Tünel Bölüm 50
Bir kez daha hastaneydiler ama bu kez oradan hepsi biraz eksilmiş döneceklerdi.
Bebekti gelmek istemeyen. Belki kendisindeydi sorun, belki de bu kadar sorunun içine doğmak istememişti. Geride kalanlara ne kadar büyük bir boşluk bırakacağını bilememişti belli ki.
Doktor uzun uzun açıklarken, Mira buruk kırık dinlemişti onu. Operasyona gerek yoktu. Eve gidip dinlenmeliydi. Düşüğe Mira sebep olmamıştı. Yine çocukları olacaktı. Olacaktı evet, ama Emre ile değil… Emre’nin bebeğine bile sahip olamamıştı. Böylesi en iyisiydi belki de.
Bebeği doğabilmiş olsaydı, hayatının en büyük ödülü olurdu. Asla hayatında gerçek yerine oturmayacak bir adamın o minik parçasına sahip olabilmek aşktı. Emre’ye duyduğu bütün sevgi bebeğine akacaktı ve o, bu dünya üzerindeki en mutlu bebek olacaktı.
O Emre’ye, tünelde aşkı anlatırken âşık olmuştu. Onun duygularına, hayata bakışına, kendisi için yaptıklarına… Ölmeden önce, tanıştığı bu yeni duygudan olabildiğince fazlasını almak istemişti. Bir dokunuş daha… Bir koku daha… Emre’den bir nefes daha… Bunun adı aşktı, değil mi? Öyle hissediyordu.
Bir diğer adı da bencillikti. Belki de aşkın kendisi bencildi.
Ölememişlerdi sonra. Mira yüreğine yerleşen aşkıyla kalmıştı ortada. Pişman değildi. Aşkı hissettiği an zenginleşmişti ruhu. Tenlerinin dokunuşu güzeldi ama bu olmadan yaşanabilirdi. Ruhun dokunuşu olmadan ise Mira eksikti. Yine olsa, yine yapardı. Emre’ye âşık olmadığı bir dünya, artık tercihi değildi.
Dünya üzerinde varlığıyla kendisini mutlu edebilen tek insandı Emre. Ailesinin varlığı gibi değildi bu. Onun nefes alıp verdiğini bilmek yeterliydi. Başka bir kadına âşık olması önemli değildi. Mira bir şey bekleyerek âşık değildi. O sadece âşıktı. Yeterliydi.
Emre’nin Berna’ya duyduğu aşkın üzerine bir sürü spekülasyon yapılabilirdi. Berna’nın bu ilişkide ne kadar yer aldığı, onun duygularının gerçekliği… Önemli değildi. Mira, Emre’nin aşka bakışını görmüştü. Dünya üzerinde kendinden başka bir insan için hissedilebilecek duyguları… Onu anlatırken sesinin tınısına hâkim olan o yumuşaklığı… Dudağının kenarında beliren gülümsemeyi… Aşk buydu. Karşılığından bağımsızdı.
Peki, Emre o duyguları kendisine duysa? İstemez miydi? Hani aşk bencildi? Hayal ve gerçek arasındaki farkı anlayabilecek kadar zekiydi Mira. Onlar yanlış zamanların insanlarıydı. Emre için Mira ufaklıktı. Sadece o kelime, Mira’nın Emre’nin hayatındaki yerini belirliyordu. Onlar denk değildi. Aşk sadece kimya olsaydı, Mira’nın bir şansı olabilirdi. Ama bu adam için, kimyadan fazlası gerekiyordu.
Emre dünya üzerinde bir yerlerde mutlu oldukça Mira mutlu olacaktı. Yeter ki bunu onun elinden alan kendisi olmuş olmasın… Ayrılmalarına kendisinin sebep olmadığını anlamıştı. Ama tetiği çeken, Emre’nin Mira ile birlikte olması olmuştu. Bunun onun için iyi ya da kötü olup olmadığını bilmiyordu. O, Emre’nin şu an mutlu olmadığını biliyordu.
Şimdi Mira için gitme zamanıydı. Artık bebek yoktu. Mira Emre’nin hayatından çıkmalı, onu yeni bir aşkı bulması için özgür bırakmalıydı.
