Seksi Numara Bölüm 43

Seksi Numara Bölüm 43

Hayal

“Ellerimi çözmeni gerçekten istiyorum.”

Burnumun dibine kadar girmiş olan Erhan kılını bile kıpırdatmadı.

“Çözmezsen, kazanmak istediğini temelli kaybedeceksin.”

Burnunu burnuma sürtüp dudaklarımın üzerine geldi. “Bence birazdan fikrin değişecek.”

Lanet olsun, birazdan yaşanacak olan şeyleri deli gibi istediğim doğru. Ama öncelik diye bir şey var ve benim önceliğim, Erhan’a bana seksi kullanarak bir şey yaptıramayacağını anlatmak.

Dudaklarımda dolaşan yumuşak dudaklar aklımı karıştırıp ağzımı ona uzatmama neden oldu. Bu doğaldı. Ben Erhan beni her saniye öpsün isterdim. Bedenim ona her an hazırdı. Ama ruhumun da öpülmeye ihtiyacı vardı ve Erhan şu an bunu göz ardı ediyordu.

Benden karşılık gördükçe onun da ateşi arttı. Nefesinin hızlandığını, kalbinin delirdiğini anlayabiliyordum. Bizim oğlan da şınav çekmeye başlamış olmalıydı. Üzerimdeki elbisenin önü ne zaman açıldı bilmiyorum ama Erhan iki göğsüm arasında sabırsızca keşiflere başlamıştı bile. Nasıl da hayat buluyor hücrelerim. Canıma can katıyor bu adamın teni. Dokundukça daha çok dokunsun istiyorum. Arkasındaki nedeni bilsem de durmasın istiyorum. Elleri hiç durmuyor. Üzerimdeki elbise giderek küçülüyor, bedenim açılıyor, kendini ona sunuyor.

Tepkilerimi gördükçe yüzündeki ifade bana iyice batmaya başladı. Erkekti, güçlüydü, kendine güveni tamdı. Kadınına boyun eğdirebilirdi. Kadını onu istiyordu. Bedeni bunu açıkça gösteriyordu.

“Erhan, ben seni istediğimi hiç inkâr etmedim.” Yani bir şey beceriyor sanmasın kendini. O istetmiyor, ben istiyorum. Şunda bir anlaşalım hele.

Bu arada, burada böyle yazınca düzgün bir cümle kurmuşum gibi okunuyor olabilir ama aslında nefes nefese ve kesik kesik hatta iki emiliş, üç okşanış ve miyavlamalarım arasında bekleyerek tamamlanabilen bir cümleydi o. Sonunu getirdiğimde, Erhan’ın başını hatırladığını bile sanmıyorum. Ama çabalamaya devam etmek zorundaydım.

“Ben de etmedim.” Hm, duymuş. Beni dinliyor. Güzel. Üzerimden hafifçe kalkarak çekildi. Derin derin soluyarak ciğerlerime yaşam doldurmaya çalıştım.

“Bir kadınla evlenmek istediğinde, ona fikrini sormalısın Erhan.”

“O zilli yumurtlamasaydı soracaktım zaten. Dönüşte seni yemeğe götürecektim. Romantik ışıklar, şarap falan.”

Sinirim bir anda zıpladı. “Önce annenden onay almaya mı getirdin buraya beni!”

Gözlerini kapattı. İçinden ona kadar saydığını sanıyorum. Burun delikleri açılıp kapanıyor. Kelimelerini yuttuğuna da neredeyse eminim.

“Melis tabii ki onay almaya gelmedik.”

Tek kaşımı kaldırıp açıklama istedim. Nefesim epeyce bir toparlanmıştı ve titrek bir aşk böceğinden daha karizmatik bir ifadeye sahip olduğumu umuyordum.

“Annem telefonda beni biriyle tanıştırmak için yemeğe gelmemi isteyince ağzımdan kaçtı.”

Dehşetle “Annen seni evlendirmek için birilerini çağırıyor, sen de gidiyor musun?” diye ciyakladım. Yani bu hiç de Erhan değildi açıkçası. Bu öküze bunu yaptıracak kadının elini sıkardım ben. Öyle öpmelerden pek hoşlanmam, sıkmak yeterli.

“Tabii ki gitmiyorum!” Oo, sinirlendik, bağırıyoruz. Kanımıza dokundu sanırım. “Ama o annem ve bundan hiç vazgeçmiyor. Evleneceğim kadını bulduğumu bilirse, bundan vazgeçer diye düşündüm. O da emrivaki yapıp bugün seninle tanışmak istedi. Herkese yayacağı ya da Nesrin’in burada olacağı aklıma gelmedi. Bunun için de ayrıca özür dilerim ama annemle o çok yakınlar. Yani kötü biri değildir.”

