Seçilmemiş Bölüm 43
Her şey yoluna girivermişti işte. Sinan hayatından çekilmişti ve Elif devam etmeye hazırdı.
Hayatında birkaç gündür bir ıssızlık hüküm sürüyordu ama bu sadece Sinan’ın yokluğundan kaynaklanmıyordu. Ceren ve Zeynep’le de görüşemez olmuştu. Ya ayrı ayrı ya birlikte bir anda ortadan kayboluveriyorlardı. Elif de tek başına bara ya da başka bir yere gitmek istemiyordu.
Akşamları evi çok boştu. Her yerinde Sinan’ın hayaleti vardı. Önceki ve artık daha da çok, sonraki Sinan’ın… Mutfak ve banyo öncekine aitti, salon ve yatak odası sonrakine. Ve koridor ikisine aitti.
Şaka gibiydi sanki. Aynı şeyler yaşanmıştı ikisiyle de. Elif kaçmış, Onlar kovalamıştı. İkisi de onun duvarlarına saldırmış, ikisi de bunun için cinselliği kullanmışlardı. İkisi de Elif’i mutlu etmiş ama o ikisinden de korkmuştu.
‘Sen onları mutlu ettin mi?’
Bilmiyordu. Sonrakini etmediği açıktı da, önceki Sinan’ı da son sabah neden öyle gitmişti ki? Elif’e en çok bu dokunuyordu.
‘Ona ait olduğuna inanmadı hiç. Hep korkuttun. Kendi korkunu yansıttın. İkisine de.’
Onlar bana ait olmayacaklardı. Olmazlardı.
‘Onlar seni sevdi ama sen bir türlü sevemedin kendini değil mi?’
Hayır, Elif kendisini seviyordu. Saçmaydı bu.
‘Sevmiyorsun. Sen sevmediğin için de onların seni sevebileceklerine hiç inanmadın.’
Ayakları onu aynanın önüne götürdüğünde, orada gördüğü kumral uzun saçlı kadını yukarıdan aşağı süzdü. Düşündüğü kadar sıradan mıydı gerçekten? Gözlerine baktı. Mahzun, kırık, şehla… Sinan en çok gözlerini severdi. ‘Yanlış gözler’.
Üzerindeki eşofmanı çıkarıp çırılçıplak kaldı. Sinan’ın gözleriyle bakmaya çalıştı. Düzgündü sonuçta. Muhteşem değildi belki ama düzgündü. Göğüsleri Sinan’ın avucuna sığacak büyüklükteydi. Dikti. Doğru kıyafetle erkekleri kendisine baktırabilecek göğüslerdi. Sadece Elif görünmelerini istemezdi.
Yan dönüp kalçalarına baktı. Düzgün bir kalçaydı işte. Güzeli nasıl olur bilmediği için kendisi için sadece bir kalçaydı onlar. Ama blucinleri çok güzel taşıdığını bilirdi. Bacak boyu uzundu bir kere. Bu yüzden bütün pantolonlar yakışırdı ona.
Önüne dönüp bacaklarını inceledi. Topuklu ayakkabıyla nasıl olurdu acaba? Herhangi bir bölgesi kalın falan değildi. Bir gün denemeliydi. Çorap reklamına çıkması gerekmediğine göre, iki bacaktı işte. Üzerinde yürümeye yarardı. Bir de Sinan’ın beline dolanmaya. Bacaklarının arasındaki sızlama bir anda aklını başına toplaması gerektiğini hatırlattı.
Boş bakışları aynadaki aksine uzun bir süre dikili kaldı. İnsanlardan o kadar saklanmıştı ki, artık kendisine de kaybolmuştu. Bir listesi yoktu mesela. Her şeyin listesi varken, bedeninin yoktu. Onu komple reddetmişti. Bu yüzden de bedeniyle barışmayı becerememişti.
‘Aptalsın sen.’
Eşofmanını giyip salona geçti. Hafif müzik, loş ışık, yapayalnız bir Elif… Hayatının sonuna kadar akşamları evde sadece bu kadarını bulabileceğini biliyordu artık. Sinan’ı bile bezdirmişti sonuçta. Ne elde etmek istemişti ki onu hayatından kaçırarak? Neden bir şans vermemişti?