Kendisi mi? Gerekli değildi. O, hayatı sadece anılarıyla bile mutlu yaşayabilirdi. Mutlu ve eksik…
Akşam döndüler eve. Emre yürümesine izin vermeden her yere kucağında taşımıştı onu. Bunun için Aslan ile kavga etmesi gerekse, ederdi. Ama gerekmemişti. Üzüntü üçünü de birleştirmişti.
Mira sabaha kadar yatağında gözleri tavana dikili yatarken iki adam da salonda hiç konuşmadan oturdu. Konuşacak bir şey kalmamıştı. Konuşmaya gerek de kalmamıştı.
Sabah Mira da salona gelip sessizce kanepeye uzandı. Aslan’ın bir koşu içeriden kapıp getirdiği yastık ve battaniye ile rahatı sağlandı, üşümesi önlendi ama daha da çok kalkıp dolaşması engellendi.
Susmak üçüne de iyi geliyordu. Birlikte susmak acıyı dayanılır kılıyordu.
Mira’nın içindeki kayıp duygusunun tanımı yoktu. Anne olmanın ne demek olduğunu kavramasına fırsat kalmadan, bebeğinin yasını tutan bir anne olmanın ne demek olduğunu öğrenecekti. Üzerindeki sakinliğin aldatmacadan başka bir şey olmadığının farkındaydı. O daha ne olduğunu anlamamıştı. Sonra anlayacaktı. Bir süre sonra. Şok geçince… Hayat normale dönünce… Esas o zaman vuracaktı kederi onu. Mira bunu biliyordu. Şimdilik o hiçliğe sığınıyordu.
Aslan’ın tepsilere hazırladığı kahvaltı tabaklarını sessizce tırtıkladılar. Yaşama devam etmenin provasını yapıyorlardı.
Mira salonda uyudu, uyandı. Aslan koltuğunda sızdı, uyandı. Emre bir saniye bile gözünü kırpmadan sadece Mira’yı seyretti.
“Sen hiç uyumayacak mısın?”
O yaralı haliyle bile hala kendisini düşünüyordu…
“Sen hiç kendini düşünmez misin?”
Omzunu silkti Mira. “Düşünülecek bir şey yok.”
Oysa Emre’nin saatlerdir düşüneceği öyle çok şeyi vardı ki… Kaybettikleri bebeği, Aslan’ın söyledikleri, Mira…
“O zaman benim düşüncelerime yardımcı ol çünkü ben yanıtı bir türlü bulamıyorum. Senin yanında iken yaşadıklarımızın hepsi doğru, senden uzakta iken de hepsi yanlış görünüyor. Bu neden böyle?”
Aslan, kapalı gözlerinden bir tanesini aralayıp Emre’ye baktı. Mira yattığı yerde doğrulup oturur konuma aldı bedenini.
“Hastaneden sonra, tünelde yaptığım her şeyi, hissettiğim her duyguyu ölümüne savundum ben. Çünkü doğruydu. Orada, o anda, seninle doğruydu. Kendimi kötü ya da kirli hissetmedim. Fırsatçı ya da ikiyüzlü hissetmedim. Bu kavramların ölümün kıyısında hiçbir geçerliliği yoktu. Neysek, oyduk. Bu yüzden de tertemiz ve saftık. Ben orada, her anım için kendimi böyle hissettim.”
Evet öyleydi, Mira bunu zaten biliyordu.
“Sonra gerçek dünyaya döndük. İki metrekarelik alanda sahip olduğumuz o saflığın sadece bir halüsinasyon olduğunu sandım o andan sonra. Herkes yargılıyordu.”
Halüsinasyon değildi. Sadece o anların tünelin dışında tanımları yoktu.
“Anlatamadım Mira. Tüneli kimseye açıklayamadım. Ve onları dinlediğimde, aslında yanlış değildi söyledikleri.”
Kızın çatılan kaşları üzerine Aslan’a dönüp baktı genç adam. Artık iki gözü de açık, onu dinliyordu dayı da…
“Dün dayınla konuştuk sen sınavdayken.” Aslan doğrulup koltukta oturur konuma geçti, tek kaşını kaldırıp Emre’nin devam etmesini bekledi.
