Tünel Bölüm 18
Eskilerden konuşup yaşadıkları komik olaylara yeniden gülmek rahatlatıcıydı. Yaptıkları, Alper için Emre’nin yabancılaşmasını inkâr etmek, Emre için ise yaşamını farklı bir bakışla yeniden gözden geçirmekken, sanki ikisi de buna sarılmışlardı.
Birkaç saat sonra restorana iki çocuklu bir çift girdiğinde Emre durgunlaştı. Kaçmak bir yere kadardı.
“Ölenler arasında çocuklar var mı?”
Soru öylesine yersiz bir anda gelmişti ki Alper bir anda neden bahsettiklerini anlayamadı. Bütün o kahkahaların aslında bir oyun olduğu bundan daha iyi yüzüne çarpılamazdı.
“Var.”
Emre’nin gözlerinden düşmeye başlayan yaşlar Alper’in suratına bir tokat gibi çarptı. Onun artık bildiği Emre olmadığını bundan daha fazla hissedemezdi. Kimsenin ulaşamayacağı kuytulara gitmişti bu adam…
“Kaç kişi öldü?”
“Dokuz. Üç tane de yaralı vardı ama hayati tehlikeleri yoktu. Bir de seninle o kız. Kızın da bir şeyi yoktu. Tek ağır durumda olan sendin.”
Darmadağın görünüyordu genç adam. Alper onun kendisini toparlamakta ne kadar zorlandığını görüyor, ona yardım edememenin çaresizliğiyle sağa sola yumruk atmak istiyordu.
“Yaşamak o tünele girmeden önce ne kadar kolaymış. Bilmemek, düşünmemek ne rahatmış. Bir daha asla eskisi gibi olamayacağımı bilmek çok ürkütücü…”
“Atlatacaksın dostum. Yalnız değilsin. Ben varım, Berna var.” Biraz durakladı. Berna’nın nasıl olup da Emre’nin yanında olmadığına anlam veremiyordu.
Emre’nin gözlerine yerleşen boşluk ona öyle yabancıydı ki, sanki başka bir adama bakıyor olduğunu düşündü Alper.
“Berna nerede Emre?”
Günlerdir soramadığı sorunun dudaklarının arasından fırlamasına engel olamamıştı.
Emre bir süre camdan karanlığa baktı, sonra o karanlığı gözlerine emmiş gibi kapkara bakışlarıyla Alper’e döndü. “Berna tünelden çıkan Emre’den hiç hoşlanmadı.”
Ne diyordu bu adam?
“Sen şimdi bana onun senden isteyerek uzak durduğunu mu söylüyorsun?”
“Evet.”
“Ve senin de buna itiraz etmediğini?”
“Evet.”
Gözlerini kısıp bir süre karşısındaki donuk gözlere baktı Alper. Mantıkla köşe kapmaca oynuyorlardı sanki.
“Bana anlatmadığın nedir?”
Emre’nin gözlerinde karanlık vardı… Sadece karanlık…
“Bu Berna ile benim aramda bir konu Alper. Bundan bahsetmeyelim, olur mu?”
Tosladığı duvar canını çok acıtmıştı Alper’in. Bugüne kadar kendisiyle bir tuttuğu bu insan sanki onu kolundan tutup bir kenara fırlatmış gibi hissediyordu. Berna’ya da bunu mu yapmıştı? O yüzden mi genç kadın Emre’den uzaklaşmıştı?
Sesindeki kinayenin önüne geçemeden “Pekâlâ, istifa ettiğine göre bundan sonra ne yapmayı düşündüğünü sorabilecek miyim?” diye konuyu değiştirmeye çalıştı.
“Bir süre bir şey yapmak istemiyorum. Biraz kendimle olmaya ihtiyacım var. Sonrasında bana anlamlı gelecek herhangi bir şey yapabilirim.”
“Çalışmaya ihtiyacın olmadığını biliyorum ama bu saatten sonra avukatlık dışında ne yapabileceğini çok merak ediyorum. Sen hayatını adaleti sağlamaya adamış bir insansın. Bu senin için anlamlı değil mi artık?”
“Hayatın kendisi adil değilken adaleti sağlamaya çalışmak ikiyüzlülük gibi geliyor bana.”
“Neden adil değil Emre? Ne değişti üç günde?”
Emre’nin yüzüne yerleşen öfke genç adamın bir anda geriye yaslanmasını sağlayacak kadar şiddetliydi.
“O tünelde üç tane küçücük çocuk öldü Alper. Üç küçük oğlan… Bir hiç yüzünden… Onların gülümseyen yüzleri aklımdan bir an olsun çıkmıyor. Buradaki adalet nerede, bana söylesene!”
“Dostum, çocuklar her yerde ölüyor. Önceden de ölüyorlardı, bundan sonra da ölecekler. Yaşamın süresini belirlemek bizim elimizde değil. Ama yaşamın anlamını ölüme göre sorgulamak, sadece o ölümler adaletsiz diye vazgeçmek hiç de akılcı değil.”
İçeride koşuşturan çocukları seyretti biraz Emre. Yüzünde tek bir duygu belirtisi yoktu.
“Vazgeçmek değil Alper. Ama hak ettiğinden fazla anlam yüklemeye de gerek görmüyorum artık.”
