Seçilmemiş Bölüm 34
Zeynep, suflesinin çok güzel olduğunu öne sürerek Çankaya’da ara sokakta bir et restoranına sürüklemişti onları. Sarmaşıklarla bezenmiş bir bahçenin içinden geçerek girdikleri mekân, masaları birbirinden uzağa yerleştirilmiş, loş ışıklarla mahremiyet sağlanmış, az kişi tarafından bilinen yeni bir restorandı.
Seçim yapılacak bir menüleri yoktu. Sadece eti nasıl pişmiş sevdiğiniz sorulup sonrasında antrkot, patates kızartması ve salata getiriliyordu. Yemeğin yanında açılan şarap işletmenin özel şarabıydı, ardından sunulan çikolatalı sufle ise muhteşemdi.
Zeynep bunları anlatarak mekânı överken, içeride en kuytuda kalan masaya yönlenip yerleşti. Hafif bir müzik kulakları okşuyor, müşterilere sohbet için ideal bir ortam sunuyordu.
Siparişlerini verip şaraplarının konulmasının ardından, Zeynep suya sabuna dokunmayan konulardan bahsederek ortamı ısıtmaya çalıştı. Sinan rahat, Elif suskundu. İkisini karşı karşıya oturtmayı başarmış olan Zeynep, telefonunu masaya gelişigüzel bıraktı.
Restoranda kendilerinden başka dolu iki masa daha vardı ve onlar da mekânın kendilerinden uzak diğer köşelerine dağılmıştı.
Ortamın sakinliği Sinan’a çok iyi gelmişti. Yanındaki kadınların ikisinin de kendisini hiç tedirgin etmemesi hoşuna gidiyordu.
Zeynep çocuk gibiydi. Onu bir kadın olarak düşünüp nasıl nişanlandığını anlayamıyordu. Evliliğin gerçekleşmesine ramak kala kızın vazgeçmesine minnettardı. Onunla bir arkadaş olarak arada sırada bir araya gelmek hoş olabilirdi. Ama bir hayatı birlikte geçirmek? Babasının annesine baktığı gibi bakabilmek? Bunu balayı sırasında bile yapabileceğini sanmıyordu.
Ruhunu okşuyormuş gibi bakardı babası annesine. Annesi de bunu görünce kızarır, anında sokulurdu kocasının yanına. Etraflarında kimin olduğunu umursamazlardı.
Gözleriyle birbirlerine neler anlattıklarını hep merak ederdi Sinan. Küçükken onların ‘göz dili’ konuştuklarını sanırdı. Göz dilini kimden öğreneceğini sorduğunda annesi kahkahalar arasında başını okşayıp, aynı dili bilen bir kadını gördüğünde kendiliğinden konuşmaya başlayacaklarını söylemişti.
Etrafı izleyen Elif’e ilişti gözleri. Ortamı inceliyor, masadaki konuşmayla pek ilgilenmiyordu. Mekânın havasını sevmişti, gözlerindeki yumuşak bakıştan anlayabiliyordu bunu.
Karşı tarafta oturan çifte baktığında kaşlarını çattığını görüp o masaya baktı. Yaşlı bir adamın yanında çok genç ve güzel bir genç kız vardı. Aralarında otuz yaştan fazla olmalıydı. Elif’in onaylamayan bakışları üzüntü doluydu.
Fazla bakmadan önüne çevirdi başını ve Sinan’ın onu izleyen gözleriyle karşılaştı. Derin bir sızı geçti gözlerinin içinden, ama hemen yüzünü Zeynep’e çevirip anlattıklarıyla ilgilenmeye başladı.
Elif’i hangi sınıfa koyacağına bir türlü karar verememişti Sinan. İşini anlatırken saygı duymuş, sevgilisi olduğunu söylediğinde küçümsemiş, kendisine yapışmadığını görünce meraklanmış, ilgisiz kaldığında da sinirlenmişti.
Şimdi ise onun doğru söylediğini hissediyordu.
Öncelikle, geçirdiği kazayı ona sadece Zeynep söylemiş olabilirdi. Eğer Zeynep bunu yapmışsa, aralarında bir şey olduğunu biliyor olmalıydı.
İkincisi bu kadın çok akıllıydı. Davranışlarının öncesini, sonrasını sağlıklı bir şekilde tartabildiği konuşmalarından belli olmuştu. Göze aldığı zorluklar bile onu çok özel bir şey yaşadıklarına inandırıyordu.
Bir de, başka bir adammış gibi öbür Sinan’ı önüne sürüp durmasaydı… Aklı en çok buna takılıyordu. Kendi hakkı olan bir şeyden mahrum bırakılmış olduğu duygusunun önüne geçemiyor, bunu bir meydan okuma olarak alıyordu.
Kendini kıskanıyorsun oğlum.
İçinde bir şeyler sıkıştı. Lanet olsun, nasıl bir çıkmazdı bu?
“…Servet Bey’in yüzünü görmenizi isterdim.” Gülümsedi Sinan.
Elinin üzerine konan küçük eli gördüğünde şaşaladı. Zeynep onun gözlerine yumuşak bakışlarla bir süre baktı.
“İşte hep bunu yapardın bana.”
Kısık gözleriyle onu süzüp neden bahsediyor olabileceğini anlamaya çalıştı. Elif’in oturduğu yerde huzursuzca kıpırdanmasından rahatsızlık duyup gözlerini ona çevirdi. İkisine de bakmadan etrafını seyrediyordu genç kadın.
