Seçilmemiş Bölüm 27
İnsan beyninin deliliğe karşı ne kadar güçlü bir korunma potansiyeline sahip olduğunu ertesi gün öğrendi Elif. Sabah kalktı. Sıradan bir günün sakinliğiyle hazırlandı. İşe gidip herkese ‘Günaydın,’ dedi. Masasına oturdu. Çıkış saati geldiğinde, meslek hayatının en güzel metinleri Servet Bey’in masasında duruyordu.
Eve geldi. Acınma, sızlanma, gözyaşı için kaybedilecek zaman yoktu. İyileşmek için disiplinli bir planlamaya ihtiyacı vardı.
Not defterini çıkarıp OLASILIKLAR yazıp listesini yaptı.
- Hala gelebilir. Mantıklı açıklama yapması söz konusu. Bağışlanma olasılığı var.
- Libya’ya gitmiş olabilir. Korad’ı arayıp haber vermesi mümkündü, yapmadı. Bağışlanması çok zor.
- İlişkiyi sürdürme konusunda isteksiz. Bunu kendisine de söyleyebilirdi. Bağışlanamaz.
- Dalga geçti. Çürümüş zalim bir kişilik. Bağışlanamaz.
Altına YAPILACAKLAR listesine başladı.
- Bir süre daha mantıklı bir açıklama yapılacağını umarak kapıyı açık bırakmak.
- Çevredekilerin dikkatini çekmemek için normal görünmek.
- İstenmediğini, oyuna geldiğini ve de ezik olduğunu kabullenip başa çıkma yolları aramak.
- Düşünmeyi durdurup beynin bu travmayı hazmetmesini sağlamak.
Yanına yukarıdan aşağıya bir çizgi çekip, HATALAR yazıp altına listeye başladı.
- Seçilmiş olduğunu düşünmek.
- Kadın olarak yeterliliğine inanmak.
- Genel kabulleri yok saymak.
- Oyuna gelecek kadar ezik olmak.
Onun altına da ZORLUKLAR listelendi.
- Rüyalar
- Hayaletler
- İlgisizlik
- Aşağılanma
- Başka kadınlar
En sağa HEDEFLER yazıp altına iki çizgi attı.
- Yalnızlıkla barışmak.
- Seçilmemişlikle barışmak.
- Kadın kimliğini yok etmek.
Bir süre bu maddeye baktı. Bu yanlıştı. Hastalıklı bir insana dönüşmeye niyeti yoktu. Üzerini çizip düzeltti.
- İnsan kimliğini kadın kimliğinin önüne çıkarmak.
- Bir erkeğe ihtiyaç duyma olgusunu hayatından tamamen çıkarmak.
- Kariyeri en önemli amaç olarak belirleyip tamamen işe yoğunlaşmak.
Evet. Kendisini suçlamaya niyeti yoktu. İnsandı o, zaafları vardı. Bunun bedelini elbette ödeyecekti. Ama bu bedel yıkılmak değildi.
Şu an tüm hataları için kendisini bağışlıyordu. Şimdi güçlü olma zamanıydı.
“Elif, tam dört kere seslendim sana, nerede senin aklın Allah aşkına!” Ceren arkadaşının tepesine dikilmiş, sonunda onu dürterek dünyaya indirmeye karar vermişti.
İki haftadır Elif ‘ruh ve beden ayrışması nasıl yapılır’, ‘olduğunuz yerde nasıl olmazsınız’ türündeki bir takım savları kanıtlamaya çalışıyor olmalıydı. Ajansa geliyor, işini yapıyor, çıkıp gidiyordu. Fazladan tek bir kelime, bakış, gülüş, ilgi yoktu. Ceren soru sorarsa cevap veriyor, diğer zamanlarda başını bilgisayardan ayırmıyordu.
BroD ile birlikte bir kampanyanın daha yükü onun omuzlarındaydı ve Elif muhteşem işler çıkarıyordu. Bu yüzden kimse onu ellemiyor, işini yapmaya bırakıyordu.
BroD-Korad etkinlikleri bir daha tekrarlanmamıştı. Doğan ve Sinan ortalarda görünmüyorlardı. Ceren Elif’le Sinan arasında bir ilişki başlamamış olmasına üzülüyordu. O adam tam Elif’e göreydi. Ama Elif’in duvarlarını aşıp da ondan bir şey öğrenmek mümkün değildi. Kadın dünyada yoktu!
Elif’in bilgisayarda yazdığı metine bakıp BroD sloganları olduğunu fark etti. Lanet olsun bu kadın işinde çok iyiydi! “Hey”, diye çığlık atarak ekranı kendisine döndürdü. “Kızım sen bundan başka bir şey yazmasan da olur. Bunun kabul edileceğine kalıbımı basarım!” Elif boş gözlerle ekranı kendisine çevirip yazmaya devam etti. “Üç alternatif daha düşünüyorum. Hepsini görür, öyle karar veririz.”
Bilgisayarla konuşuyor olsa, o da bu cümleyi tam bu duyarlılıkta söyleyebilirdi zaten.