Oh oh, panikleri birer birer ortaya döküldü. Nesrin yüzünden ne düşüneceğime takılmış beyefendi. Benim sorunum Nesrin değildi ki! Ya da ailesi. Ya da onlara söylemesi. Hadi son bir öküzlükle bunu en son benim öğrenmem… Benim sorunum Erhan’ın kendisiydi.

Suskunluğumdan yararlanarak yeniden üzerime yerleşip çapkın bakışlarını üzerimde dolaştırmaya başlayınca aklım da karıştı haliyle. “Evlenmek istediğin kadının bunu istemeyebileceği hiç aklına gelmedi mi acaba?” cümlesini bir solukta söyledim.

Eyvah eyvah. Ateşkes bitti. Savaş baltaları Erhan’ın gözlerindeki alevlerin etrafına dizilmeye başladı. “Aptal bir kadın değil o.”

Yuh! Bu ne egodur ya. Tabii ben bu satırların ardına kadının eriyip yılışmasını da yazabilirdim ve iş yedi puanlık bir bağlamacalı yatak faaliyetiyle tatlıya bağlanırdı. Pek de bilindik bir aşki-seksi-zoraki-istememyancebimekoyvari bir hikâyenin de sonu olurdu ama neyse ki bu böyle bir kitap değil. Yoksa yazmaya tahammül edemezdim.

“Lütfen kalk üzerimden ve beni çöz.”

Canım benim. Ona güvenimin boşuna olmadığını biliyorum. Bakın, kalkıyor üzerimden. Hey, dur! Lanet olsun! Külotumu çıkardı! Bacaklarımla tekme atmaya çalıştıkça gülüyor hayvan. Sırıtışa bak! “Erhan yapma!” Gülüyor ya. “Erhan, bak çok ciddiyim, yapma!”

O yapma kelimesi, Erhan bacaklarımın arasına yerleşip ağzını bana kapadığı için uzadı. Kahramanmaraş kadar çok harfe sahip oldu. Hayvan herif. İtiraf etmek zorundayım ki bu işi çok iyi biliyor.

Çok sıcak. Çok ıslak. Ben bu adamın ağzı için yaratılmış olmalıyım. Dili her kıvrımıma uyum sağlıyor. Beni deliler gibi ıslatıp akıtıyor. Sanki bacaklarımın arasından karnıma ve ayak parmaklarıma iki ayrı yönde kızgın lavlar yayılıyor, ayak tırnaklarımdan ve saç diplerimden çıkıyor. Onun bu inadı bile benim zevkimi katlıyor. Gerçekten. Seviyorum aslında o inadı. Beni bırakmayışını. Vazgeçmeyişini. Bedenim öyle mutlu, öyle hazır ve beklenti dolu ki. Sadece bu adam için. Yanlış. Sadece bu hıyar için.

“Seni sabaha kadar yalarım Melis. Ama kabul edene kadar boşalmana izin vermem.”

Hay tehdidini yiyeyim ben senin. “Erhan, döneğim ben. Kabul eder, boşalır, sonra vazgeçerim.”

Kahkaha attı beyzadem. Eğleniyor benimle, aferin. “Nikâh salonuna kadar yalarım ben de.”

“Erhan, nikâh masasının üzerinde bile yalasan, kabul etmeyeceğim. Anla bunu.”

Ya yazı tahtasına yazarak bile zor anlatabileceğim bir şeyi ben bu adamın ağzındayken nasıl anlatabilirim? Durdurmam gerek. Önce durdurmalıyım. Zaten artık hayvani şehvet durumundan kıkırdama moduna geçtik sanki. Hadi kızım, akıllı bir cümle kur, durdur şunu.

“Aklım isyan ettiği sürece aldığım zevk kirleniyor Erhan. Bunu bize yapma.”

Bacaklarımın arasını bir kez daha yaladı Erhan, sonra durdu. Sanki çok önemli bir şey görmüş gibi kadınlığıma bakıyordu. Zonklayan klitorisim ise eline Yala Beni Boya Beni pankartı almış karşısındaki ağza sallıyordu.

Çatılan kaşların altındaki gözler bir anda dikkatini benim yüzüme yoğunlaştırdı. “Nasıl kirleniyor?”

“O doyuma ulaştığımda, bunu bana yaptığın için senden, karşı koyamadığım için kendimden nefret edeceğim. Özgür irademi çiğneyecek, kendime karşı küçük düşüreceksin beni. Ben de bu yüzden sana bir daha asla güvenmeyeceğim.”

