Seçilmemiş Bölüm 33

Seçilmemiş Bölüm 33

Günler fazlasıyla durağan ve boşlukta geçiyordu. Doğan’ın olmaması, yoğunlaşabileceği bir proje bulunmaması, çevresindeki insanlarla konuşurken tetikte olma zorunluluğu bunaltmıştı genç adamı.

Doktora yaptığı ziyaretler seyrekleşmiş, artık sadece beklemesi gerektiğini öğrenmişti. Beklemek zordu. Son bir yılda yaşadıklarını bilememek sürekli bir tedirginlik yaratıyordu içinde.

Kimi zaman kendisine selam veren birisini tanıyamamak, verilmiş sözler olduğundan bahsedildiğinde güvenememek iyice kabuğuna çekilmesine neden olmuştu. İşyerinde camdan manzarayı seyrederek dalgın dalgın oturuyor, akşamları da doğruca eve gidiyordu.

Doğan olsa, kendisini daha güvende hissedecekti ama donanımda çıkan bir pürüz nedeniyle yazılımı test aşamasına alamamışlardı henüz. En az bir hafta daha Libya’da kalacaktı. Onun da aklı Sinan’daydı ama kısacık telefon görüşmeleriyle arkadaşına destek olmak dışında kendi kendini yemekten başka bir şey yapamıyordu.

Sinan için tüm bunların en olumlu yanı, annesiyle babasının bir süre yanında kalacak olmalarıydı. Babası altmış iki yaşında, güçlü kuvvetli bir adamdı. Geçen sene emekli olmuş, sonrasında da eşi Ayten’le Antalya’da yaşamaya başlamışlardı. Sinan bunları onlardan öğrenmişti.

O sırım gibi adamın kalp krizi geçirmiş olmasını aklı almıyordu. Hala deliler gibi birbirlerine âşık olan karı-koca, bu gelişmeyle çok sarsılmışlardı. Ama şu anda ikisi de Sinan’a destek olabilmek amacıyla kendilerini toparlamış, korkuyu üzerlerinden atmış görünüyorlardı.

Evin içinde amaçsızca dolanmaya başladığında, annesini mutfakta kendisine en sevdiği kurabiyeyi yaparken buldu. Ayten, sıradan bir konu açarmış gibi, “Zeynep nasıl bu aralar, görüşüyor musunuz?” diye bir ağız yoklamasına yeltendi. Oğlanı biraz dürtüklemekten zarar gelmezdi.

Şu oğlan nişanlandığında ne çok sevinmişlerdi. Tanıştıklarında Zeynep’i de çok beğenmişlerdi. Ama Ayten onun Sinan için fazla toy olmasından korkmuştu. Yine de kocasıyla oğullarının düzenli bir hayata sahip olup kendilerine bir torun vermesinin hayalini kurmuşlardı.

Nişan bozulduğunda kendisi rahatlamış, kocası ise büyük hayal kırıklığı yaşamıştı.

“Evet anne, hastaneden çıktıktan sonra bir iki kere görüştük.”

Arkasından gelecekleri bildiğinden, onu ümitlendirmemek için onunla ilgilenmediğini söylemeyi düşündüyse de gereksiz geldi.

Ketum oğulları konuşturmak annelerin becerisiydi.

“Eve gelen o küçük hanım kimdi peki?”

Sinan’ın sırtının bir anda dikleştiğini gördüğünde, maden bulmuş gibi dikkatini oğluna yoğunlaştırdı.

“Zeynep’in çalıştığı ajanstaki metin yazarı…”

Gözleri kısıldı kadının. Ne kadar masum bir açıklamaydı o öyle. Kızın gözleri geldi gözünün önüne. Anneleri korkutacak bir tip değildi, ne yazık ki Sinan’ın ilgisini çekebilecek bir tip de değildi. Yine de elli beş yılın deneyimiyle o kızda bir şey sezinlemişti Ayten.

Çok heyecanlı ama kararlı gelmiş, giderken ise ‘hem bu evin hem de dünyanın sahibi benim, ayağınızı denk alın’ bakışıyla gitmişti. O andan sonra da Sinan saatlerce çalışma odasından çıkmamış, annesi yatış saatine kadar her odaya girişinde onu aynı boş bakışlarla bulmuştu.

“Gecenin o saatinde buraya metin yazmaya mı gelmiş?”

Genç adam gözlerini annesinden uzağa kaçırdı. Bu kadın av köpeği gibi iz sürüyordu ve Sinan’ın verecek bir cevabı yoktu.

“Kendisine ait bir şeyin bende olduğunu söyleyip gitti.”

Biraz daha kurcalarsa oğlunu mutfaktan kaçıracağını bilen Ayten “Bu akşam bir yere çıkmıyor musun?” diye sorarak aralarındaki konuşmayı devam ettirmenin daha akıllıca olduğuna karar verdi.

Nereye çıkacaktı ki Sinan, kiminle çıkacaktı? Zeyneplerin ajansının oradaki barda çok rahat etmişti aslında. Herkes Zeynep’i tanıyor, kendisine ilişen olmuyordu. Malum kişi dışında onu geren hiçbir şey olmamıştı. Saatine baktı, çok da geç değildi. Şimdi oraya gidebilir, Zeynep varsa onunla oturur, yoksa barda tek takılabilirdi.

‘Yalancı. Elif’i görmek için ölüyorsun.’

Tamam, onu görmek istiyordu. Şansını bir kez daha denemek istiyordu. O kadın kendisini bir mıknatıs gibi çekiyordu.

“Babam nerede?”

“Salonda televizyona bakıyordu en son.”

