Seçilmemiş Bölüm 29
Zeynep sabahtan beri Elif’e bakıp kıvranıyordu. Hafta sonu boyunca Sinan’ın isteğini yerine getirmekle Elif’e söylemek arasında gidip gelmişti. Elif’in Sinan’ın durumunu bilmesi gerektiğini hissediyordu. Niye böyle düşündüğünü bilmiyordu ama sanki Elif’in bir süredir içinde bulunduğu ruh hali Sinan’la ilgiliydi ve onun kendisini hatırlamadığını bilirse sanki Elif için bazı şeyler yoluna girermiş gibi geliyordu.
Elif özel bir insandı. İkisi çok yakın değillerdi ama ona karşı her zaman çok dürüst ve yardımcı olmuştu. Başkaları kuyusunu kazarken o kendisine yol göstermiş, karşılığını da hiçbir zaman beklememişti.
Sinan’la ilişkisi hakkında da ikiyüzlü davranmadığını yüreğinde hissediyordu. Onu Zeynep’e yakıştırmamıştı. Bunu kendisi için yapmadığını biliyordu Zeynep. Doğru hissettiği şeyi bilmesini istemişti sadece. O da, kendisi ısrar ettiği içindi. Haklıydı, Sinan ve o birbirlerine uygun değillerdi.
Doğan bile daha uygundu kendisine. Sevgiyle gülümsedi Zeynep. Hoşlanıyordu Doğan’dan, ama bu duygusu ile ilgili bir şey yapacak değildi. Onunla arkadaşlık güzeldi. Üzerine titriyordu genç adam. Biraz bunun tadını çıkarmak fena olmayacaktı.
İşte Sinan’la eksik olan buydu. Sinan asla el üstünde tutulduğunu hissettirememişti Zeynep’e. Yanında kendisini bir çanta gibi hissederdi. Şık, gösteriş için kullanılan bir çanta. İçi titredi, eğer zamanında fark edip uzaklaşmamış olsaydı, çok mutsuz bir çift olarak yıllarca bir evliliği sürdüreceklerdi.
Parti günü Sinan’ın Elif’e bakışını gördüğü an eksiğin adını da koyabilmişti Zeynep. Adamın içi gidiyordu kadına bakarken. Kendisine ise kardeşine bakar gibi bakardı. O bakışı eğer kendine yönelmiş görseydi, Zeynep deli gibi âşık olabilirdi Sinan’a.
Kaşlarını çatıp Elif’e baktı yeniden. Sinan ne derse desin, Elif’in haberi olmalıydı. Zeynep bunu ona borçluydu.
“İş çıkışı sana gidebilir miyiz?”
Elif ekrandan başını çevirip Zeynep’e baktığında, bunun herhangi bir program teklifi olmadığını hemen anlamıştı. Bir şeyler vardı Zeynep’te. Konuşmak istiyordu.
Ya Sinan’la ikisi ilişkilerini sürdürmeye karar vermişler de Zeynep bunu ona söylemek için fırsat arıyorduysa?
Ne olmuş, bunu da kaldırabilirdi. Güçlüydü o, yıkılmazdı. Dünyanın bütün Sinanları ve Zeynepleri bir araya gelse, canını daha fazla acıtamazlardı.
“Tabii ki,” dedi. “Birlikte çıkar önce bir şeyler yer sonra bana gideriz.”
Korktuğu gibi olmadı. İş çıkışı sakin bir yemek yediler. Zeynep hayatındaki olumlu değişiklikleri anlatıyor, geleceğe nasıl umutla baktığı her halinden belli oluyordu. Bu gelecek Sinan’la ilgiliymiş gibi görünmüyordu. Adını bir kez olsun ima bile etmemişti. Elif de rahatlayarak sohbete onun kadar istekle katılmış, eve gidene kadar neşesine de kavuşmuştu.
Bu bir oyundu, neşeli olmak, ilgili olmak, hayattan beklentisi varmış gibi davranmak. Yaşamaya devam etmek için oynaması gereken bir oyun. Bir süre sonra buna kendisi de inanacaktı.
Evde bir şişe şarap açıp kanepeye yayıldıklarında Zeynep uzun bir süre konuyu nasıl açacağını düşündü. En sonunda, doğrudan söylemenin en kolayı olacağına karar vererek bombayı salonun ortasında patlatıverdi.
“Sinan iki hafta önce bir kaza geçirmiş, hafızasını kaybetmiş.”
Her şey ağır çekimde izlenen bir film gibiydi.
Elif başını kaldırıp Zeynep’e baktı.
Kadeh elinden yere kaydı,
masanın kenarına çarpıp parçalandı.
Cam kırıkları etrafa saçılırken
kırmızı renkli sıvı halının üzerinde giderek büyüdü.
Elif gözlerini yere çevirip cam kırıklarını ve şarabın halıda ayılan lekesini izledi.
Gözlerini tekrar Zeynep’e çevirdi
ve bir kahkaha patlattı.