Bunları nefes nefese, yanaklarım kızarmış söylemeseydim iyiydi. Hani daha cool -siz Türkler nasi diyor, soğukkanli?- daha ağırbaşlı olsaydım… Oysa bedenim tarihe geçecek bir seks için çoktan hazırdı. Benim kız hasretle oğlanı bekliyordu.

“Benimle evlenmeyi istemiyor musun?”

“Ne bileyim Erhan? Bana üzerinde düşünme şansı vermedin ki!”

“Düşünülecek ne var? İnanılmaz bir uyumumuz var. Gerisi kolay nasıl olsa.”

E çüş be ama. Çüş be. Elinde dikiş iğnesiyle karşıma geçip, “Operasyon tamam. Terzi, iplik, makine ve kumaşı sonra bulsak da olur.” demekten ne farkı var bunun? Ben böyle dikilecek bir elbiseyi giymem, bunu nasıl anlayacak bu adam?

“Uyumumuzu çok sevdiysen, yatar kalkar tadını çıkarırız Erhan. Bunun için neden evleneyim ki seninle?” Ah o surattaki dehşeti görmenizi isterdim. Bunu hep erkekler kadınlara söyler ya… Yine rol çaldım ben pipili dostlarımızdan.

“Sen gerçekten benimle evlenmek istemiyor musun?”

Şimdi anladı biliyor musunuz? Evlenmek istemediğimi değil. Böyle şımarık oğlan çocuğu tutturmasıyla bu işi kıvıramayacağını… Benim bunu yemeyeceğimi… Benimle olabilmek için başka şeylerin de gerektiğini… Ve gözlerinde ilk defa çok kısa bir an hocam, ben bu dersi çalışmadım paniği gördüm.

“Nedenlerini bilmem gerek. Beni hayatında isteyişinin sadece sekse dayanmadığını görmem gerek. Seks uyumu sağladığın herhangi bir kadınla değil de benimle, Melis Çağlar’la birlikte olmak istediğine ikna olmam gerek. Sen beni tanımıyorsun ki! Neyimle evleneceksin?”

Ağlayabilirdim o anda… Bu cümleleri arka arkaya getirirken, onun için önemli olmak istediğimi anladım çünkü. Bir beden olarak değil, insan olarak. Beni sevsin istedim. Hayatımı aslında onunla geçirmenin beni çok mutlu edeceğini bilerek, bir an her şey yolunda olsun istedim.

Yüzümde gördükleri ona bir tokat etkisi yarattı sanırım. Cilveleşme, fingirdeşme, inatlaşma bitmişti. Erhan üzerimden kalktı ve ellerimi çözdü. Elimden tutup beni yatakta oturttu. Feleği şaşmış elbisemi düzeltti. Külotumu yerden alıp bacaklarımdan geçirdi, giydim. Yatağa bağdaş kurup oturdum. O da karşıma aynı şekilde oturup yüzüme uzandı ve saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı.

Seks işte böyle bir şey. Bir anda kurumuştum. Aklımda bile yoktu artık. Ruhumun doyumu bedenimin doyumundan daha önemli çünkü. Sanırım o da benimle aynı durumdaydı.

“Nedenlerimi mi merak ediyorsun?”

Başımı sallayıp baktım ona. Bir seks abidesinden çok, burnu akmasın diye uğraşan küçük bir kız gibi hissediyordum. Derin bir nefes alıp sustu bir süre. Düşüncelerini toparlamak ister gibi…

“Telefonda sesini ilk duyduğum andan beri hayatı tepetaklak yaşıyorum ben.”

Ah evet, işte o kesinlikle benim.

“Şaşırdım, dehşete düştüm, korktum, aklım karıştı, arkamı dönüp gitmek istedim. Ama sen olmadan her şey sanki bir karikatüre dönüştü. Alışık olduğum şeylere aynı bakamaz oldum. Sen olsan nasıl olurdu sorusunu aklımdan atamaz oldum.”

Bir an nefesim kesildi desem… Duyduğum şeyler, duymayı beklediğim şeyler değildi. Yani bu çok fazlaydı. Erhan Keskinoğlu bana iç dünyasındaki karmaşayı açıyor, beni en özel alanına alıyordu. Gözümü bile kırpmadan izledim onu. Kaşları çatılmış, aklı karışmış küçük bir çocuktu.

