapatıp üzerindeki ıslak kıyafetleri çıkardı. Kapının arkasındaki bornozu giydi, odaya geçti. Gözleri aynadaki suretine iliştiğinde gördüğü, rimelleri akmış sekiz yaşında bir kızdı. Yatağa yatıp gözlerini kapattı. Sadece birkaç saniye, hiçbir şey düşünmek istemedi.

Bahçede espriler, kahkahalar gırla giderken Berna’nın yokluğu henüz fark edilmemişti. Sadece Emre ve Alper kaçamak bakışlarla kapıya bakıyor, birbirlerine kaş göz işaretiyle uyarıda bulunuyorlardı.

Sonunda Alper dayanamayıp Emre’ye gözleriyle ‘Git bak,’ işareti yaptı. Emre kafasını iki yana sallayıp aynı şekilde ‘Sen git,’ mesajını verdi. Alper gözlerini devirirken içinden söylendiği çok belliydi. Masaya dönüp yeniden konuşmalara katıldı. Ancak beş dakika sonra Emre yine ona içeri gidip bakmasını işaret edince, dayanamayıp ayaklandı.

Berna mutfakta yoktu. Salonda yoktu. Yatak odasının kapısı kapalıydı. Alper kulağını dayayıp içeriden gelen bir ses olup olmadığına baktı. Bir şey duyamayınca kapıyı tıklattı. Cevap yoktu. Dönüp gidecekken vazgeçip kapıya uzandı ve açıp içeri girdi.

Berna yatıyordu. Kaşlarını çatarak hasta olup olmadığını düşündü. Haber vermeden gelip yatması normal değildi. Yanına yaklaşıp solgun yüzünü ve kapalı gözlerinden akmış rimelleri gördüğü an, onun ağladığını dehşetle fark etti.

“Berna? İyi misin?”

Hiç ses çıkarmadı genç kadın. Alper onun uyumadığının farkındaydı ama çektiği duvarları da buradan hissedebiliyordu. Yatağa oturup, “Uyumadığını biliyorum. Ne halt ediyorsun burada?” diye sordu.

Berna’nın nefesi giderek hızlandı. İçinde büyüyen öfke ayak parmaklarından saç diplerine kadar büyük bir hızla yayıldı. Gözlerini açıp yatakta doğruldu. Gözlerini adama dikip ateşler saçarak baktıktan sonra öteki taraftan kalkarak ondan uzaklaştı.

Berna’nın yanına giden Alper, “Ne olu…” yor diyemeden kadının tokadı büyük bir hızla yanağına indi.

Şaşkın bakışlarla hırsından tir tir titreyen kadına bakarken elini yanağına götürdü.

“Deli misin sen?”

“Deliyim ya da değilim. Bu seni ilgilendirmez. Sen git de özlediğin sevgilinin yanında otur. Beni de rahat bırak!”

Alper’in hayretle bakan gözlerinden bakışlarını uzaklaştırdığı anda, kapıda onları izleyen Emre ile göz göze geldi. Öylece bakıyordu Emre. Yüzünde hiçbir tepki olmadan…

Önce Alper çıktı odadan. Hışımla… Sonra Emre arkasını dönüp uzaklaştı. Berna odanın ortasında içi bomboş, üşümüş ve yapayalnız kaldı…