O deli gibi gülerken, Zeynep ne yapacağını bilemeden öylece duruyordu. Yerdeki cam parçalarını toplamaya yeltendi, koyacak yer bulamadı, gerisin geriye yere bıraktı. Elif’e gözlerini dikip bir iki kahkaha da kendisi attı, ama Elif o kadar isterik gülüyordu ki, yüreği sıkıştı, kahkahası kesildi. Elif’i tedirgince izlemeye başladı.
Elif ellerini yüzüne kapatmış, kendini durduramadan sarsılıyordu. Yaptığı eylem kahkaha atmak ise, demek ki gülmek insanın canını yakabiliyordu.
Ellerinin ıslandığını fark etti, ağlıyor muydu? Gülmüyor muydu? Hıçkırıklar içini paralarcasına göğsünden dışarı kaçarken Elif artık ne düşüneceğini, ne hissedeceğini bilmeden öylece katılmıştı.
Zeynep telaşla mutfağa koşup bir bezi ıslatıp salona geri döndü. Islak bezi Elif’in yüzüne, ellerine, bileklerine koyuyor, onu ferahlatabilecek başka şeyler düşünmeye çalışıyordu.
Yavaş yavaş titremesi duruldu Elif’in, sadece hıçkırıkları kaldı. Yaş akıtmadan, ses çıkarmadan bir süre hıçkırdı.
“Öldüğümü sandım, Sinan beni paramparça edip yok etti sandım, çok korktum Zeynep!”
Zeynep arkadaşına sarıldı, “Ağla bebeğim, rahat rahat ağla, kaç haftadır biriktirdin bunları içinde, ağla” dediğinde Elif kızın kucağına yatıp dakikalarca ağladı.
Sakinleşmesi epey sürse de, kendisini toparladığında uzun süredir hiç olmadığı kadar canlı ve umutluydu. Olasılıklar listesinin ilk ve en umutsuz maddesi gerçekleşmişti.
Hala gelebilir. Mantıklı açıklama yapması söz konusu. Bağışlanma olasılığı var.
Ah evet, bağışlanma olasılığı kesinlikle vardı. Yüzüne yerleşen gülümseme, hayata dönmek gibi bir şeydi.
Zeynep haberi ona söylediği için kendisini bir kez daha kutladı.
“Nasıl olmuş?”
“Bilmiyorum, onu söylemedi. Sadece bir yılını hatırlamıyormuş. Beni onun için önceden çağırmış. Davranışlarının beni kırmasını istememiş.”
“Seni de hatırlamıyor yani. “
“Evet, hatırlamıyor. Ne yapacaksın şimdi?”
Elif’in yüzündeki gülümseme yavaşça solarken, kararsız bir kaygı yeniden gözlerine yerleşti.
“Bilmiyorum. Yani biliyorum. Ona bizi söylemem gerek.”
“Tamam, söyle o zaman.”
İşte, Zeynep için sorun çözülmüştü. Elif başını ellerinin arasına aldı. Oh Tanrım, yeniden en başa dönmüşlerdi. Sinan’a söylemek işin en kolay yanıydı. Zor olan, onu buna kahkahalarla gülerken seyretmekti.
“Zeynep, lütfen bir düşün. Sence Sinan bana inanır mı?”
Zeynep’in gözlerine yerleşen şaşkınlık güzeldi. Birisinin ‘Neden Sinan’ın Elif’ten hoşlanması garip olsun ki?’ diye düşünebilmesi iç rahatlatıyordu. Hele ki Elif’in kendisi bile bunun mümkün olmasını bu kadar imkânsız bulurken.
“Elif, ben Doğan’ın evinde onun sana nasıl baktığını gördüm. O adam tapıyordu sana.”
Elif acı bir gülümsemeyle “Evet, öyleydi değil mi?” dediğinde Zeynep ısrarını sürdürdü.
“Bu şu demek oluyor hayatım. Sen kendini Sinan’a uygun görmüyor olabilirsin -ki bunun nedenini asla anlayabilmiş değilim- ama o, seni uygun görmekle kalmıyor, sana bayılıyor. Bir kez beğendiyse ikinci kez de beğenir. Güven bana.”
Zeynep konuştukça Elif’in içindeki umut kıpırdanıp yüzeye çıkmaya başladı. Evet, bu doğruydu. Sinan Elif’e ulaşmak için iki aydan fazla çaba harcamıştı. Tek, Elif onu dinlesin diye. O Elif’i görmüştü. Yine görmesi mümkündü. Yapması gereken tek şey Elif olmaktı.
“Ona gitmem gerek. Bana adresini söyler misin?”
Ellerini çırparak havaya fırlayan Zeynep, “Yaşasın!” diye haykırarak Elif’e sarıldı. “Bebeğim adresi söylemekle kalmam, seni kapısına kadar götürürüm bile. Yeter ki o güzel gözlerin artık gülsün.”
“Canımsın.” “Hadi hadi oyalanmadan seni bir toparlayalım. Yüzünü gözünü yatıştırmamız lazım. Şuna bak, onun karşısına şiş gözlerle çıkmak istemezsin herhalde, değil mi?”