Ceren sıkıntıyla Zeynep’in yanına gitti. “Artık dayanamayacağım. Bir saksıyla konuşuyormuş gibiyim. Ne yapacağız biz bu hatunu?”
Zeynep karamsar bir yüzle Elif’e baktı. “Sinan yüzünden mi acaba Ceren? O da partiden beri ortadan kayboldu. Acaba onu ya da Doğan’ı arasam mı? Yine bir buluşma yapsak belki iyi gelebilir Elif’e.”
Ceren bundan pek emin değildi. Sinan aramıyorsa, Elif onun önünü kendisi kesmiş olabilirdi. “Bilmeden ortalığı karıştırmayalım bence. Nasıl olsa Cuma günü sunumu yapacağız. O zaman anlaşılır her şey.”
Sinan işe döneli bir hafta olmuştu. Annesi ve babası hastaneye gelmiş, hastaneden çıkar çıkmaz onu pamuklar içinde boğmaya başlamışlardı. Sağlığıyla ilgili bir sorunu yoktu aslında. Sadece son bir yılı hatırlamıyordu, o kadar.
Doktor, hafızasının başına aldığı darbe nedeniyle etkilenmiş olduğunu, beklemekten başka bir şey yapamayacaklarını söylemişti. Sinan da bekliyordu.
İlk haftayı evde ailesiyle geçirmiş, o bir yıllık sürede babasının kalp krizi geçirmiş olduğunu öğrenerek sarsılmıştı. Bu arada bir de kısa süreli bir nişan yaşanmış, o da bitmişti.
Kız bir reklam ajansında çalışıyordu, bu ajans da BroD’un kampanyasını hazırlıyordu. Kızı merak etti. Kampanyayı nişan bozulduktan sonra o ajansa verdiklerine göre kızla arasında kavga dövüş olmadığını tahmin ediyordu. Evdeki gazetelerde bir açılışta birlikte çekilmiş fotoğraflarına rastlamıştı. Çok güzeldi. Zeynep ismini bir şeyler hatırlatması amacıyla birkaç kez tekrarlamış ama zihninde hiçbir şey uyanmamıştı.
Doğan kazayı duyar duymaz atlayıp gelmek istemiş, Sinan onu zorla kalmaya ikna etmişti. İşle ilgili şu an acil bir karar alınması gerekmiyordu. Yazılımsal konuda da Sinan’ın hafızasının yol açabileceği bir sorun yoktu. Hala kodları gözü kapalı yazabilir, sistem mantığını kolaylıkla kurabilirdi ki şu ara ellerinde bunu yapmasını gerektirecek bir iş de yoktu.
Yürüyen iş Tekton’du. Sinan o projeyle ilgili hiçbir şey hatırlamıyordu ama başında da zaten Doğan vardı. Sinan’ın sadece reklam kampanyasıyla ilgilenmesi yeterliydi.
Sekreteri, kampanya ile ilgili sunumun kendisine gelecek günlerde yapılacağı bilgisini verdiğinden bu yana önceki toplantı notlarını okumuş, ana hatları kavramıştı. Bir kâğıdın kenarına yazdığı “Bakma” kelimesinin ne anlama gelebileceğini uzun uzun düşündüyse de buna bir anlam verememişti.
Başına saplanan sancı, dikkatini dağıtarak eve gitme zamanının geldiğini hatırlattı. Ama tıklatılan kapının ardından içeri giren genç bir kız, hemen çıkamayacağının sevimsiz habercisiydi.
‘Yine ne var?’ bakışıyla kıza bakarken içine yerleşen rahatsızlık dışarıdan bile anlaşılıyordu.
“Biraz konuşabilir miyiz?”
Nihan yazılım kadrosunun en alt basamaklarında, çok da verimli olmayan bir çalışandı. Dosyasından öğrendiği kadarıyla Doğan’ın komşusunun ricasıyla 4 ay önce stajyer olarak şirkete alınmıştı. Hakkındaki notlar çok da ümit vermiyordu, o yüzden Sinan onun kendisinden ne istiyor olabileceğini anlamadı.
Kızın güzel olduğu tartışılmazdı. Upuzun boyu, siyah dalgalı saçlarıyla mankenlere taş çıkartırcasına yürüyordu. Göğüsleri bedenini saran dar bluzdan taşmak ister gibi öne fırlamış, kısa eteği de mükemmel kalçalarının her hareketinde daha da yukarı sıyrılmaya hazırlanmıştı.
Kayıtsız bakışlarıyla kızın masaya yaklaşmasını izledi. İki gündür onu kendisine bakarken yakalıyordu. Asansörde karşılaştıklarında da kendisine fazla yakın durmasından rahatsız olmuştu. Üzerine atlayan kadınlardan nefret ederdi. Bu kız da her an bacaklarını açıp kucağına oturmaya hazır görünüyordu.
Konuşmak yerine tek kaşını kaldırarak istediğini bir an önce söyleyip gitmesini istediğini belli etti.
