Tünel Bölüm 49
Okulun kapısından ilk çıkanlar arasındaydı Mira. Siyah blucin, kırmızı gömlek, kırmızı converse… Saçlarını bir tokayla başının üzerinde toplamıştı. Elindeki şeffaf kalem kutusuyla yanındaki diğer öğrencilerden farkı yoktu aslında. Ama Emre’nin içindeki gri bulutlar, onu gördüğü an un ufak olup dağıldı.
“Geliyor!” Fırladı yerinden Aslan. Sanırsın üniversiteye o gidecek. Mira’nın dikkati Aslan’a çekilince gülümseyip el salladı dayısına. Yüzünden, içeride işlerin iyi gitmiş olduğu anlaşılıyordu…
Sonra gözleri yanındaki Emre’yi yakaladı. Genç adam o gülüşün soluşunu an be an izledi. Kırgınlık vardı gözlerinde. Lanet olsun. Bir aydır ne kadar bencilce davranmış olduğu, bir taş gibi oturdu adamın içine.
Yanına gelip kaldırıma, Emre’nin önüne çömeldi Mira. Bir süre hiç konuşmadan birbirlerine baktılar. Emre gülümsedi. Mira yumruğuyla omuzundan itekledi adamı.
“Pis.”
“Özür dilerim ufaklık.”
Söyleyebileceği bir şeyi yoktu kızın. Söylemeye hakkı yoktu…
“Başına bir şey geldi sandım.”
“Düşünemedim. Özür dilerim.”
Bir süre daha baktı kız tutkunu olduğu o mavilere. Derin bir nefes aldı.
“Tamam.”
Kalkıp sabırsızlıkla sonucu öğrenmek isteyen dayısına gülümsedi yeniden.
“Bu da iyi geçti. Hem de çok iyi.”
Sımsıkı yeğenine sarılıp kahkahalar atan adamı buruk bir gülümsemeyle seyretti genç adam. Aslan’ın, tek bir tepkisini bile kaçırmadığının farkında değildi.
Gözlerini okulun bahçesinde sınavdan çıkanlara çevirdi. Umutlar… Üzüntüler… Ağızlarda sözleşmişçesine tek cümle. “Çok zordu.”
Oysa zor olan hayattı. Cevapları beş şıklı değildi. Hele e şıkkı hiç değildi…
e) Yukarıdakilerin hepsi
e) Yukarıdakilerin hiçbiri
Biraz ondan, biraz bundandı. Sen nasıl bakarsan, cevap oydu. Sana göre oydu, bana göre buydu. Bir yaştayken birisi, diğer yaştayken de öbürüydü.
“Gelecek misin bizimle Emre Bey?”
Üzerindeki ölü toprağının kalkması çok ani oldu. Keskin bakışlarını Aslan’a dikti. Gelecek misin bizimle… Biz gidiyoruz da hani, sen bizden değilsin ama gel bari…
Onlar. Dayı ve yeğen… Aile.
Ve Emre. Yok ya!
Mira ve Emre’nin bebeği. Emre ve bebeği… Aile.
Yerinden kalkıp önlerinde durdu.
“Mira ve bebek acıkmıştır. Önce onları doyuralım.”
Aslan, dudaklarının kıyısındaki sinsi sırıtışı hızla sakladı.
“Ha, biz aç kalabiliriz diyorsun Emre Bey.” Bey olmuştu yine. Normaldi. Emre olmak emek isterdi.
Aslan’a meydan okurcasına “Elimde kalacaksın Dayı Bey, gelme üstüme,” diyerek sırıttı.
Erkekler birbirini anlardı. Aslan, ‘Senin ağzını burnunu dağıtmayan şerefsizdir,’ demişti, Emre de ‘Mira’nın yanında susuyorum, üzülmesin. Sonra yiyorsa gel de yap bakalım…’
Kadınlar mı? Onlar her şeyi anlar ve erkekleri yatıştırıp, kendi istedikleri yöne götürecek hamleyi yaparlardı.
“Spagetti yiyebilir miyiz?”
Mira, ağzının suyunun aktığını belli eden gülümsemesiyle ikisine bakıyordu.
Aslan yeğenine gülümseyerek, “Harika bir fikir,” dedi.
Emre, “Tamamdır, İstanbul’un en güzel spagettisini yemeye gidelim,” diyerek arabaya yürüdü.