“Bana söylediği şeyler öylesine doğruydu ki Mira. Ben iğrençtim. Aşağılıktım. İçten pazarlıklı bir riyakârdım. Senden yararlanmıştım. O buna inanıyordu. Ben de inandım. Çünkü yanlış tek bir şey söylememişti.”
Duyduklarını sevmedi Mira. Doğru olmadıklarını biliyordu.
“Şimdi sana baktığımda, yine içimdeki o saflığı görebiliyorum. Senin yanındayken yaşadığımız her anın doğru olduğunu biliyorum. Bunu ruhumun en derininde hissediyorum. Sadece açıklayamıyorum.”
“Çünkü kelebekler yalan söylemez Emre. Bunu bilmek için kelebek olmaya gerek yok. Yaşayacak sadece bir günün olduğunu bilmek yeterli.”
Evet, işte buydu. Yine tüneldeydiler sanki. Yine sadece ikisi… Dışarıda da dünyanın geri kalanı… Eğer dünya o tüneli anlamaya yeltenmiyorsa, Emre’nin umurunda değildi. Sadece tek bir günü Mira ile yaşamış olmak, bunun bedeli olan her çirkinliğe değerdi.
“Dayın, bir şeyi anlamamı da sağladı Mira. O gün o tünelde senden başka kim olursa olsun, bunların hiçbiri yaşanmazdı.”
Hop! Mira’nın kalbinde bir takla…
“O anlar, sadece sen ve ben olduğumuz için yaşandı. Hepsi bilinçli, gönüllüydü. Ben sana çok büyük bir hayranlık duyduğum için. Sen benim o kadar ruhuma işlediğin için. Sana, yaşama şansının kalmadığı o ilk öpücüğünü veren ben olmak istediğim için.”
Aslan, bunun ardından bir aşk ilanı gelmesinden korkarak huzursuzlansa da, Mira Emre’nin bunu kastetmediğini çoktan biliyordu.
“Bundan hiçbir zaman pişman olmadım. Ölemediğimiz halde hem de… Yaşarken bunu yapmazdım ama tünel, benim için hayatımın en özel anlarından birisi olarak ölene kadar benimle birlikte kalacak.”
‘Keşke bebeğimiz de bizimle birlikte olabilseydi.’ diyebilirdi, ama bunu seslendirmedi. Sesine güvenemedi. Ama Mira bilmeliydi.
“Minik kelebeğimizi de çok istemiştim, biliyorsun değil mi?”
Mira’nın gözlerinden süzülen birer damla yaşı parmaklarıyla silmek istedi, yanına gidip ona dokunmaya cesaret edemedi.
“Böylesini tercih etmesi üçümüz için de daha iyi oldu galiba…” Dudaklarındaki titremenin geçmesi için biraz zaman gerekti. “Bir kadın ve bir çocuk, hayatlarındaki erkeğin yükü değil, tercihi olmalı. Biz yük olmayı kaldıramazdık.”
İçindeki isyan duygusu adamın sesindeydi. “Asla yük olmayacaktınız!”
“Ama bundan emin de olamayacaktık.”
Doğruydu. Mira, içinde bu ağırlığı her zaman taşıyacaktı. Zamana gereksinimleri vardı. Acının geçmesi için, yaşananların hazmedilmesi için… Emre Mira’ya o zamanı verecekti. Ona, ilk aşkını bulma şansını da verecekti. Bu Emre’yi öldürse bile… Sonrasını bilmiyordu ama içinde hiç olmazsa tutunabileceği bir umut kalacaktı.
Ertesi gün Emre bir süre evden çıkıp onları yalnız bıraktığında, dayı ve yeğen Zonguldak’a dönüşü konuştular. Mira, sınav da bittiğine göre, hemen dönmelerinin en doğrusu olduğunu düşünüyordu. Bundan sonrasını ailesiyle birlikte konuşur, birlikte karar verirlerdi.
