Seçilmemiş Bölüm 20

Seçilmemiş Bölüm 20

Gün boyu işyerinde konuşulan tek konu BroD kampanyasıydı. Böylesi büyük bir çıkışın ajansa da büyük saygınlık kazandıracağı açıktı. Herkesi iyimserlik ve umut sarmış, dört elle işe sarılmışlardı.

Toplantıların birisi bitip birisi başlıyor, metinler havada uçuşuyor, eskizler elden ele dolaşıyordu. Kendilerini güne sığdıramayan ekip iki akşamdır işi bara taşıyor, tam kadro burada devam ediliyordu.

Elif kızgındı. Kendisine karşı hiç toleransı kalmamıştı. Yetersizlikler listesine her gün yeni bir kalem ekleyen ve anlamsız bir hırsla sadece bunları düzeltmek için yaşayan bir atlete dönüşmüştü.

Ceren kaygılıydı. Elif’in evine döndükten sonra yine içine kapandığını görüyordu. Sosyal olarak aktif olsa da Ceren onun insanlarla arasına yeni sınırlar koyduğunu fark ediyordu.

Zeynep ürkekti. Evinde kendisiyle dertleşen Elif ile bu Elif arasında dağlar kadar fark vardı ve Zeynep değişime nasıl ayak uydurabileceğini bilmiyordu.

Yine de bir araya geldiklerinde çıkardıkları iş muhteşemdi.

O gün yine bardan en uzaktaki üç masayı birleştirerek etrafına toplanmışlardı. Bardan çok ofise benzeyen masalarında bardak koyacak yer yoktu. Elif ve Ceren bir eskiz hakkında yorumda bulunurken telefonuna gelen mesajı okuyan Zeynep, “Sürprize hazır olun millet!” diye bağırarak kapıya doğru el salladı.

Elif’in dönüp bakmasına gerek yoktu. Bedenindeki her hücre, Sinan’ın burada olduğunu hissediyordu. Başını çevirmedi. Sırtından aşağı boşanan tere rağmen eli ayağı buz kesilmişti. Onu bu kadar kısa sürede görmeye hiç hazır değildi. Gözlerinin içine kayıtsızca bakıp selamdan başka her şeyi esirgeyeli sadece üç gün mü olmuştu? Tanrım, kaçmak zorundaydı. Normal davranmak için gereken çabayı gösterebileceğine hiç inanmıyordu.

Sinan doğruca Zeynep’e yöneldi, sarılarak öptükten sonra masaya genel bir baş selamı vermekle yetindi. Doğan, sırayla herkesin elini sıkıp “Size katılmamızın sakıncası olmadığını umuyoruz,” diyerek Elif’in yanına oturdu. Masadakiler büyük bir coşkuyla onları ağırlamaya başlamış, Sinan’ı da Zeynep’in yanına, Elif’in tam karşısına oturtmuşlardı.

Sadece Doğan’a bakarak onunla selamlaşmak bile Elif’in içindeki bütün enerjiyi alıp götürdü. Tüm dikkatini elindeki bardağa vermiş, ne konuşmalara katılıyor, ne de masadaki insanlara bakıyordu. Gözleri Sinan’la hiç karşılaşmamıştı ama sanki radarı varmış gibi onun her hareketini fark edebiliyordu.

Buradan uzaklaşmalıydı. Sinan’ın kendisini bir kez daha yok saymasını yaşamak en büyük azaplardan daha da fazlasıydı. Zeynep’le sözde arkadaşlıklarına alkış tutmaya hiç niyeti yoktu.

“Bu gün sizin evlenmeyişinizin birinci ay dönümü mü yoksa?”

Oh Tanrım! Ceren’in patavatsız sorusuna Zeynep ve Sinan aynı anda, kahkahalarla gülerek cevap verdiler.

“Sinancım boşanmayışımızın dönümlerini de mutlaka kutlayalım.”

İnsanlar gülüyor, şakalar yapılıyor, kadehler tokuşturuluyor, Elif’in beyni uğulduyordu.

Bir ay. Onun da ay dönümüydü. Kadın oluşunun, Sinan’ı içinde hissedişinin birinci ayı. İçinden yükselen boğulma hissini yutkunarak bastırmaya çalıştı. Bardağındaki cinden büyük bir yudum aldı. Nefes alamıyordu. Bir yudum daha içti. Tuvalete gitmeye çalışsa Doğan’dan izin istemek zorunda kalacaktı. Nefes almalıydı. Nefes. Tanrım.