Kimse Mira’nın arkalarından bakarken gözlerini devirdiğini fark etmedi. Bari bebek kız olsaydı…
Yemek boyunca suya sabuna dokunmadılar. Emre Datça’yı, anne ve babasını anlattı, Mira da dersleri ve sınavı. Ama Emre söylenmeyenleri seyretti hep. Mira’nın mutsuzluğunu… gözlerinin derinlerine yerleşen vicdan azabını… Konuşmaları gerekiyordu. Yalnız.
Mira ellerini yıkamak için kalktığında, “Ne demek istediğini anladım,” dedi Aslan’a. “Gerçekten bok gibiymiş.”
İkisi de çatık kaşlarla Mira’nın gittiği yöne baktılar.
“Onunla konuşup bu yanılgısını düzeltmem lazım.”
Aslan derin bir of çekti, “Nesini düzelteceksin Emre? Sizin ayrılmanıza neden oldu, sen de ancak bir canlı cenaze kadar mutlu görünüyorsun.”
“Görünüşüm benim şımarıklığım. İnsanın üzerinde bir sorumluluk olmayınca, dışarıdan nasıl göründüğünü umursamadan kendisini salıveriyor. Oysa ben göründüğüm kadar mutsuz değilim.”
Sırıttı Aslan. “İyi ki artist falan değilsin o zaman. Senin oynadığın filmdeki düğün sahnesine elimizde cenaze çiçeğiyle gelirdik.”
Genler… Emre bu ailenin genlerini seviyordu. O da sırıttı.
“Eve gittiğimizde bir iki saat kadar ortadan kaybol sen.”
Aslan’ın tepe tüyleri anında dikildi. Omurgası en dik konumuna ulaşıp Emre’ye olabildiğince tepeden baktı.
“Hop hop, öyle bir iki saat falan biraz ters düşer bize Emre Bey!”
Ağzı bir karış açılarak karşısındaki adama bakan Emre, “Dalga geçiyorsun değil mi Aslan?” diye ihtiyatla sordu. Başını iki yana olumsuzca salladı dayı. Gözlerini bir saniye olsun ayırmamıştı mavi gözlerden.
“Aslan.”
Tek kaşı kalktı dayının.
“O benim karım.”
“Onu Berna Yengemizle kendi evinde yaşamaya giderken düşünecektin Emre Bey. Kıçının üstüne oturunca karın Mira mı oldu şimdi?”
Gözlerini yumup derin nefesler aldı genç adam. Öfkesini güçlükle bastırabiliyordu.
“Mira’dan önce seninle mi konuşsak acaba?”
Masaya yumruğunu sertçe indirdi Aslan.
“Konuşalım Emre Bey! Hele sen bir niyetini söyle önce bana! Bu kızı bir aydır böyle perişan etmeni, ortalarda sahipsiz koymanı hele bir anlat. Ondan sonra Mira ile konuşmayı düşün!”
Sakin olmalıydı. Aslan ile itiş kakışın hiçbirisine yararı olmazdı.
“Aslan, ben Mira ile bebek doğana kadar evli kalacağım. Ondan sonra o ne zaman isterse boşanacağım. Onun üzerinden ne maddi ne manevi desteğimi asla çekmeyeceğim. Çocuğumla hayatımızın sonuna kadar, belki de aynı evde yaşayan babalardan daha fazla birlikte olacağım. Ama asla şu anki koşullarımızdan, kanuni haklarımdan yararlanmayacağım.”
Çok uzun süre sustular. Restorandaki çatal kaşık sesleri kulaklarına doldu. Gülüşmeler… kahkahalar… Çocuğunu herkesin içinde terbiye etmeyi marifet sayan bir annenin didaktik cümleleri…
“Biliyor musun Emre, sana inanmıyorum.”
Dişlerini sıktı Emre. Bu adamla anlaşmayı başaramayacaktı.
“Kendini çok güzel kandırıyorsun arkadaşım. Ama unutma, ben de bir erkeğim. Öyle ölmeden önce onu şunu verdiydim, bunu gösterdiydim, aslında karımı seviyordum falanları filanları beni bozar.”
Elini bir kez daha sertçe masaya vurdu. Şakağında bir damar deli gibi atıyordu. Gözleri çakmak çakmak ve tehditkârdı.
