Tünel Bölüm 47

Tünel Bölüm 47

Bir haftadır Emre’den hiç ses soluk çıkmamıştı ve Mira huzursuzluktan hiçbir yere sığamıyordu. Bu yüzden kapının zilini duyduğu an yüreği ters bir takla attı.

Derin nefesler alıp yüzündeki kırmızılığın sakinleşmesini diledi. Yedi gündür hiç aksatmadan süt içmişti ve bunu ona bir an önce söylemek istiyordu.

İçeride kadın sesi vardı. Demek Berna da gelmişti. Dünya üzerinde yanlış yaptığı tek insan… Tüm asaletiyle ortama hâkim olacak ve Mira onun gözlerine bakamayacaktı. Onunla aynı ortamda olduğu sürede Mira sadece kendisine soru sorulduğunda konuşacak, ama soruyu soran asla Berna olmayacaktı.

Üstünü başını telaşla düzeltip odanın kapısını açtı.

Gözleri, ışıldayan kadını yakaladı önce, gülümsedi. Onu ilk defa gündelik kıyafetler içinde görmek şaşırtıcıydı. Yirmilerinin sonunda değil de başındaymış gibiydi. Yüzüyle bütünleşmiş olan o sert hatlar kaybolmuştu. Ona o sertliği veren gözlerindeki bakıştı belki de. Çünkü şu anda yumuşacık bakıyor ve Berna hiç de ürkütücü görünmüyordu.

Sonra Alper’e döndü ama salonda onlardan başka kimsenin olmadığı bilincine dolduğunda, yüreğiyle birlikte yüzündeki gülümsemenin de sönmemesi için büyük çaba harcaması gerekti.

Alper de farklıydı. Her zaman yırtıcı bir kaplan gibi tetikte olan o adamın gözlerindeki uzaklık gitmişti. Ona her baktığında mutlak bir yalnızlık algılamış olan Mira, bugün o gözlerde dünyayı fethedip gelmiş bir savaşçının vakarını görüyordu.

“Hoş geldiniz.”

Varlığını Berna’nın gözlerinden saklamak istercesine salondaki en dip koltuğa geçip kayboldu.

“Merhaba Mira, nasılsın? Nasıl gidiyor dersler?”

Vay canına! İlk görüştükleri günden sonra Berna’nın kendisine kurduğu en uzun cümle bu olmalıydı. Tam altı kelimeydi ve üstelik gülümsüyordu!

“İyiyim teşekkür ederim. Durmaksızın çalışıyorum ama nasıl gittiğini bilmiyorum. Siz nasılsınız?”

İyilikler, güzellikler, Aslan’ın kibar çay kahve teklifleri…

Dayısı bu işi iyi kıvırıyordu. İstanbul’da oldukları süre içerisinde saçları uzamış, yumuşak açık kahve dalgalar halinde ensesini geçmişti. Keçi sakalı ve bıyığıyla sanki hep bu şehirde yaşamışçasına rahattı.

Sessizliğiyle konuşurdu dayısı. Kibar kelimelerinin altına, en şiddetli küfürlerden daha acıtan yorumları saklanırdı. Öyle ki, onu dinleyen, adamın aslında ne demiş olduğunu ancak birkaç dakika sonra algılardı.

Aslan Alper’e de, Berna’ya da her zaman aşırı kibardı. Bu aşırılık, Mira’ya onun gerçek düşüncelerini açığa çıkarmadığını anlatırdı. Sadece Emre’ye dalga geçer gibi davranıyordu. Emre’nin davranışlarını onaylamadığını, onunla arasında bu sınırı her zaman koruyacağını böyle ifade ediyordu.

“Hazırda varsa çay harika olur. Ama yoksa kahve alalım biz.”

Berna’nın Alper adına da konuşması kulağını tırmaladı Mira’nın. İnsanlar başkalarının tercihlerini neden özgür bırakmıyorlardı ki?

“Çay demlerdik hemen, sıcak su var hazırda.”

Dayının önerisine Alper karşı çıktı gülümseyerek.

“Sağ ol Aslan, kahve iyi olur. Ben sade istiyorum, Berna’nınki de sütlü şekersiz.”