‘Sakin ol.
Sakin ol. Başarabilirsin. Bunu atlatabilirsin.
Nefes al. Bir tane al. Tamam, aferin.
Bırak şimdi. Sakinsin. Her şey kontrolün altında…
Nefes al. Güçlüsün sen. Bakma ona.
Bırak. Toparlan. Kendini rezil etme.
Nefes al. Ezilme. Dik dur.
Bırak. Bir yudum cin iç. Güzel.
Bak başardın. Geçti. Dayan.
Sadece dinliyormuş gibi davran. Yüzünü düzelt. Rahatla.
Gergin görmesin seni.
Bakıyor.
Nefes al.
Nefes al. Bakıyor.
Al şu nefesi lanet olası!
Aferin. Güçlüsün sen. Güçlü olmak zorundasın.
Dinle. Konuşmaları dinle. Baktığını görme. Dinle.
Doğan’a yoğunlaş.’

“…yaratıcı ekiple sık sık bir araya gelelim bence. Size kendimizi, hayata bakış açımızı daha iyi anlatabiliriz böylece. Bizi ne kadar iyi anlarsanız, o kadar iyi anlatırsınız.”

Masadan yükselen onay sesleri arasında boğulacak gibiydi.

“Tanıtmaya çalıştığımız her müşterinin hayatına bu kadar girseydik, ortada kendimize ait bir hayat kalmazdı.”

Masaya bomba gibi düşen bu sözleri kendisinin söylediğini anladığı an dehşete kapıldı Elif.

Ortam bir anda sessizleşmiş, buz gibi bir hava tam ortalarına yerleşmişti. Başını kaldırarak ilk kez insanların yüzlerine baktı. Ekip arkadaşları kendisine şaşkınlıkla, Doğan ve Sinan ise gergin bir şekilde bakıyordu. Başını dikleştirdi.

Sinan’ın buz gibi ela gözleri onunkilere kilitlenmişti.

“Bu sözlerden ajansınızın bizimle çalışmaya istekli olmadığını mı anlamalıyız?”

Arkadaşlarının korkuyla içlerini çekmesiyle; Elif söylediklerinin ne gibi sonuçları olabileceğini fark ederek bir anda ter içinde kaldı. Gözlerini Sinan’dan ayıramıyor, taviz vermez bakışlarından kaçamıyordu.

“Hayır, sizleri tanımanın, bu barda daha sık bir araya gelerek sağlanamayacağını düşünüyorum. İnsanları doğal ortamlarında tanırsınız. Gösterdikleri yüzleriyle değil, oldukları halleriyle gördüğünüzde. Bu yüzden, önerinizin sizin beklentileriniz açısından zaman kaybı olacağını düşünüyorum.”

Buz parçalarının arasında bir ışık parladı. Sinan’ın dudağında çok minik bir kıvrılma fark edilmeden görünüp kayboldu.

“O halde sizi burada değil, günlük yaşamımızda görmeliyiz. Birlikte zaman geçirmeliyiz, arkadaşların yaptığı türden etkinliklerde bulunmalıyız. Böylece yaşamınızı gasp etmek yerine, birbirimize sosyal anlamda katkıda bulunurken sizin de bizi tanımanıza zemin yaratmış olabiliriz.”

Kısa bir es verdikten sonra da tek kaşı havaya kalkarken meydan okurcasına ekledi.

“Tabii bu, ajansınızla çalışmaya devam etmemiz durumunda geçerli olacaktır.” 

Tehdit ediyordu. Tanrım, eğer Elif tavrını sürdürürse işi onlara vermeyeceğini resmen beyan ediyordu. Elif bütün gözlerin kendi üzerinde olmasından bunalarak, “Evet, bu çok daha akla yakın geliyor,” dediğinde Sinan’ın gözlerinde gördüğü pırıltı, avını kıstırmış, son hamleyi yapmaya hazırlanan bir avcının doyumunu yansıtıyordu.

Doğan “O halde Pazar günü bizim evde yapacağımız mangal partisiyle BroD-Korad etkinliklerini başlatıyoruz,” diyerek herkesin rahat bir nefes almasını sağladı. Gerginlik sona ermiş, bardaklar şerefe tokuşturulmuş, konuşma derhal başka konuya kaydırılmıştı.

Sinan bakışlarını çekmedi. Gözlerini ondan kaçırmayı başaramadığında, bir kez daha yenildiğinin anladı Elif. Bu adama kafa tutmamalıydı. Buna asla izin vermeyecekti.

Tanrım Sinan kendisine bakıyordu. İlk gün baktığı gibi… Bakıyor ve görüyordu. İçindeki her fırtınayı biliyor, seyrediyordu. Sonra gülümsedi genç adam. İçine girerken gülümsediği gibi… İşte o an Elif için her şey bitti.

