Seçilmemiş Bölüm 37
Doğan sonunda Ankara’ya dönebildiğine inanamıyordu. Hiçbir şey beklendiği gibi gitmemiş, sanki tüm aksilikler tesbihe dizilmiş gibi ardı ardına karşılarına çıkmıştı. Bir de Sinan’ın geçirdiği kaza orada genç adamın dikkatini dağıtmış, onun için kaygılanmaktan acele ettiği için işler iyice aksamıştı. Ankara’ya ayak bastığı an, neredeyse toprağı öpecek haldeydi.
Sinan’ın cep telefonu erişilmez olunca evi aramış, annesinden akşam için dışarı çıktığını ama genellikle geç saatlere kalmadan eve döndüğünü öğrenmişti. Bu yüzden doğrudan Sinan’ın evine gelmiş, Ayten Hanım ve Hasan Bey ile oturup Sinan’ın dönmesini bekliyordu.
“Eminim sizin için de şok olmuştur Sinan’ın durumu. Şimdi iyi ama değil mi Hasan Bey?”
“Tanrıya şükürler olsun, gayet iyi maşallah. Arada bir ağrısı oluyor ama onun dışında bildiğin Sinan işte.”
Ayten de mutlulukla gözlerini yumarak, ‘Çok şükür,’ diye içinden teşekkür etti. “Ama çok korkuttu bizi. Hasan’la uğraşırken Sinan’ın kaza geçirdiği haberini alınca bir anda alt üst olduk.” Gözleri çapkın bir bakışla kocasına yöneldi. “Hoş, birisinin aniden iyileşiverdiğini görmek de ilginç oldu.”
“Ayten saçmalama lütfen, oğlan o durumdayken benim hastalığımın lafı olmazdı herhalde.”
Doğan Hasan Bey’in yüzüne yerleşen suçlu ifadeyi yakaladığında bıyık altından gülerek ikisini izledi. Muhteşem bir çiftti bunlar. Kalp krizinden sonra Hasan Bey’in Ayten Hanım’a naz yapmaktan büyük keyif almış olduğu belliydi.
“Aşkım, bir koltuktan diğerine gitmek için bile yanında istiyordun beni. Bakıyorum şimdi her yere zıp zıp gidiveriyorsun.”
Birbirlerine gülümseyerek bakan bu kadınla erkeğin arasındaki elektrik değme gençlere taş çıkarırdı. Onları seyrederken kıskançlık duymadığını söyleyen kim olursa olsun yalan söylüyor demekti. Doğan da içi sızlayarak bunu kendisine itiraf etti.
“Ben seni her an yanımda isterim. İtirazın mı var?”
Çatılmış kaşları zevkle süzen Ayten “Çoğunlukla yok,” diyerek kocasını kışkırttı. Aralarında her zaman bu tür itişmeler yaşanırdı. Onları izlemek bir tenis maçındaki topu izlemek gibiydi. Kelimeler birinden diğerine koşarak gider, karşılığı asla gecikmeden geri dönerdi.
Biraz daha devam ederlerse Doğan kendisini onların yanında fazlalık olarak göreceğini biliyordu. Bu yüzden gülümseyerek lafa karıştı.
“Sinan hanginize çekmiş hiçbir zaman anlayamadım. İkinizin bütün özelliklerini almış sanki.”
Hasan gururla “Benim oğlum o, Ayten de bir miktar katkıda bulundu tabii,” der demez elinin üzerine şaplağı yedi. “Bunu daha sonra konuşacağız,” tehdidinin ardından Ayten Doğan’ın tabağına biraz daha kurabiye koymak üzere ayaklandı.
“Sıcakken ye şunlardan, yolda acıkmışsındır. Bak, kolaycacık bir yemek de hazırlayabilirim sana.”
Kadının içten tavrıyla gözleri mutlulukla ışıldayan genç adam, “Yok Ayten Hanım, gerçekten de aç değilim. Sinan’ı görmek için daha fazla bekleyemeyeceğim için doğrudan size geldim. Yoksa evde de yemek falan aklıma gelmezdi,” diyerek kadını ikna etmeye çalıştı. Yine de tabağına fazladan bir kaç kurabiye daha konmasına engel olamadı.