“Bir süre sonra fark ettim ki, ben hayatı bu şekliyle çok sevmişim. Tepetaklak. Söylediklerin bildiklerime tersti ama yalanlayamadım. Savunduklarını küçümseyemedim. Seni yok sayamadım. Seninle olduğumda, hayata seninle baktığımda her şeyin daha güzel olduğunu hissettim.”

Bir durun. Lütfen bir saniye durun. Su falan var mı birinizde? Ağzım, boğazım kurudu. Nefes almak zor geliyor. Nefesimi alırken ciğerlerim acıyor. Korkuyla umut kardeş olmuş, içimi titretiyor.

“Seni tanıdıktan sonra ben eski halime dönemedim. Her ne yaptıysan, bir yerlerde bir şeyleri değiştirdin. Taşları yerinden oynattın. Sen olmadan onları yeni yerlerine oturtmam da mümkün değil. Seni tanımadığımı söylüyorsun ya… Belki tanımıyorumdur. Ama artık ben kendimi de tanımıyorum. Kayboldum. Ortada kaldım.“

Ama bu çok tatlı! Hayır, tabii ki tatlı olmaktan daha ciddi bir şey bu. Şu an başka bir boyuta alındım ben. Erhan Keskinoğlu’nun iç dünyasının kapıları ardına kadar açıldı. İçeri davet edilen tek misafir benim sanki. Erhan bana dünyayı verdi sanki. Ben özelim sanki.

“Senin bana karşı duyguların olduğunu varsaymakla ileri gittim belki de. Ama bir erkek, dokunduğu kadına özel şeyler hissettirdiğinde, elinde olmadan onu fethettiğini düşünüyor. Yani bu varsa, gerisi de olur gibi. O tanımak, anlaşmak dediklerin, bu yoksa gerekli gibi. Bedenlerimiz birbirine aitse her şey kendi yolunu bulur gibi… Öyle olduğunu düşündüm.”

Yerim ben seni ya. Yerim ya. Bana bunu verdinse sen… Bana kendini verdinse sen… Ben her şeyi kitabına uydururum. Yetinirim, uğraşırım, çabalarım… Yaparım be!

İçimde bir şeyler değişmişti. Erhan hayatımın en temel taşları arasına girip yerleşmişti. Bundan sonra ne olurdu, bilmiyordum. Evlenebilirdik. Evlenmeyebilirdik de. Ama değişmeyecek tek şeyin artık Erhan’ın hayatımda her zaman var olacağı gerçeği olduğunu biliyordum.

Adam benimle evlenmek istiyordu. Hani gece birlikte yatılanından. Sabah birlikte kalkılanından. Kahvaltı yapıp televizyon seyredileninden. Birlikte alışverişe çıkılanından. Ev ziyaretlerine gidileninden. Bunun gibi hoş şeyleri içereninden. Bildiğiniz evlenmek işte. Ben bunların hepsini Erhan ile yapmak istiyordum ve yapacaktım da. Erhan’ın henüz haberi yoktu ama onun da artık benden başka yolu yoktu. Şimdi geriye sadece o yolu çiçeklerle bezemek kalıyordu. Üzerinde Eğitim Şart yazan çiçeklerle.

İşim çok zordu. Yolum çok uzundu. Evlenecektik ama bunun hemen olmayacağına adım gibi emindim. Bu adam yine beni delirtecekti. Yine öküzlüğünü gösterecekti. Sadece bunlar yüzünden artık onu hayatımdan çıkarmayacaktım. Sadece evliliği biraz daha ileri atacaktım…

Şş, bu aramızda kalsın ama. Yoksa gerçekten nikâh memuruna uygunsuz bir durumda evet demek durumunda kalabilirim.

Konuştuğu sürece düşüncelerine bakan gözleri, benim yüzümü algılayınca, içlerine yerleşen umut, her şeyden güzeldi. Baktı bana. Çekingen bir gülümseme usul usul yerleşti dudaklarına. Gülümsedim. O çekingenlik yerini önce kendini güvene, bir süre sonra da bildiğin arsızlığa bıraktı.

“Şimdi seni yeniden bağlayıp yalamaya devam etmeliyim ki, evlilik teklifini orgazm olurken zorla kabul ettirdiğimi çocuklara anlatabileyim.”

O andan sonra, yastık savaşı… Kahkahalar… Boğuşma… Öpüşme… Hırslı ve hızlı bir sevişme… Doyum… Öyle bedensel doyum değil. Gerçek doyum. İstediğim… Özlediğim… Hayalini bile kurmaya cüret etmediğim…

Kurmalıyız belki de. O hayali kurmaya cüret etmeliyiz. İnanmazsak, bunun için savaş vermezsek nasıl sahip olabiliriz ki?