“Biraz ona bakayım,” diyerek annesinin yanından sıvıştı. Biraz daha konuşurlarsa annesinin ruhunu didik didik etmesinden korkmuştu.

Sinan’ın huzursuz elektriği, daha içeri girer girmez Hasan’ın dikkatinden kaçmadı. Kaşları çatık, oturması için yanındaki yeri işaret etti.

“Nasılsın baba? İyi hissediyor musun?”

Babası için duyduğu kaygı çok belirgindi. Aklı bu kalp krizini hala almıyordu. Öylesine hayat ve sevgi dolu bu adamın en sağlam yerinin kalbi olması gerekirdi. İçinde yıllardır annesi vardı.

“Ben iyiyim evlat. Asıl sen nasılsın?”

“İyiyim, ağrım yok bu aralar.”

“Yine de bir ağrın varmış gibi görünüyorsun. Kim senin kafanı bu kadar meşgul ediyor?”

Tanrım bu ikisinin antenleri inanılmazdı. Bu kadar seviliyor olmak içini mutlulukla doldurdu. Evet, kafası meşguldü. Şehla gözler, kendilerinden başka tek bir düşünceye yer bırakmamıştı.

“Kendisine ulaşma yollarını tamamen kapatan bir kadına nasıl yaklaşırsın baba?”

Hm, konu ciddiydi. Demek Sinan’a tavır koyan bir kadın söz konusuydu. Oğluna bunu yapabilecek bir kadın olabileceğini hiç düşünmemişti. Sinan maestro gibiydi. O bagetini sallar, çevresi müziği onun uygun gördüğü şekilde çalardı.

Hasan bu duyguyu iyi bilirdi. Ayten’i görene kadar kendisi de o bageti sallayıp durmuştu. ‘Ne zaman kaybı,’ diye düşündü. Ayten’siz geçen yılları hala içini burkardı.

“Eğer bunu bana annen yapmış olsaydı, dünya üzerinde hiçbir kuvvetin bana engel olmasına izin vermezdim.”

“Annemin bile mi?”

“Annenin bile.”

“Ama o annem değil. Aslına bakarsan çok da tanımıyorum. Sadece aramıza koyduğu engellere tahammül edemiyorum.”

Gözlüklerinin üzerinden oğlunu süzen Hasan, kaşlarındaki çatıklığı, göğsündeki daralmayı yüreğinde hissetti. İnsanın oğlunun canı acıyorsa babasının da acıyordu.

“Tahammül edemediğin birisinin sana engel koymuş olması mı yoksa özellikle ona ulaşamıyor olmak mı?”

“O önemli baba. Neden bilmiyorum ama önemli.”

“O zaman neden hala buradasın?”

Keskin gözlerini babasına çeviren Sinan, içinde yükselen heyecanı bastırmaya çalışarak “Gerçekten, neden?” dedikten sonra “Ben biraz dışarı çıkıyorum,” diyerek odadan çıktı.

Hasan’ın dudağına yerleşen gülümseme gurur doluydu.

‘Sana kolay gelsin kızım. Nasıl bir fırtınanın yaklaştığını bilmiyorsun.’

***

Ajans tam kadro geldiği barda yemek saatinin gelmesiyle azalmaya başlamış, en son Zeynep ve Elif kalmışlardı. Yemek işi ikisinin de gözünde büyüyor, bir türlü yerlerinden kalkamıyorlardı.

Elif zaten çok az yemeye başlamıştı. Canı o mutfakta hiçbir şey yapmak istemiyor, dışarıda yerse yiyor, yoksa öğün atlıyordu.

“Eve gitmek istemiyorum,” dedi Zeynep’e. “Bir yerlere gidip yiyelim mi?”

Ensesinde bir karıncalanma hissettiği an, kalbini yerinden oynatan o sesi duydu yanı başında.

“İyi akşamlar, rahatsız etmediğimi umarım.”

Zeynep yerinden fırlayıp Sinan’ı coşkuyla kucakladı. Adamın çağırmadan gelmesine çok mutlu olmuş, yanında başka biri olup olmadığını kontrol etmeyi de ihmal etmemişti.

Elif sesi kesilmiş, Sinan’dan başka her yere bakıyor, onların kucaklaşmalarının bitmesini beklerken, oradan nasıl kaçacağının hesaplarını yapıyordu. Çantasına uzandığı an, Sinan’ın meydan okuyan sesiyle “Benim gelişim yine senin gitmene neden olacaksa, canım bu işe çok sıkılacak, bilgin olsun,” dediğini duydu. Ona doğru dönüp, “Ben zaten birazdan kalkmayı planlıyordum,” dediğinde Sinan’ın gözlerinde adeta ateş çaktı. “Aslında ben birlikte yemek yemeyi planladığınızı duymuş, iki güzel kadına yemek ısmarlama şansım olmasını umuyordum.”

Elif Sinan’ın gözlerine bakakaldı. Ne diyordu bu adam? Yardım istercesine Zeynep’e baktı. Genç kızın gözlerinde muzip bir ışıltıyla “Bayılırız Sinancım, ikimiz de büyük bir zevkle teklifini kabul ediyoruz,” demesiyle çaresizlik içinde onaylayan bir şeyler mırıldanarak başını salladı.

Nefesini düzene sokmaya çalışırken sinirle içinden söyleniyordu. Ne gerek vardı böyle bir şeye? Bunun kendisi için eziyet olacağını anlamak bu kadar zor muydu?

Zeynep, gitmeden önce kuzeni Sevda’ya “Yirmi dakika sonra beni arıyorsun, bana geldiğini, anahtarın olmadığını, kapıda kaldığını söylüyorsun, beni eve çağırıyorsun!” mesajını çekerken, yüzünde melekler kadar masum bir ifade vardı.