Seçilmemiş Bölüm 25
İçi boştu. Her yer soğuktu. Üzerindeki çarşafı rahatsız bir şekilde ayaklarıyla itekledi adam. Üşümüyor, ateşler basıyordu ama içi buz gibiydi.
Nefes almakta zorlandığını fark edince ‘Boğuluyorum,’ diye düşündü. Nerede boğuluyordu? Denizde mi? Yoksa hava mı çekilmişti odadan?
Oda… Elif’in odası. Elif.
Gözleri açıldı. Elif yoktu.
Panikle yatakta doğrulup yanına baktı. Yatak soğumuş, ama Elif’in kokusu üzerinde kalmıştı. Kalbi sıkışarak banyo kapısına baktı. Açıktı ve orada da kimse yoktu.
Dehşet içinde yataktan fırlayıp salona koştu. Oh Tanrım, Elif!
Olduğu yerden bir adım bile kıpırdayamadan, koltuğa oturup dışarıyı seyretmeye dalmış kadına baktı. Kendisini fark etmemişti. Üzerinde bornoz, elinde yarısı boşalmış bir kahve fincanı vardı.
“Neden yanımda değilsin?”
Duyduğu sesten ürken genç kadın bardağı düşürmemeye çalışarak yatak odasının kapısına döndü. Bembeyaz yüzle kapıda duran adam sinirli bakışlarını üzerine dikmişti. Huysuz bir oğlan çocuğuna benziyordu o an. İçine dolup taşan duygularla gülümsedi ona.
“Uyuyamadım. Sabahın bu saatlerini severim.”
Uykusu yavaş yavaş açılıp kan akışı normale dönmeye başlayan genç adam, ters ters “Sensiz uyanmayı istemiyorum. Bir daha yapma,” diyerek odaya geri döndü.
Gülümsemesi yüzünde donan Elif arkasından koşarak yatak odasına girdiğinde, asık suratıyla giysilerini toparlamakta olan Sinan’a şaşkınlıkla bakakaldı.
“Tatlım, seni kızdıracak ne yaptım?”
“Beni yatakta tek başıma bıraktın.”
“Ama…”
“Lütfen, bırak kendime geleyim. Sensiz çok kötü uyandım.”
“Tamam,” diye fısıldayan Elif ne düşüneceğini bilemeden öylece durdu.
Sinan çok sinirli görünüyordu. Banyoya girip kapıyı kapattığında içeriden gelen sesleri dinledi kadın. Önce duş kabininin kapısı sertçe kapandı, ardından akan suyun sesi geldi.
Ne olmuştu şimdi? Öğretmeni tarafından azarlanmış bir çocuk gibi dudakları titreyen Elif Sinan’la güne böyle başlamayı hiç sevmemişti.
Derin bir nefes alarak banyoya yürüdü ve kapıyı açıp içeri girdi. Duş kabininde Sinan’ın duvara dayalı duran siluetini görebiliyordu. Genç adam hiç kıpırdamadan suyun altında duruyordu.
Üzerindeki bornozu sıyırıp yere düşürdü. Kabinin kapısını açıp içeri girdi. Sesi duyduğunda gözerini açan adam çok mutsuz ve yalnız görünüyordu. Kendisi gibi.
Ona yaklaşıp bedenini yasladı. Hiç kıpırdamamıştı Sinan. Sokulabileceği kadar sokulup kedi gibi yaslandı ona. Yüzünü, göğüslerini, karnını, bacaklarını onunkilere sürttü bıkmadan.
Bir süre sonra Sinan kollarını Elif’e dolayıp sertçe bastırdı kendisine. Çıldırmış gibi ağzına yapışıp hoyratça öpmeye başladı. İçindeki bütün öfkeyi bu öpüşle Elif’e aktarıyor, sanki onu cezalandırıyordu.