“Neyi?” diye ihtiyatla sordu.
Gözleri gülen genç kız, “Anlattıklarımı dinliyormuş gibi yapıp beden dilinle tepkiler verirdin ama ben senin o an oturduğun yerden kilometrelerce uzakta olduğunu bilirdim.”
Yüzünün kıpkırmızı kesildiğini anlamak için aynaya bakmasına gerek yoktu. Yanakları alev alev yanıyordu.
“Haklısın, özür dilerim.”
Elini bir kez daha sıkıp bıraktı Zeynep.
“Dileme, böyle olmayacağın kadın senin için doğru kadın olacaktır.”
İstemsizce gözleri Elif’e yönelip onunkilerle karşılaştı. Başını hemen başka tarafa çeviren genç kadına bir süre daha baktıktan sonra Zeynep’e döndü.
“Zeynep gerçekten çok özür dilerim. Daha önce ne yaptıysam ya da yapmadıysam, hatalıymışım. Senin gibi bir arkadaşı belli ki hak etmemişim. Bundan sonra daha özenli olmaya niyetliyim. Umarım bana ikinci bir şans verirsin.”
İçtiği şarap Elif’in boğazına kaçınca öksürüğünü gizlemeye çalıştı. Kendisine mesaj mı vardı bu cümlede? Yan gözle Sinan’a baktığında, onun kendisini izlediğini görmek kalbinin heyecanla sarsılmasına neden oldu.
Zeynep cıvıl cıvıl konuşarak Sinan’ı tekeline aldığında, artık kilometrelerce uzakta olan Elif’ti.
İkinci bir şans… Sinan’la. Kendisine bu şans verilmiş olsa, mutluluktan ölebilirdi. Ama öyle bir şans olmayacaktı. Çünkü bu Sinan kendisine tamamen yabancı bir adamdı. Sinan’ın bedenine bambaşka biri yerleşmişti sanki. Onun gibi görünüyor, onun gibi konuşuyor ama onun gibi bakmıyordu.
Sinan ona bugüne kadar pek çok duyguyu barındıran bakışlarını göstermişti ama bunların hiçbirisinde şüphe olmamıştı. Şimdiyse ne zaman Sinan’a baksa, onun gözlerindeki ‘Ben bu kadınla nasıl beraber olmuş olabilirim?‘ sorusunun tiz sesi Elif’in kulak zarına hasar veriyordu.
Birlikte oldukları üç gün içerisinde Sinan’la ruhlarının birleştiğini hissetmişti. Buna yeniden kavuşmanın bir hayal olduğunu artık anlıyordu.
Sinan’ın hafızası geri gelmeyebilirdi. Elif’le paylaştıklarını asla hatırlamayabilirdi. Daha da kötüsü, hatırlayabilirdi ama o zamana kadar yaptıkları, Elif’in içinde onulmaz yaralara neden olabilirdi. O yaralarla Elif, bir daha asla ilk duygularının saflığına erişemeyebilirdi.
Aslında hepsinin ötesinde bir şey vardı. Elif’in kendisine itiraf etmeyi göze alamadığı bir şey. Kendi Sinan’ı ile ilgili bir şey. O son sabah.
Hatıralar çok acımasızdı. Gözlerini kapatıp içindeki acının biraz durulmasını bekledi. O gün, onun kendisine olan duygularından rahatsız olduğunu düşünmemiş miydi? Sinan’ın çok da mutlu olmadığından kaygılanmamış mıydı?
Sinan’ın ortadan çekilmesinden sonra bunu inatla gerilere itmeye çalıştığını biliyordu. Sanki o üç günü kirletecekmiş gibi, düşünmeyi reddetmişti. Ama şu an, ikinci bir şans kelimeleri beyninde dolaşırken, artık saklanmak imkânsızdı.
Kendi Sinan’ıyla bile olmaza koşan bir ilişkide yabancı bir Sinan’la ısrarcı olmanın ne anlamı olabilirdi ki? İkisi birbiri için asla doğru olmayacaktı.
Salata servisinin yapılmasıyla hepsinin ilgisi masaya döndü. Garson yanlarından ayrıldığında Zeynep’in telefonu çalmaya başladı. Arayanın ismi rahatlıkla görülebiliyordu.
Sevda.
Keyifle konuşmaya başlayan Zeynep’in sevimli yüzü önce kaş çatışı, sonra hayıflanma, ardından da ikna ifadeleriyle bezendi. Sorun her neyse çok önemli olmalıydı. Telefonu kapattıktan sonra kimsenin soru sormasına olanak vermeden konuşmasını özetledi.
“Sevda bana gelmiş” Sinan’a dönüp, “kuzenim,” diye bilgi verdi, “Anahtarı yokmuş ve kapıda kalmış. Çok üzgünüm ama bu saatte onun ta Eryaman’a dönmesine içim razı olmadı. Ben kalkıyorum, siz keyfinizi bozmayın, yemeğe devam edin.”
Elif’in “Ama…” diye başlayan cümlesini bitirmesine izin vermeden telaşlı hareketlerle “Bunu tekrarlayalım Sinancım çünkü maalesef sizinle paylaşamadım. Benim yerime de yiyin,” diyerek ikisini de öptü ve koşarak restorandan ayrıldı.