***

Herkes kalkıp Ceren ve Zeynep Elif’le masada yalnız kaldıklarında Zeynep biraz da sinirle “Neydi şimdi bu yaptığın?” diye sordu. Cevap alamamasının üzerine, “O sözlerinin sonucu çok ağır olabilirdi. Sinan’ı tanımazsın sen. Sadece o cümlenle kalkıp arkasına bakmadan gidebilirdi. Zaten neden gitmediğini de anlayabilmiş değilim,” diyerek kafasını salladı.

O ana kadar hiç konuşmamış olan Ceren, Elif’in yanına yaklaşıp sarıldı. “Bir sıkıntın var senin, hepimiz görebiliyoruz bunu. Neden anlatıp sana yardımcı olmamıza izin vermiyorsun?”

Gözleri bir anda yaşlarla dolan genç kadın, dağılmak üzere olduğunu dehşetle fark etti. Olmazdı, şimdi ağlayamazdı. “Özür dilerim, bu aralar saçmaladığımın farkındayım. Nedenini ben de bilmiyorum ama kendimi kötü hissediyorum. Bir daha olmayacak, söz veriyorum.” Üzgün gözlerle kendisine bakan Zeynep ve Ceren’i inandırmak istercesine “Gerçekten,” diyerek ellerine uzandı ve sıktı.

Bardan ayrılan iki erkek ise o sırada başka bir barda viskilerini yudumluyorlardı. 

Bardağının içinde kaybolmuş görünen Sinan, üç haftadır kendisini Elif’ten uzak tutmak için olağanüstü bir çaba harcamıştı. İlk günlerde ona gitmemeyi nasıl başardığını hala bilmiyordu. Antalya’dan sonra kendisini işe vermiş, her akşam da yorgunluktan bayılana kadar spor salonuna gitmişti. Enerjisini bir yere boşaltmazsa, kendisini Elif’in kapısının önünde bulmaktan korkuyordu.

Ama geceler Elif’ti. Sesi kulaklarından hiç gitmemiş, aldığı soğuk duşlar bile geceyi tamamlamasına yetmemişti.

Onu o kadar özlemişti ki bir ara neredeyse vazgeçmeyi ve Zeynep’le buluşma ayarlamayı düşünmüştü. Gerekirse ona duygularını anlatıp, Elif’i de getirmesini isteyecekti. Onu vazgeçiren, Elif’in bunu bir koz olarak kullanabilecek olmasıydı.

Korad’daki toplantıda, bakmamayı başardığı halde, nefesindeki en küçük bir değişikliği algılayacak kadar ona yoğunlaşmıştı. Elif’i şaşırtmıştı. Beklemediği bir anda karşısına çıkmış, kayıtsızlığıyla da son darbeyi indirmişti.

Birisi bunu kendi kızına yapsa, onu gözünü kırpmadan öldürürdü. Ama biliyordu, Elif o gün çözülmüştü.

Bir hafta daha beklemeyi planlamışken, akşamüstü bir anda artık dayanamayacağını anlayıp Doğan’ı bara sürüklemişti. Gözlerini yumarak Elif’in bu gece bardaki haliyle gözlerine küçük bir ziyafet çekti. Meleği sonunda teslim oluyordu. Çok az kalmıştı.

Masada, paralize olmuş bir Elif vardı. Medeni maskesini takmaya bile çalışmamıştı. Öylece durmuş, başına gelene dayanmaya çalışmıştı. Sinan tüm o süre boyunca sadece onu kollarına alıp rahatlatmak istemişken, Elif tırnaklarını bir anda yeniden çıkarmıştı. Ölmeden önceki son can çekişmeydi belki de. Sinan’a en büyük kozu da bu hareketiyle vermişti. Artık kontrol Sinan’daydı.

Bundan sonra numara, taktik yoktu. Bundan sonra Sinan vardı. Pazar günkü buluşmada içinde hissettiği tüm duygularıyla Elif’e gidecekti. En büyük kumarı o gün oynayacaktı.

“İşin çok zor arkadaşım.”

Doğan’a dalgın gözlerle baktı. Zordu evet, ama değerdi. Elif için her şeye değerdi.

“Birbirini hiç tanımayan iki yabancıyız. Yine de onun, hayatımda olmasını istediğim tek kadın olduğunu biliyorum.  Onunla bir şans istiyorum. Hepsi bu.” 

 “Bugün kaçacak yer bırakmadın ona. Pes etmek üzere…”

Doğan’a dönüp keskin gözlerini onunkilere dikti.

“Elif pes etmez Doğan. Elif gelirse kendisi gelir. Benim tek çabam, onu beni dinlemesi için ikna etmek.”

“Ya dinlediğinde de gelmezse?

Korku. Sinan’ın kendinden de gözlerinden de saklamak istediği duygu buydu o an. Eğer içindeki duygular Elif için yeterli olmazsa…

“O zaman giderim.”