Ağzında kan tadı alan Elif Sinan’a hiç karşı koymadan kendisini onun öfkesine bıraktı. Ne istediyse, ne kadar istediyse hepsini verdi erkeğine. Tartışma ya da sorgulama zamanı değildi. Ait olma zamanıydı ve o Sinan’a aitti.
Onun şiddeti tepeden tırnağa aleve döndürdü Elif’i. Her yanını saran ateşle o da deliler gibi karşılık verdi Sinan’a. Küçücük kabinde adeta dans ediyorlardı. Göğüsleri adamın ellerinde acıyor ama Elif bundan büyük bir zevk alıyordu.
Sinan sertçe onu duvara dayadığında bacaklarını adamın beline doladı ve yumuşak bir boyun eğişle gözlerine baktı. İçine sertçe girildiği an canı yandıysa da hiç itiraz etmedi. Ağzından sadece aldığı zevki ele veren çığlıklar çıktı.
Kabinin içinde erkeğin bedeninin kadınınkine çarparken çıkardığı sesler giderek hızlanan nefeslerine karıştı. Elif boşalırken dünyadan kopup gittiğini, bir daha hiç geri dönemeyeceğini düşündü. Böyle bir zevkin dönüşü olmazdı. İçinde hareketsiz kalarak tüm sıvısını en derinlerine fışkırtan erkeğinin kasılan yüzünü aşkla izledi. Birkaç kez daha gidip gelen Sinan, öfkesini de kadınının içine boşaltıp sakinleşti.
Birbirlerine dolanmış iki beden, nefesleri normale dönene kadar ayrılmadı. Sinan yüzünü yumuşak dokunuşlarla öpmeye başladığında Elif bunun bir özür olduğunu biliyordu. Yüzünü Sinan’ın dudaklarına sundu. Ne kadar isterse öpebilirdi. Elif ona aitti.
“Özür dilerim.”
“Tamam, sorun yok.”
“Dudağın kanıyor. Canını çok acıttım mı?”
“Hayır. Bana yaptığın her şeyi seviyorum ben.”
Bacaklarını belinden çözüp yere indirdi Elif’i.
Sabun bezini alarak köpürttü. Elif onu izlerken her yerini nazik dokunuşlarla, öperek sabunladı. Saçlarına şampuan döküp dakikalarca başına masaj yaptı. Sonra bezi suda duruladıktan sonra yeniden köpürttü ve kendisini sabunladı.
İkisi de tamamen temizlendiğinde onu suyun altına, kollarının arasına çekti. Bedenlerindeki köpükler suyun altında akıp giderken Sinan Elif’i dakikalarca öptü. Sonunda banyodan çıkabildiklerinde Elif işe geç kalmıştı.
Sessiz bir kurulanma, sessiz bir giyinme. Kahvaltı yoktu. İsteyen de yoktu, hazırlayan da. Sessizce evden çıktılar. El tutma yoktu, kaçamak bakışlar da. Bu sefer arabada sessizlik hâkimdi. Cıvıldamalar, çapkın takılmalar saklanmış, yerini hüzne bırakmıştı. Elif üzgün hissediyor ama nedenini bilmiyordu.
Bugün bir şey olmuştu. Adı yoktu. Sadece canı yanıyordu. İçine çöreklenen kayıp duygusuyla panikleyip Sinan’a baktı. Gözleri dalgın, sanki kilometrelerce uzaktaymış gibi içine kapanmıştı. Korku bütün hücrelerine bir zehir gibi yayıldı.
Bitişler böyle mi olurdu?
İçindeki sesi susturmaya çalıştı. Bitmesi için bir neden yoktu ki. Sadece sabah yanında olmadı diye adamın kendisini bırakacak hali yoktu herhalde. Yoksa gece düşünüp… Hayır, kurmayacaktı. Sinan kendisi bir şey söylemediği sürece varsayımda bulunmayacaktı.