Yine kıpırdandı Mira. Hoşlanmamıştı böyle birbirleri adına konuşmalarından. Emre de kahvesine süt ve iki şeker alıyordu ama Mira her seferinde ona sütü ve şekeri ayrı getiriyordu. Kendisi koysun diye…

Kahveleri yapmak üzere fırlayıp dayısını oturttu. O mutfağa ihtiyacı vardı. Gözlerden uzak kalmaya, yüzünü rahatça düşürmeye, kızgın nefeslerini yatıştırmaya…

Suyu bardaklara koyarken, sanki Emre’ye yapılan kendisine yapılıyormuş gibi tedirgindi. Arada bir mesafe bırakmak gerekirdi. Öyle onun kahvesi, öbürünün çayı, ne oluyordu? Samimiyet tamam ama sahiplenme başkaydı.

Mira bilmiyor muydu Emre’nin tercihlerini? Ama o tercihleri sahiplenmek Berna’nın hakkıydı. Mira bunları bildiğini belli etmemişti.

 “…ofiste veda toplantısı düzenlemişlerdi, oraya…”

Alper’in Fransa’ya gidiyor olduğunu hatırlayınca derin bir nefes aldı. Bu adamın uzaklaşması iyiydi.

“…Hikmet Bey için bir şok oldu tabii üçümüzün birden…”

Üçü birden? Emre bir, Alper iki, üçümüz?

 “…kamyona yüklendi. Zaten çok fazla eşya…”

Şu Alper bir gitseydi…

“…Berna’nın eşyaları da eklenince bir kamyon ancak…”

Berna’nın eşyaları ne alaka?

Kahvelerle salona girdiğinde Aslan da kafası karışmış bir şekilde bunu soruyordu.

“Berna Yenge’nin eşyaları nereye gidiyor?”

İkisinin birbirlerine bakışlarını yakalayan Mira yürümeyi unutarak elinde tepsiyle öylece onlara baktı.

“Berna da Fransa’ya geliyor.”

Emre? Emre de mi gidiyordu?

“Ah, ben de Emre neden görünmüyor bir haftadır diyordum. Hazırlanmak zaman almıştır tabii.”

Aslan’ın sözlerinden sonra odaya inen sessizlik, Berna ve Alper’in bakışmasıyla koyu bir ağırlığa büründü. Yanlış bir şey vardı. Mira ta kalbinin derinliklerinde hissedebiliyordu bunu.

“Emre gelmiyor. Sadece ben gidiyorum.”

Aslan Berna’nın sözcüklerine hala saf anlamlar yüklerken Mira’nın bedeni çoktan titremeye başlamıştı.

“Ha, tatil için…”

Aslan cümlesini tamamlamadı, Berna cevap vermedi, Alper söze hiç karışmadı. Mira’nın elindeki tepsi büyük bir gürültüyle yere çarptı. Hepsi irkilerek Mira’ya, Mira dehşet içinde Berna’ya baktı.

Önce Berna fırladı yerinden, ardından Aslan ve Alper… Aslan yerdeki kırık camları ayağıyla uzaklaştırırken Berna Mira’nın omzuna sarılarak onu koltuğa götürdü. Kızın kendisinden bir an olsun ayrılmayan gözlerini, titreyen dudaklarını ve bembeyaz kesilmiş yüzünü yumuşak bakışlarıyla karşıladı.

Onlar kadındı. Konuşmak için kelimelere ihtiyaçları yoktu. Yine de Berna Mira’nın gözlerinin içine bakarak “Artık Emre ile birlikte değiliz.” dediğinde, Aslan ellerinde kırık camlarla dizlerinin üzerinde kalakaldı.

Alper kenarda durmuş, yaşanması gereken bu anın bir an evvel bitmesini sabırla bekliyordu. Onun konuşacak kelimeleri yoktu. Bu, Berna, Mira ve Emre’ye ait bir konuydu. Gözleri Berna ve Mira arasında gidip geldi. Berna sakin ve yatıştırıcı, Mira dehşet içerisindeydi.

Kızın gözleri Berna’ya dikilmişti ama Alper onun baktığı yeri görmüyor olduğunu biliyordu. Dudakları sürekli kıpırdamasına rağmen duyulan bir kelime yoktu. Sonra giderek sesi dışarı ulaşmayı başardı.

“Hayır, hayır, hayır, hayır…”

Mira bu kelimeyi sadece beyninde duyduğunu sanıyordu. Yer sallanıyordu. Duvar yaklaşıyordu. Berna uzaklaşıyordu. Renkler bulanıyordu. Yağmur yağıyordu. Berna’yı göremiyordu. Midesi bulanıyordu. O kelime hala sinirini bozarak tekrarlanıyordu.

Berna kızın halinden huzursuz olarak Alper’e baktı. Aslan ile ikisi Mira’ya kilitlenmişlerdi. Tekrarlayıp durduğu o tek kelime, gözyaşlarının arasına boncuk olup diziliyordu.