“Geçirdiğin kaza için çok üzüldüğümü söylemek istiyorum.”
Yüzünde en ufak bir değişim olmadan devam etmesini bekledi.
“Biz, kazadan önce seninle yakınlaşmıştık Sinan. Şimdi hatırlamıyorsun tabii ama benden çok hoşlandığını, birlikte olmamızdan çok mutlu olduğunu söylerdin.”
Hiç tepki vermedi genç adam. Kız cilveli bakışlarını üzerine dikmiş, göğüslerini daha da ileri iterek Sinan’ın dikkatini onlara çekmeye çalışıyordu. Masanın arkasına dolaşarak Sinan’ın yanına geldi.
“Hadi şimdi doğrudan bana gidelim. Sana yaşadıklarımızı hatırlatmak istiyorum.”
Öne doğru eğilip yüzünü adamınkine yaklaştırdı. Gözleri buğulanmış, aç bir istekle Sinan’ınkilere kilitlenmişti. Diliyle dudaklarını ıslatıp öpmek üzere adama eğildi.
“Yeter!”
Sinan’ın keskin sesi suratında bir kırbaç gibi şakladığı an kız korkuyla iki adım geri kaçtı. Yüksek topukları üzerinde sendeleyerek masaya tutunurken kıpkırmızı kesilmiş yüzüyle adama baktı.
“Benim hiçbir kadın arkadaşım sadece iki göğüs ve bir bacak arasından ibaret olmadı Nihan Hanım,” dedikten sonra telefonda bir tuşa bastı.
On saniye sonra odaya giren sekreterine dönen genç adam, “Nuray Hanım, Nihan Hanım’a masasına kadar eşlik edin. Eşyalarını toparlasın. Bir daha da bu binaya adım atmamasını sağlayın. Aksi durumda patronunu taciz etmekten kendisine dava açılacağını iyice anladığından da emin olun,” dedikten sonra hışımla odasından çıktı.
Oğlunun evden içeri barut gibi girişini izleyen Ayten Özhan, kaygıyla kocasına baktı. “Sen mi gidersin, ben mi?”
“Sen git aşkım, sen olunca yatışmak zorunda kalır, ben olunca buna gerek görmez.”
Ayten kocasının elini okşadıktan sonra derin bir nefes alarak mutfağa gitti. Bir tabağa yeni pişirdiği poğaçaları dizdi. Hazırladığı iki çay bardağıyla birlikte bunları tepsiye yerleştirerek, giriş biletinin elinde olduğundan emin, oğlunun çalışma odasına yöneldi.
Masasına oturmuş öfkeli gözlerle pencereden dışarıyı seyreden oğluna yürüyüp “Öfkeni çayımızı içerken de koruyabilirsin diye düşündüm,” diyerek tepsiyi önüne bıraktı. Kendi çayını alıp pencereye yaklaştı ve dönüp oğluna baktı.
Hayattaki en sevdiği kadının varlığı, Sinan’ı kısa bir süre sonra sakinleştirmişti. Sevgi dolu gözleriyle onu süzdü. Uzun boylu, 55 yaşına rağmen hala 35 yaşında görünmeyi başaran, asil bir kadındı Ayten Özhan. Saçlarındaki kırları büyük bir asaletle taşır, yaşı kaç olursa olsun hayata aşkla bakabileceğini her hücresiyle haykırırdı.
“Sadece önümde senin gibi bir örnek olduğu için hemcinslerine şans vermeye devam ediyorum anne.”
Duyduğu en doğal ve en içten kahkaha, Sinan’ın yüzüne bir gülümsemenin yerleşmesine yetti. Bu kadın böyleydi işte, hakkıyla güler, ağlar, kızar ya da severdi.
“Birileri kuyruğuna basmış anlaşılan.”
“Bu kadar mükemmel olmasan hayat benim için daha kolay olabilirdi.”
“Ben mükemmel değilim. Sor babana.”
“Şanslı keçi. Nasıl buldu seni?”
“Sinemada.”
Poğaçadan bir ısırık alıp çayını içerken merak etti birden.
“Bunu hep söylersiniz de, gerçekten ne oldu sinemada anne?”
“Çok acıklı bir sahnede ben gülmüşüm. Babanın dikkatini çekmiş bu. Tam arkamda oturuyormuş. Film boyunca tepkilerimi izlemiş. Herkes gülerken ağlıyor, herkes ağlarken gülüyormuşum. Filmin sonuna doğru, ‘Seninle evleneceğim,’ diye bir ses duydum arkamdan. Dönüp baktım, hala bakıyorum.”
Sinan ağzındaki lokmayı çiğnemeyi unutmuş öylece bakıyordu annesine. Kadının gözlerine hülyalı bir ifade yerleşmiş, otuz dört yıl öncesindeki adamın gözlerinde kaybolmuştu.
İçinde buruk bir mutlulukla annesini izlemeye devam etti genç adam.
‘Aşka bakıyorsun Sinan, iyi bak. Bir gün sana böyle bakacak bir kadın bulabilmek için de dua et.’