Ama eğer bu bir bitişse…
Sinan arabayı durdurup kontağı kapattı. Uzaktı. Yalnızdı. Bir süre dalgın gözlerle dışarıyı seyrettikten sonra Elif’e baktı. Uzun uzun, gözlerini deler gibi.
Elif’ten yoksun kalmanın ne hissettireceğinin provasıydı sabah yaşadığı. Elif’le öyle bir dünyaya adım atmıştı ki, o olmadığı an hayatı ikinci el bir hayat olacaktı. Bu, Elif’e bağımlılık demekti ve bağımlı insanların hayatları üzerinde kontrolleri kalmazdı.
Sinan’ın da kalmamıştı. Kızgındı. Muhtaçtı. Korkuyordu. Âşıktı.
“Beni bırakma Elif. Sabah yaşadığım o kaybolmuşluk duygusuyla başa çıkabileceğimi hiç sanmıyorum.”
Ne?
Elif kendisini Sinan’ın üzerinde bulduğunda oraya nasıl gittiğini bile bilmiyordu. Tek bildiği içinde yükselen Sinan’a vurma arzusuydu. Onun içindeki şiddet Elif’e geçmiş, öfkesi dizginlerinden boşanmıştı. Adamın göğsüne yumruklarını arka arkaya vurarak ağlamaya başladı.
“Hayvan! Hayvan! Hayvan! Korkudan ödüm patladı. Pislik! Eşek!”
Sımsıkı sarılarak onu sakinleştirmeye çalışan genç adam kadının hıçkırıkları kesilene kadar onu göğsünden ayırmadı.
“Şşş tamam. Özür dilerim. Çok özür dilerim.”
“Gidiyorsun sandım. Bitti sandım.”
Hıçkırıklarından kelimeler neredeyse anlaşılmıyordu.
“Ben de sabah gittin sandım.”
Birbirlerine sarılarak öylece durdular. Korku durulup huzur içlerine yerleşene kadar hiç hareket etmediler. Sonunda Elif burnunu çekerek arabada mendil arandı. Torpido gözündeki kutunun yarısına yakınıyla kendini toparladıktan sonra kızarmış burnu ve gözleriyle Sinan’a baktı.
“Akşama geç kalayım deme.”
Sinan’ın kahkaha atması üzerine ona bir kez daha sarıldıktan sonra arabadan indi ve azap dolu bir güne yürüdü.
Doğan’la havaalanında son detayları konuşurken Sinan uçağın kalkış anonsunun bir an önce yapılması için içinden yakarıyordu. Şu anda ne Tekton ne de sözleşme umurunda değildi. Eve gidip hızlı bir duş alacak zamanı ancak bulabilmişti ve içi hala kapkaraydı. Saatin bir an önce altı olmasından başka hiçbir isteği yoktu.
Anons yapıldığında arkadaşına son bir kez sarıldıktan sonra onun kapıdan geçmesini bile beklemeden oradan uzaklaştı. Kapıya doğru yürürken duvar kenarındaki bir el arabasına konulmuş valizlerin sallandığını fark etti. İnsanlar neden doğru düzgün yapmazlardı ki işlerini. Rastgele üst üste atılmış, dengede olup olmadıklarına bakılmamıştı.
Arabanın yakınlarında üç yaşlarında bir erkek çocuğu yerde oyuncak arabasıyla oynuyordu. Sinan içindeki kötü duygulara anlam veremeyerek olduğu yerde durdu ve çocuğu seyretmeye başladı.
Bir şey vardı. Sinan’ı yürüyüp gitmekten alıkoyuyordu. Daha gerçekleşmeden, valizlerin düşmek üzere olduğunu hissetti. Oğlanın üzerine düşecekti!
Çocuğa doğru son hızıyla koşup valizler üzerine düşmeden bir saniye önce ileri atlayarak onu itti. İkisi yuvarlandıkları yerde hala hızla kayarken çocuğun annesinin oğlana koştuğunu gördü. Neyse ki oğlana bir şey olmamıştı.