Sonra sinir bozucu bir hıçkırık yerleşti kelimelerin arasına. Diğer kelimeler geldi sonra… Hıçkırıkların arasından zorlukla sıyrılıp kulaklarına ulaştı.

“Bana hiç bakmadı o, yemin ederim! Ben de bakmadım ona!”

Berna’nın içi o anda acıyla doldu. Mira’nın ne yaşamış olduğu hakkında en ufak bir fikri yoktu. O Mira’yı hiç düşünmemişti. Ne hissettiğiyle hiç ilgilenmemişti. O, kocasıyla yatan kızdı. Halledilmesi gereken bir sorundu. Bundan başka da hiçbir kimliği yoktu.

“Emre seni seviyor! Bana bir kere bile bakmadı! Tünelde bile bakmadı! Yemin ederim!”

Hıçkırıklar arasında kelimelerini kendisine ulaştırmaya çalışan kızın farkına ilk defa o anda vardı Berna. Mira küçücüktü. Daha çocuktu ve acı çekiyordu. Öleceklerini sanarak yaptığı bir seçimle, hayatına başkasının kocasıyla yatmış bir kadın olarak devam etmek zorunda kalıvermişti.

“O sadece seni seviyor! Ben giderim! Bir daha hiç görünmem! Yemin ederim bakmadı!”

Bir an kendisini o tünelde, onların yanında gördü. Artık birbirlerinden başka hiçbir şeye sahip olmayan, umutsuzca ölümü bekleyen, birbirlerinden güç alan iki insan… O an ölümü hissetti Berna. Emre’yi hissetti, Mira’yı hissetti.

“O sensiz yaşayamaz. Ben giderim. Lütfen!”

Bu kız o andan bu yana tüm zamanını vicdan azabı çekerek geçirmişti! Kendi ölümü, Emre ile Berna’nın ayrılmalarına neden olmaktan daha az korkutucu gelmişti ona. Aşklarına zarar vermektense kabir azabından beter bir yaşama gitmeyi kabullenmişti.

Hayatı ne denli bencil yaşadığı bir kez daha çarptı suratına. O hiç kimseyi düşünmeye gerek görmemişti. İnsanların duyguları ilgi alanına girmemişti. Varsa yoksa kendi istekleriydi.

“Lütfen Berna Abla, Emre’ye bunu yapma! O mahvolur sen gidersen!”

Gözlerine dolan yaşları geri itmeye çalıştı Berna. Bu kız Emre’ye ne kadar âşık olduğunun farkında mıydı? Onu nasıl korumaya çalıştığının… Onun için her şeyden vazgeçtiğinin… Kızın neredeyse katılmak üzere olmasından korkarak kendisine çekti, sımsıkı sarıldı. Dakikalar boyu onun kelimelerine eşlik ederek sesini duyurmaya çalıştı.

“O bakmadı. Biliyorum. Sakin ol. Bakmadığını biliyorum. Üzülme. Sen de bakmadın, biliyorum. Ağlama, sus hadi. Bak bebeğe zarar vereceksin.”

Berna’nın söyledikleri bilincine eriştikçe giderek daha anlaşılır kelimelere kavuştu Mira. Titremeleri devam etti ama sesindeki isterik tını yumuşadı.

“Bakmadı. Yemin ederim bakmadı. Sizden başka kimseye bakmaz o.”

Gözleri ümitle Berna’ya dikildi, hıçkırıkları arasında kadını görmeye çalıştı.

Berna kızın yüzünü okşayıp birbiri ardına inen yaşları parmaklarıyla sildi. Yenisi geldikçe onları da sildi. Mira’ya bakan gözlerinde hayatı boyunca ilk defa bir anne şefkati vardı.

Hıçkırıklar sakinleşinceye kadar dokunuşlarına devam etti. “Biliyorum,” diyordu. “Bakmadığınızı biliyorum…”

Gözlerinin içi aydınlanan kız, umutla Berna’ya kilitlendi.

“O zaman sorun yok, değil mi? Ayrılmayacaksınız, değil mi?”

“İkiniz de bakmadınız Mira, biliyorum. Ama ben baktım.”

Aslan anlamadı. Mira anlamadı. Alper koltuğa oturup arkasına yaslandı, gözlerini kapattı.

Berna derin bir nefes aldı. Nasıl söyleyecekti? Nasıl söylenirdi?

“Dinle beni Mira. Emre ile tanıştığımda ben Alper’e âşıktım. O da bana…”

Aslandan çıkan “Hı?” sesi dikkatini dağıttı.

