Tünel Bölüm 10

Tünel Bölüm 10

Saatlerdir hiç kıpırdamaksızın oturmaya devam eden Berna’yı izliyordu Alper. Uzun bir bekleyiş olmuştu. Çöküntüden sonra Berna da çökmüştü. İpleri Alper’in eline verilmiş bir kukla gibi o ne derse itiraz etmeden yapıyor, tartışmıyordu.

İçeriden çıkan her görevlinin yanına gidip ondan bilgi almaya çalışıyordu Alper. Ellerinde çok fazla bir şey yoktu. Kızılötesi ışınlarla dağın içini gösteren bir aletle bakmışlardı. Termal görüntülemeyle algıladıkları iki kişinin hala hayatta olduklarını söylüyordu vücut ısıları. Ama daha ne kadar böyle kalacağı ya da kazı sırasında yaşanacaklardan kurtulup kurtulamayacakları bilinmezdi.

Emre’nin o iki kişiden biri olup olmadığını bile bilmeden bekliyorlardı ve grubun geri kalanının her on dakikada bir açtığı telefonla Alper artık patlayacak hale gelmişti.

İçinden, ‘Emre, oradan bir sağ çık, önce ağzını burnunu dağıtacağım, sonra sana sarılıp ağlayacağım, sonra da emanetimi senden geri alacağım,’ diye geçirdi.

Okuldayken tam bir sene uzaktan bakmakla yetinmişti âşık olduğu kadına. Öyle kendine dönük bir havası vardı ki Berna’nın, yanına giderse büyüsü bozulacak gibi gelmişti genç adama.

Son sene anaokulundan bu yana arkadaşı olan Emre onun okuluna transfer olmuş ve bahçede gördüğü ilk anda da soluğu Berna’nın yanında almıştı. Alper’in yaşadığı şok onları bir arada gördükçe kemikleşmiş, taş gibi yüreğine çöreklenmişti.

Berna’nın ihtiyacı olan kişi kendisiydi. Bunu en derinlerinde biliyordu Alper. Dile getirmekten de asla vazgeçmemişti. Düğün salonunda havaya savrulan o iki ‘Evet’e kadar…

Ondan sonra susmuştu Alper. Ama onun geri çekilmesiyle Berna değişmişti birden. Sanki onun sahibiymiş gibi bir duygu vermeye başlamıştı genç adama.

‘Alper şunu yap’, ‘Alper bunu getir’, ‘Selda sen bana yardım et, Alper tek başına kursun çadırı’… Grup içerisindeyken her angaryayı Alper’e yüklemek sanki özel ilgi alanıydı Berna’nın.

Berna Emre ile evli olabilirdi ama sanki Alper de onundu.

Bunu gerçekten kendisine hiç itiraf edip etmediğini, merak ederek Berna’ya baktı genç adam. Bütün kız arkadaşlarıyla gizli bir savaş yaşanmıştı aralarında. Berna ne yapar eder, kızdan üstün olduğunu göstermenin bir yolunu bulurdu.

Ve kız eninde sonunda pes edip giderdi.

Alper itiraz etmiyor, onun bundan aldığı gizli zevkin aslında kendisine olan ilgisini kanıtladığını biliyordu. Alper bekliyordu. Hiçbir şey yapmadan… Aralarına girmeye çalışmadan…

Berna, Emre ile yaşaması gereken ne varsa yaşayıp tükettikten sonra kendisine gelecekti. Bunu biliyordu.

Çalan telefona bıkkın bir bakış attıktan sonra açtı.

”Değişiklik yok Alparslan. Hala bekliyoruz.”

Bir süre karşıdan söylenenleri dinledikten sonra, “İyi o. Şimdi yeniden bir şeyler yiyeceğiz ve yatmasını sağlayacağım,” dedi.

O telefonu kapattığı sırada Berna da etrafındaki konuşmaların arasından cımbızla çektiği kelimeleri dinliyordu.

 “…destekle çökmeyi önleyerek…”

“…içerideki oksijen miktarı…”

“…vücut ısıları normalin altına…”

“…beklersek kurtarılabilecek kimse…”

“…göze almak zorundayız…”

“…daha fazla beklemek riski artırıp…”

Birileri risk alacak, Emre’nin yaşamı bununla belirlenecekti.

Emre’si. Berna’nın Emre’si… Okulun en yakışıklı çocuğu… Tanıdığı en yumuşak, en uyumlu erkek… Babasının tam tersi…

Bir kez olsun sesini yükseltmemişti Berna’ya. Aralarında sorun yaşandığını bilmezdi genç kadın. Emre uyumluydu. Emre Berna mutlu olsun diye her şeyden vazgeçerdi.

Çocuk konusunu bile üstelememişti. Ona kalsa şimdiye kadar ortalık çoktan en az iki çocukla dolmuş olurdu. Hayallerinde iki bacaksızın evin içinde koşuşturması olduğu öyle belliydi ki.

Ama Berna anneliğe hazır değildi. Sonra olurdu çocukları… Koşullar uygun olduğunda…

O da isterdi çocuğu olmasını elbette. Bir taneden fazla değil ama. Emre’nin bunu bilmesine gerek yoktu. Bir tane doğurduktan sonra önlem almadan asla Emre ile birlikte olmayacaktı.

Yanına oturan Alper ile düşünceleri kesintiye uğradı.

“Selda’nın giysileri var çantada, üzerini değişmek istemez misin?”

“Onlar bana olmaz.”

“İkiniz de küçük beden giyiyorsunuz, neden olmasın?”

“Benim göğüslerim Selda’dan büyük. Olmaz dediysem, olmaz.”

“Öyle olsun,” diyerek bıyık altından gülümsedi Alper.