“En son hatırladığı neymiş?”
Hasan Sinan hakkında bildikleri her şeyi bir bir Doğan’la paylaşmaktan büyük bir keyif alıyordu. Bu oğlanı severdi. Sinan üzerinde çok olumlu etkisi olan bir çocuktu. Okulda da derslerine bu kadar düşmesinin nedeni biraz da Doğan olmuştu. İkisinin beraber çalışmaları çok isabetli bir karardı ve Hasan da onları sonuna kadar desteklemişti.
“Banka yazılımına bir ekleme istenmiş de birkaç gün önce onu bitirip teslim ettiğinizi sanıyordu. Dediğine göre bir seneden birkaç hafta fazlasına denk geliyormuş.”
“Hm, Tekton’a bile yetişememiş desenize. Ben de neden hiç merak etmiyor diyordum. Tabii orada içinde olduğu durumu anlamak çok da kolay olmadı benim için. Zaten telaştan ne yaptığımı da anlayamadım ki! Her şeyi de yüzüme gözüme bulaştırdım o hafta.”
Ayten onu sakinleştirmek istercesine, “Neyse, halloldu her şey, üzülme. Biraz zaman geçince eminim hatırlayacaktır,” dedikten sonra, “Hem hatırlamasa ne olur ki, Zeynep’le zaten ayrılmıştı. Karşısında bir nişanlı bulsaydı zor olabilirdi. Yeniden görüşüyorlar, biliyor musun? Arkadaşça ama…” diye ekledi. Arkadaşlığı özellikle vurgulamak gelmişti içinden. Şu kızı Doğan’a sorsa acaba bilir miydi?
Aslında bilirdi ve o an Doğan’ın gözünün önünde Sinan’ın ‘Benim dengim,’ deyişi canlanmıştı. Ona soracak ve anlatacak çok şeyi vardı. Neredeydi bu adam!
Kurabiye yemekten neredeyse patlamak üzereyken geldi Sinan. Yüzü Doğan’ı gördüğü an aydınlandı. İçinde kazadan beri hiç azalmayan tedirginlik onu görür görmez uçup gitmiş, kendisini bir anda yeniden güvende hissetmeye başlamıştı.
Sonunda arkadaşını sağ salim karşısında görmek, Doğan’ın da kaygılarının yatışmasını sağlamıştı. Birlikte çalışma odasına geçerek önce Sinan’ın sağlığını, kazayı, sonrasını konuştular; ardından Tekton işi ve Libya hakkında çok uzatmadan genel bir bilgi verdi Doğan.
“Yorgun görünüyorsun, gerçekten iyi misin?”
Yorgundu. İyi değildi. Ama şu an onun karşısında bunları düşünme izni yoktu.
“Yorgunum. Zeyneplerin oradaki bara gittim akşam, birlikte yemek yedik. Ama dışarıda olmak her zaman gerginleştiriyor beni.”
İçindeki duygu fırtınasını saklamaya çalışarak arkadaşıyla normal bir konuşma sürdürebilmek için harcadığı çaba yorucuydu gerçekte. Onun ilgili bakışları altında yalan söylemek de içinde sevimsiz bir suçluluk duygusu uyandırıyordu.
“O zaman ben seni bırakayım da dinlen. Yarın acısını çıkartırız,” diyerek ayaklandı Doğan. Ayten ve Hasan da onu geçirmek üzere kapıya kadar gelip oğullarını uğurluyormuş gibi gönderdiler Doğan’ı.
Kapıda Hasan oğlunu bir süre süzüp, “Gittiğinden daha iyi görünmediğini söylemek zorundayım,” diyerek başını salladı. Oğlunun bitkin duruşu canını sıkmıştı.
“Zamanla baba. Zamanla hallolacak.”
Yatak odasına gidip büründüğü maskeden sıyrıldığında darmadağınık bir Sinan belirdi sahnede. Elif’in yanından ayrıldıktan sonra bir süre araba kullanarak bedenindeki arzuyu yatıştırmaya çalışmış, ancak ondan sonra eve dönebilmişti. Yaşadıklarının şokunu hala üzerinden atamamıştı. Yaptıklarının nedenini de sonucunu da tartamıyordu. Sadece umutsuzca Elif’i yaşamında tutmaya çalıştığını biliyordu.