Bir gün giderse… Tamam, ama gidene kadar yaşanabilecek şeyleri bir kalemde silip atmış olmuyor muydu bu şekilde? Garanti mi istiyordu. Neyin garantisi olabilirdi ki? Sevginin yoktu, yaşamanın yoktu, mutluluğun yoktu. Mutluluk, kaybedene kadar arada harcanan çabadaydı. Daha da ötesinde, korkmamaktaydı.
‘İşte bu yüzden kaybettin.’
Sinan’ı kaybetmişti. Bir kez daha… Bununla yüzleşmek canını o kadar acıttı ki, gecenin devamında gözyaşları ona arkadaşlık etti. Sabah kalktığında kaybını kabullenme ve yaşamını sürdürme gücünü kendinde bulabilmek için dört bardak kahve içmesi gerekti.
***
Hatalıydım.
Sonraki günlerde Elif’in düşüncelerini hep bu kelime doldurdu. Ceren ve Zeynep’le birlikte zaman geçirememek kendisinden kaçmasına engel olduğundan, gece boyu iç hesaplaşma yapmaktan başka çaresi kalmıyordu.
Sinan yoktu. Hiçbir yerde. Ne adı geçiyor, ne kendisi görünüyordu. Artık onu özlediğini itiraf ederken, önceki ya da sonraki diye ayırmaktan vazgeçmişti. İkisini de özlüyordu çünkü ikisi de onun Sinan’ı olmuştu.
Aslında onun bu kadar çabuk pes etmesi pek de mantıklı gelmiyordu. Sinan tüm sınırları zorlamayı seven bir erkekti. Onu vaz geçiren Elif’in yapıcı hiçbir davranışta bulunmaması olmalıydı. Yokmuş gibi davranması. Kendisini ilişkiye katmaması… Bu yüzden kimseyi suçlayamazdı.
Hatalıydı.
***
Beşinci günde Elif artık Ceren ve Zeynep’le ilgili bir sorun olduğunu düşünmeye başladı. Zeynep durmadan kuzeni Sevda ile bir program yapmış oluyordu ve bunda gariplik yoktu ama Ceren sanki yalan söylüyordu. Dünkü konuşmalarında bir arkadaşıyla buluşacağını söylemiş olmasına rağmen onun da Zeynep ve Sevda ile birlikte olduğunu anlamıştı. Bunu sorgulayıp ilişkilerini zedelemek istemedi ama kırılmıştı. Bundan sonra Ceren’den bir açıklama alıp da kafasındaki soru işareti çözülene kadar Elif’in duvarının arkasındaydı.
Akşam, hayatını normal bir şekilde sürdürmekte başarısız olduğunu kendisine itiraf ettiğinde, yüzü gözyaşlarıyla sırılsıklamdı. Başı ağrıyordu. Yüreği ağrıyordu. Ruhu ağrıyordu. Sinan’ın özlemiyle bedeni ağrıyordu. Onu içinde hissetmeyi özlemişti. Kazadan sonra hiç girmemişti onun içine. Bunun acısını şimdi daha fazla hissediyordu.
Bu gece bitmeyecekti. Belki biraz çalışsa ruh hali değişebilirdi.
Yeni çalışmaya başladıkları bir şirkete ait kampanya notlarını internetten indirmek için şifreye ihtiyacı olduğunda Ceren’i aradı. Oldukça gürültülü bir ortamda olmalıydı. Yanlış bir zamanda aramış olduğu duygusu içine çöreklendi. Kızın sesi tedirgindi. Kendisini duyamadığını, çok gürültü olduğunu söyleyip duruyordu.
Birden bir ses duydu arka plandan. “Sevda’yı kulübe ben götürüyorum, arabaya başka kimseyi almaya niyetim yok. Siz kendinize taksi tutun.”
“Ama aynı yere gidiyoruz” diye söylenen Zeynep, sonra uzaklaşan konuşmalar.
Ceren’in “Elif, duyuyor musun beni?” dediğini duydu.
Sinan?
Zeynep, Ceren, Sinan ve Sevda?
Sinan ve Sevda? Zeynep’in kuzeni Sevda?