Müdahalenin üç saat sonra başlayacağı belli olduğunda, gece boyu ayakta kalabilmek istiyorlarsa güçlerini toparlamaları gerektiğini söyledi genç adam. Berna onun getirdiği yiyeceği sesini çıkarmadan yedi. Meyve suyunu sonuna kadar bitirdi.

Alper’in uzattığı eli tutup onunla Transporter’a gitti. Yatağa yatırmasına sesini çıkarmadı. O da yanına uzandığında arkadan kendisine sarılmasına itiraz etmedi.

Uyudu.

Alper uyumadı. Hayalini bile kurmaya çekindiği kadın şu an kollarındayken uyuyamazdı.

Üç saat sonra ses çıkarmamaya çalışarak kalktı genç adam. Berna’yı uyandırmadan araçtan inip barikatın yanına gitti.

“Nedir durum?”

“On dakikaya başlıyoruz. Siz şu kenara çekilin ve çalışmaları engellemeyin.”

Piç kurusu. İçeridekiler onun için kurtarılacak birer kurbandan başka bir şey değildi tabii.

İlk dondurmalarını birlikte yememişlerdi. İlk top oyununu birlikte oynamamışlardı. Öğlen uykusuna birlikte yatmamışlardı. Maket arabalarını değiş tokuş etmenin keyfine varmamışlardı.

Sigarayı bırakmamış olmayı diledi içinden. Şimdi bir tane tüttürmek ne güzel olurdu.

İki saat sonra Berna’nın yanına gittiğinde henüz yeni uyanıyordu genç kadın.

“Neden uyandırmadın beni?”

“Yapabileceğin bir şey yoktu, dinlenmeni istedim.”

“Benim adıma karar vermeye mi başladın?”

“Evet. Kendin için neyin doğru olduğunu bilmediğini anladım.”

Alper’e ters bir bakış gönderen Berna bacaklarını yatağın kenarından sarkıtıp dışarıya baktı.

“Ne yapıyorlar?”

“İki saattir taş çıkarıyorlar içeriden.”

“Tamam, sen git ben toparlanayım gelirim.”

Alper barikatın yanına yaklaşırken, olağanüstü bir hareket olduğu hemen dikkatini çekti. Sorabileceği bir görevli aranırken üzerine Selda’nın bluzlarından birisini giymiş olan Berna da yanına geldi.

“Bir şeyler oluyor. Bekle burada, ben içeride birisini bulup bilgi almaya çalışacağım,” diyerek yanından ayrıldı.

Sedye içinde iki bedenin koşuşturmalar arasında ambulansa götürüldüğünü fark ettiğinde olduğu yerde donup kaldı. Hareket edemiyordu. Ambulansa yaklaşan Alper’in “Emre!” diye bağırdığını duyduğu an gözleri karardı.

“…zehirlenme olabilir…”

“…kadın nefes alıyor…”

“…erkeğin kalbi…”

“…nabız yok…”

Yere düşerken Alper’in ambulansın içine doğru bağırdığını duyabiliyordu.

“Emre!”

Gökyüzüne baktı. Hiç yıldız yoktu. Kulağına ambulansın canhıraş sirenleri dolarken gökte bir yıldızın kaydığını gördü.

‘Emre. Gitme.’

Yanına koşan Alper’in “Berna, toparla kendini, hastaneye gitmemiz lazım,” dediğini duyabiliyor ama hiçbir kası emirlerine itaat etmiyordu.

Onun kendisini kucakladığını ve Transporter’a taşıdığını fark etti. Yatağa yatırıldığını anladığında gözlerini kapattı.

Neden bayılamıyordu? Emre’nin kalbi atmıyordu. Kendisininki neden hala atıyordu?

Arabanın hızla yerinden çıkarak yola çıktığını hissetti. Hastaneye gidiyorlardı. Emre’nin yanına. Emre bekliyordu onu orada. Artık taşların arasında değildi. Ezilmemişti. Kurtulmuştu. Ama kalbi atmıyordu.

Bomboş gözlerle tavana baktı. Neden hiç yıldız görememişti sahi gökyüzünde? Tek bir tane vardı, o da kaymıştı.

***

Bahçede oturuyorlardı. Emre Berna’nın elini tutmuş, aşkla yüzüne bakıyordu.

“Aaa bak bir yıldız kaydı.”

“Dilek mi dileyeceksin?”

“Hayır, her yıldız kayışında birisi ölürmüş.”

“Saçma bu Berna, onlar atmosfere girip sürtünmeden dolayı yanan göktaşları.”

“Neden gerçek olmasın, şu an dünya üzerinde kaç tane insanın ölmüş olabileceğini bilemezsin. Belki o da onlardan birisidir?”

“Bunun yerine dilek dilemeni tercih ederdim aşkım.”

“Ne dilememi isterdin peki?”

“Bilmem, en çok ne isterdin?”

“Seninle evlenmeyi.”

“Hm,” Emre gülümseyerek bir süre gözlerini kapadı. “Düşünmem lazım.”

“Benimle evlenip evlenmeyeceğini mi düşüneceksin?”

Emre yerinden kalkıp Berna’nın yanına yere çömeldi. Sağ elini dudaklarına yaklaştırıp öptükten sonra, sevgi dolu gözlerle kadınına gülümsedi.

“Hayır, bir haftadır hazırlandığım evlilik teklifi senaryolarını kenara koyup bu güzel anı değerlendirmeyi düşüneceğim.”

Cebinden bir kutu çıkarıp içinde bir yıldızdan daha parlak ışıltıları olan yüzüğü eline aldı. Mavi gözler kahverengi gözlere kilitlendi. “Berna Özmen, seni çok seviyorum. Karım olma şerefini bana bahşeder misin?”