“Sen ona sahip olmayı istemesen ya da o Mira değil de başkası olsa sikseler onunla yatmazdın! Ben de Aslan isem, kendine orada ne olduğunu söylersen söyle, bal gibi de bilerek, isteyerek, bayıla bayıla yaptın. Karına rağmen yaptın! Evli olmana rağmen yaptın! Ölecek olmana rağmen yaptın!”
‘Berna’ya rağmen.’ Aslan bıçağı Emre’ye saplamıştı. İçeride çevirdikçe çeviriyordu ve Emre’nin bedenindeki bütün kan çekilmiş, tek bir ses çıkaramıyordu.
“Oydu, buydu, şuydu diye kendine erdemli kılıflar hazırlıyorsun ya, beni hasta ediyorsun. İstedim de arkadaş! İstedim aldım kızı de, yeminle saygı duyacağım. Mert ol azıcık! Ben de erkeğim lan! Herkese yedirebilirsin de ben yemem o loloları. Sen karını sevsen, sen Mira’yı istemesen o çükün donunun içinden çıkmazdı.”
Konuşmayı düşünemedi bile Emre. Nefes almaya çalışıyordu.
“Benim yeğenime olan niyetini erkek gibi ortaya koymadığın sürece, onunla bir saniye bile yalnız bırakmam seni! İster kocası ol, ister polisi daya kapıma. Senin bu dengesiz konuşmaların kızın kafasını bulandırıyor. Doğru sanıyor söylediklerini. Berna ile senin aşkını çok değerli, kendisini değersiz buluyor. Siktiğimin evliliğinde boynuzlanıp durmuşsun zaten, muhteşem aşkınızın bitmesine kendisi yol açtı sanıyor!”
‘Yalan de hadi Emre. Şunlardan bir tanesine yalan de.’
“Geri zekâlı şizofren! İteledin bir yalanı kızın önüne, ağzına sıçıp duruyorsun! O kız sana âşık ulan! Daha o tünelde âşık oldu o sana! Öyle boyadın ki gözünü aşkla maşkla, anında bağladın konuyu! O âşık olmasa, parmağının ucunu dokundurabilir miydin acaba? Çığlıklarıyla o dağı üzerinize yıkar, öldürürdü ikinizi kendi isteğiyle! Ama sen akıllıydın! Şak, bir parmak hareketi, bir sihir, Mira senin oldu.”
Aslan nefes nefese kalmış, hırsından kudurmuştu. Ta kazadan bu yana içinde birikenleri kusmak tüm enerjisini tüketip bitirmişti. Hayır, karşısındaki göt veren bir tek itirazda bulunsa, Allah verdi demeyip çökecekti tepesine de herifçioğlunun sesi çıkmıyordu!
Sustu. Nefesini düzene sokmak için uğraştı. Emre’ye bakıyordu. Hiç gözünü ayırmamıştı pezevenk konuştuğu süre boyunca.
‘Lan, bir hata yap! Seni döverek öldürecek bir neden ver bana!’
“Haklısın.”
“Lan ben haklı olmak istemiyorum! Seni öldürmek istiyorum!”
Yenilmişti Emre. Her şey gibi kendisi de yanlıştı. Tek bir hata yoktu Aslan’ın söylediklerinde. Tartışsa tartışırdı, ama konu kavramlar değildi. Onlar da ergen değildi. Öz belliydi. Emre Mira’yı istemişti. Detaylar önemli değildi.
“Karşı koymam.”
Konuşmadılar bir daha. Aslan’ın da içi boşalmıştı sanki. Ayların gerginliğini üzerinden atmışçasına pelteye dönmüştü. Arada bir kaçamak bakışlarla Emre’ye bakıyordu. Adam ise öylece boşluğa…
Off. Ellerini saçlarının arasından geçirip kafasını toplamaya uğraştı Aslan. Mira nerede kalmıştı?
“Aslan, Mira gideli çok fazla olmadı mı?” Emre çatık kaşlarıyla lavaboların olduğu yöne bakıyordu.
“On beş yirmi dakika oldu her halde. Baksak mı?”
İkisi de aynı anda yerinden kalkıp tuvaletlerin olduğu yere yürüdüler. Emre içi sıkışarak görevli birisini aradı. Kadınlar tuvaletine bakması için bir kadın garson geldiğinde, onun içeri girişini korkuyla izledi. Birkaç saniye içerisinde içeriden yükselen yardım çığlığını ise neredeyse önceden biliyordu.