Bu konuşma ikisine de bir şey katmayacaktı. Ve artık ikisi de normal bir yemekteymiş gibi davranamayacaklardı.
Alper garsona işaret edip hesabı istedi. Restorandan çıkana kadar bir daha hiç konuşmadılar. Yol boyunca da arabaya yayılan müzikten başka bir ses çıkmadı ikisinden de.
Arabayı Emre’nin evinin önünde durdurduğunda, ışıkları yanmayan eve baktılar bir süre.
“Geçecek Alper. Sarsılan her şey kendi yolunu bulup yeni bir düzene girecek. Eskisinden ne kadar farklı olacak bunu kestiremiyorum ama benimle ilgili olarak artık eski halime dönmem gibi bir beklentiye kapılmazsan sanırım ikimiz için de daha kolay olur.”
Dönüp yüzüne baktı. Gözleri koyu laciverte dönmüştü bu ışıkta. Karamsar değildi. Alper onun artık sadece farklı olduğunu hissetti içinde.
“Beni yeniden keşfet Alper. Benim de bunu yapmama yardım et. Dönüştüğüm insanla birlikte tanışalım. Bunu yaparken hiç olmazsa senin yanımda olduğunu bilmek bana kendimi iyi hissettirecek.”
Çok önemli bir anı yaşadıklarını görebiliyordu Alper. Emre’nin yardım çığlığıydı bu. Kaybolduğu bir karanlıktan uzattığı bir eldi. Alper için çok önemliydi. İçi mutlulukla doldu.
“Ne olursan ol Emre. Kim olursan ya da neye dönüşürsen dönüş. Sen benim için, bu dünyadaki en önemli insansın. Dönüştüğün insanı da yine senin kadar seveceğimi ve onunla gurur duyacağımı biliyorum. Yanında olmaktan onur duyarım.”
Emre’nin yüzüne yerleşen gülümsemeyle aydınlandı sanki arabanın içi.
“Yarın seninle gidip bana yeni bir siyah at alalım dostum. Kaskoyu beklemekle uğraşamam. Zamanın uygun olduğunda ararsın.”
Yüzlerindeki o heyecan, oğlan çocuklarının yaramazlık yaptıklarında paylaştığı o muhteşem birlikteliğin dışavurumuydu.
“Sabah boşum. On gibi bekle beni…” diyerek sırıttı Alper. Yeni bir motosiklet almanın sarhoşluğu şimdiden sarmıştı bedenini.
Uzaklaşan Subaru’nun ardından bir süre bakan Emre’nin sevgiyle ışıldayan yüzü, eve baktığında yine aynı donukluğa döndü. İçeri girip, ışıkları yakmadan üzerini çıkardı. Perdeleri açtı, camın yanındaki koltuğa oturdu.
Bu ev karanlıktı. Berna’nın karanlığı sinmişti her taşına. Hani ışıktı o? Ne zaman karanlığa bürünmüştü?
İçten içe, Berna’nın hayran olduğu asaletinin altında çirkin bir bencillik yatıyor olduğunu fark etmek canını acıtıyordu.
O böyle bir durumda bir adamla cinsel birliktelik yaşadığını söylese kendisi ne hissederdi? Kabullenmesinin çok zor olacağını tahmin edebiliyordu. Hatta belki de imkânsız olabilirdi. Bilmiyordu. Yabancılaşırdı herhalde Berna’ya. Birliktelik duygusu zedelenirdi.
Ama yargılamazdı. Onun bunu neden yaptığını anlamaya çalışırdı. Berna bunu yapamıyordu. Gri tonlarını hayatında yer vermek istemiyordu.
Bunu kabul edebilirdi Emre. Onun bunu hazmedemeyip kendisinden ayrılmasını bile kabul edebilirdi. Sadece bu kadar çirkinliği kabul edemiyordu. Paylaşmaya çalıştığı duygularını tamamen hiçe sayarak ‘bir kızla yatmak’, ‘seks yapmak’ gibi basite indirgemesini hiçbir tanıma oturtamıyordu.
O gün tünelde Mira’nın söylediği kelime kafasının içinde durmadan dönüp duruyordu… Anlaşılmak.
‘Ah Mira… Hayattan beklenebilecek en doğru şeymiş meğer anlaşılmak.’
Emre, Mira ile yatmış olmasına rağmen Berna’ya ihanet etmediğini biliyordu. Bunu kime anlatsa kendisine gülerdi ama Emre biliyordu. O ihanet etmemişti.
Tek beklentisi de Berna’nın bu düşüncesini algılamasıydı. Kabullenmesi değil, algılaması.
Oysa Berna, bunu yaşamış olmanın Emre’ye neye mal olduğunu hiç sorgulamamıştı. Sanki bardan bir kız kaldırıp ilişkiye girmiş gibi tiksintiyle bakmıştı.
Hayatının en önemli sarsıntısında Berna onu yalnız bırakmıştı. Onun sevgisine, desteğine en çok ihtiyacı olduğu anda sadece kendisini düşünmüş, Emre’nin ne hissettiğini umursamamıştı. Şu an Emre, ihanete uğrayanın aslında kendisi olduğunu düşünüyordu.