Emre de Mira’nın bunu yapacağını bildiği için gereken tüm hazırlıklarını yapmış olarak karşılarına çıktı. Eve geldiğinde elinde bir dosya, içinde de Mira Kıraç adına düzenlenmiş evin tapusu, banka hesap cüzdanı ve kredi kartı vardı.
Kaşları çatılan kız “Nedir bunlar Emre?” diye sorarken sesi tedirgindi.
“Sana, hayallerini gerçekleştirmen için ne gerekirse yapacağımı söylemiştim. Bunlar da bunun ilk adımları Mira.”
Titreyen elleriyle hepsine bakan kız, onları yeniden dosyanın içine koydu ve Emre’nin önüne bıraktı.
“Ben bunları kabul edemem. Artık bebek yok. Benimle evli kalman için de bir nedenin yok. Biz zaten dayımla konuştuk ve yarın babamların yanına dönmeye karar verdik.”
Mira anlaşma yollarını her türlü tıkayacaktı. O halde evlilik cüzdanının kendisine verdiği yetkileri kullanmanın tam zamanıydı.
“Ufaklık, sen benimle evlisin ve benim de senin okulun bitene kadar boşanmaya niyetim yok. Boşanırsak Mustafa seni salyaları akarak bekliyor olacak. Yalan mı Aslan?”
Duyduklarıyla Mira’nın kalbi üçlü dörtlü parendeler atarken, iki arada bir derede kalan Aslan’ın tereddüdü de yeterli bir cevap olmuştu.
“Bu yaştan sonra katil etme beni. Sen karım olarak burada yaşayacaksın Mira. Eğer isterse dayın da… Okuluna gideceksin. Bitirip işe gireceksin. Ekmeğini kendin kazanacaksın, ancak ondan sonra boşanmayı konuşacağız.”
“Bunu yapamazsın Emre!” Gözleri çakmak çakmak, suratı kıpkırmızıydı. Öfkeden deliye dönmüştü.
“Yapabilirim ufaklık.”
Ufaklık. Hep ufaklık…
“Senden para almayacağım!”
Bu kıza zorla bir şey yaptıramazdı. Yaptırmayı da istemezdi.
“Mira, ben burada olmayacağım. Aklım sende kalmasın, lütfen. O tek günümüz için, bana bunu yapma fırsatı ver. Senin mezun olduğunu, bunu gerçekleştirmene benim engel olmadığımı bilme şansı ver.”
Mira, çaresizlikle Aslan’a döndü. “Dayı?”
“Dönersen Mustafa var, o doğru. Kalırsan, ben seni yalnız bırakmam. Düğünü bebek yüzünden der, yaptırmayız. Önemli olan resmi nikâhtı zaten, onun da cüzdanını gördüler. Ben de bir iş bulurum. Dört sene dişimizi sıkarız. Olmaz mı?”
Neden olmayacağını nasıl anlatmalıydı? Hayatına devam edebilmesi için Emre’den uzaklaşması gerekiyordu. Onu her gün göreceğini bilerek bunu başaramazdı.
Aslan’ın “Ben burada olmayacağım, derken?” sorusuna Emre’nin verdiği yanıt, Mira için darbelerin en büyüğü oldu.
“Yurt dışına çıkıyorum Aslan. Aklımda bir iki ülke, bir iki iş var. Benim de kendi yolumu çizmek için harekete geçme zamanım. Mira’nın hayatına özgür ve ayakları yere basan bir ortamda devam etmesini arzuluyorum. Bu evde ve bu kentte olun, ben de huzurla önüme bakayım. Olur mu?”
Birisi yeri ayaklarının altından mı çekmişti? Emre gidecek miydi? Gidecek ve Mira onu bir daha hiç göremeyecek miydi? Mira da bunu istemiyor muydu zaten? Doğru olan bu değil miydi? O zaman neden canı acıyordu? Neden nefes alamıyor, tıkanır gibi oluyordu? Neden doğrular her zaman insana iyi gelmiyordu? Mira derin nefesler alarak içindeki paniğin sakinleşmesini bekledi. Yaşamın, sadece Emre’nin çevresinde olduğu sürece çekilir olacağını kendisine itiraf ettiği an, Berna ve Alper’in yaşadıklarının ne olduğunu da anlamıştı.