‘Neden ısrar ediyorsun?’
Bilmiyordu.
‘Ne istiyorsun?’
Bilmiyordu.
‘Neden bu kadar saldırgansın?’
İşte onu gerçekten bilmiyordu. Onun karşısında başka yol bulamıyordu. Oyuncağını bırakmak istemeyen bir çocuk gibi vurup kırmaya hazırdı. Onlar da oyuncağı elinden almak isteyene vurmaktan başka çare bulamazlardı.
‘Seni istemediğini söyledi. Neden saygı göstermiyorsun?’
Bunun doğru olmadığını hissediyordu. Daha önce istemişti, değil mi? Tüm o karşı çıkışlarında çaresizlik vardı. Kendisini korumak ister gibi uzak durmaya çalışıyordu. Ama Sinan’ı istiyordu. En azından bedeninin istediğinden hiç kuşkusu yoktu.
Soğuk duşun altına kendini atıp Elif’e duyduğu arzuyu dindirmeye çalıştı. Damlalar bedenine kırbaç gibi vuruyor, içindeki gerginliği yavaş yavaş alıyordu. Başını duvara dayayıp Elif’i düşündü uzun süre. Ne kadar gergin olursa olsun, içindeki korkudan kurtulmuş olmak rahatlatmıştı genç adamı. Neden olduğunu bilmese de Elif’i yeniden kazanabileceğine inancı kuvvetlenmiş, bu da genç adamın kendine olan güvenine kavuşmasını sağlamıştı.
Ona verdiği zevki hatırlayınca yeniden sertleşti. Nasıl bırakmıştı kendisini Sinan’a. Okşayışlarına nasıl da güzel teslim olmuştu. Adamın elleri dışında hiçbir şeyi algılayamadığı o kadar açıktı ki, Sinan kendisini bir tanrı gibi hissetmişti. Tanrıçasına doyumu armağan eden bir aşk tanrısı…
Bu kadar güzel bir orgazmı hiç görmemişti Sinan. Elif’in her hücresinin mutlulukla yenilendiğini gözleriyle izlemişti neredeyse. Bunu seyretmek, bugüne kadar başına gelen bütün boşalmalardan daha engin bir zevk yaşatmıştı genç adama. İçi mutlulukla doldu. Elif onundu. Sadece onun.
Elini ateş gibi olmuş ereksiyonuna götürerek kavradı. Kapalı gözlerinin ardında, Elif’in dudaklarına uzanıp onun nemini ağzında hissetti. Dilini dişlerinin arasından kaydırıp diline dokundu. Kadının dilinin kendisine dokunuşunu hissetti. Eliyle kendisini birkaç kez sıvazladı ve boşaldı. Duvara fırlayan beyaz sıvı akan suyla birlikte yere ulaştı, su giderinin etrafında oluşan anaforla birkaç kez döndükten sonra gözden kayboldu.
‘Sadece onu düşünerek boşalmayı bile başka bir kadınla olmaya yeğlersin.’
Lanet olsun. Ona dokunmanın tadını aldıktan sonra Elif’ten uzak durması söz konusu değildi.
Elif uyandığında, aradan birkaç saat geçmiş olmalıydı. Koridorda sadece priz lambasının ışığı vardı. Her yeri sızlıyordu. Öylesine derin bir boşalma yaşamıştı ki yerinden kalkmak istemeyecek kadar mutlu bir bedeni varken, yatağa gitmek gereksiz geliyordu.
İçinde büyük bir kayıp duygusu vardı. Birkaç saat önce Sinan’ın kendisine yaşattıkları, geri kalan her şeyin önüne geçmişti. Kendisini sevdiği adama ihanet etmiş gibi hissediyordu. O adam kendisi için çok önemli olan üç gününün anısını alıp yerine kendisininkini koymuştu. Bacakları titreyerek yerinden kalktı, odasına gidip soyunmadan yatağa yattı. Her şeyle yarın başa çıkabilirdi. Şimdi sadece uyumak ve unutmak istiyordu.