Sevda’yı kulübe Sinan götürüyor ve arabada diğerlerini istemiyor. Oysa aynı yere gidiliyor.
Sevda ve Sinan aynı arabada gidiyor, Sinan arabaya başkasını istemiyor.
Telefon elinden düştü, ayağa kalkıp banyoya gitti. Yüzüne su çarpıp nefes almaya çalıştı. Yoktu nefesi, alamıyordu. Tıkandığını hissetti.
Sinan arabaya başkasını istemiyor.
Nefes almaya çalıştı. Ciğerleri acıdı, nefes almalıydı.
Ceren üzüntü dolu gözlerini Sinan’a dikti. Telefonun sesini hoparlöre almış, Elif’e planladıkları oyunu oynamışlardı. Tam beş gündür her akşamı üçü birlikte geçiriyor, herkes kendi halinde oyalanırken, herhangi birisinin telefonunda Elif’in aramasını bekliyorlardı. Sinan gürültülü bir mekândaki sesleri kayıt cihazına kaydetmiş, Elif’in telefonu geldiğinde de kaydı oynatarak arka planda ses olmasını sağlamıştı.
Hala açık olan telefonun derinliklerinden Elif’in acı dolu çığlığı duyulduğu an Sinan bembeyaz kesildi. Ceren titreyen ellerinden telefonu Sinan’ın avucuna bırakarak koltuğa çöktü. Kimseden çıt çıkmıyordu. Buna devam edecekler miydi? Sinan’ın Sevda ile birlikte olabileceğine Elif’i inandıracaklar mıydı?
Sinan hoparlörü kapatıp telefonu kulağına dayadı. Uzaktan Elif’in hıçkırıklarını duyuyordu. Banyoda olmalıydı. Onun evine koşarak kollarının arasına almak ve ağlamamasını söylemek istedi. Elif’in hıçkırıklarıyla içi sancıyordu. Pes etmeye çok yakındı. Ona koşup, yetinebileceğini söylemek istedi. Elif ne kadarını verirse o kadarıyla yetineceğini.
Evden fırlayacağı an hıçkırıkların kesildiğini fark etti. Kulak kesilerek susmalarını işaret etti. Eşya kırılma sesi miydi o? Evin içinde durmadan sağa sola fırlatılıp kırılan eşyaların sesiydi, evet.
Elif’in bağırdığını duydu ama ne dediği anlaşılmıyordu. Giderek yaklaştı sesler. Elif’in banyosu bitmiş şimdi salon dağılıyordu. Sonra duydu Sinan Elif’i.
“Lanet olsun sana pislik! Lanet olsun! Ne demeye başka kadınlara sulanıyorsun! Hayvan!”
Sinan’ın renkten renge girdiğini gördükleri an ikisi birden başına üşüşüp duymaya çalıştılar. Zeynep uzanıp telefonu yeniden hoparlöre aldı. Çıt çıkarmadan “Hayvan! Piç kurusu! Pislik!” diye bağıran Elif’i şaşkınlıktan donakalarak dinlediler. Bir şeyler daha kırıldı. “Seni öldürürüm!” Bir şeyler daha çatırdadı. “Sen benimsin!” Ses kesildi. Ne telefondan, ne de dinleyenlerden çıt çıkmadı. Elif’in nefes nefese ama sakin sesi bir kez daha duyuldu.
“Sen benimsin.”
Telefonu yeniden eline aldığını anlatan hışırtılardan sonra hat kesildi. Herkesin yüzüne bir sırıtış yerleşmiş, parmaklar zafer işaretiyle havaya kalkmışken, Sinan’ın telefonu çaldı. Boş boş ekrana bakan Sinan, “Elif,” diye fısıldayıp telefonu açtı, bembeyaz yüzünde kulağına götürdü. Sesinin titremesini önlemeye çalışarak “Efendim,” dedi.
Ceren ve Zeynep pür dikkat Sinan’ı seyrediyorlardı. Adamın yüzünde şoka girmiş bir ifade vardı. Tek bir kelime etmedi. Sonra telefon kapandı. Sinan öylece boşluğa baktı. Ceren “Ne dedi, söylesene!” diye bağırdığında yüzüne bir gülümseme yapıştı.
“Başka bir kadına dokunursam beni öldürürmüş.”