“Ama ben korkaktım. Emre’nin güven veren kişiliğini seçip onunla birlikte oldum.”

Mira’nın gözlerinde beliren hayal kırıklığı can yakıcıydı.

“Bir kadın iki erkeği aynı anda sevebilir mi?”

Başını iki yana salladı Mira. Gözyaşları dinmiş, hıçkırıkları kesilmişti. Berna’yı anlamaya çalışıyor ama söylediğini kabul edemiyordu. Emre’den başka birisi aynı anda nasıl sevilebilirdi? Emre’yi sevmek başlı başına bir ödülken başka birisine nasıl bakılabilirdi?

“Sevebiliyor Mira. Farklı oluyor ama ikisini de sevebiliyorsun. Birisini seviyor, diğerine âşık kalabiliyorsun. İkisinin de sana verdiklerine ihtiyaç duyabiliyorsun. Eğer ruhun benimki gibi sevgiye açsa, ikisinin ayrı ayrı sana yaşattığı duygulara aynı anda sahip olmak isteyebiliyorsun.”

Mira’nın kabullenmez bakışlarını görünce, bir kadının, hiç olmazsa bu kadının kendisini anlamasını istedi.

“Doğru ya da tercih edilen bir durum olduğunu söylemiyorum Mira, olabildiğini söylüyorum. Eğer ruhumun açlığını çektiği şeyleri karşılamayı seçtiysem bu beni yanlış birisi mi yapar?”

Anlamaya çalışıyordu Mira… Gerçekten.

“Temel gereksinimleri karşılanarak büyüyen insanların benim içimdeki yoksunluğu anlamaları çok zor. Sizler şanslısınız. Sevilerek büyümüşsünüz.” Odadakilere baktı. “Hepiniz.”

Gözü Alper’e ilişti. Bütün dikkatini söylediklerine yoğunlaştırmış olan adamın gözleri parlıyordu. Islanmış gibi…

“Ben Alper’i seviyordum ama onun sevgisini taşıyabilecek temelim yoktu. Bunu ailemden alamamıştım. Emre verdi bunu bana. Sekiz sene boyunca ailemin benden esirgediği o sevgiyi yaşadım ben. Sevilmeyi, ihtiyaç duyulmayı, önemsenmeyi, inanmayı, güvenmeyi öğrendim. Tamamlandım.”

Sanki artık Alper’e mi anlatıyordu?

“Bu öyle bir sevgiydi ki… Hayatımın sonuna kadar kafamı kuma saklayıp mutlu olabilirdim. Emre ile mutlu bir evliliğe devam da edebilirdik. Belki gerçek duygularımla, artık çok geç olduğunda yüzleşirdim. Ölürken mesela… Ya da belki de hiç yüzleşmezdim. Ama mutlu yaşardım. Mutlu ve eksik… Bu yüzden de Emre’yi hep eksik bırakırdım…”

Alper ellerini yüzüne kapatınca bir an için korktu Berna. Şu an duygularını körü körüne anlatıyordu. Hiç saklanmadan. Ya bunlar Alper’e ağır gelirse… Bu sefer de onunla ilişkisine mi zarar verecekti?

Ama saklanmaktan yorulmuştu. Yirmi sekiz yıl sonra… artık içindekileri saklamayı seçmeyecekti. Artık korkmayı seçmeyecekti. Berna buydu. Bu şekilde sevilecek ya da sevilmeyecekti.

“Sonra sen girdin Emre’nin hayatına.”

Onun gözlerini itiraz edercesine açtığını görünce konuşmasına izin vermeden devam etti.

“Girdin Mira. Öyle ya da böyle… Kaza… Ölüm… Seçim… Önemli olan bu değil. Önemli olan, Emre’nin sana bir insan olarak saygı ve hayranlık duymasıydı. Bu yüzden sana bir kadın olarak da hayranlık duydu.”

İtiraz cümleleri Mira’nın zihninde solup sustu. Kalbi bir kez daha takla attı. Gerçekten mi? Emre kendisine hayranlık mı duymuştu? İçine dolan mutluluğu saklamayı başaramadı çünkü yüzü bir anda ışıl ışıl parlayıverdi.

Berna Mira’nın yüzüne sıcacık bakıp yanağını sevgiyle okşadı.

“Nasıl da âşıksın…”

Kıpkırmızı kesilen kızın konuşmasına izin vermedi.

“Emre sana âşık mı bilmiyorum ama senin Emre’nin âşık olabileceği bir kadın olduğunu biliyorum. Bunu fark etmek de benim Emre’ye saklanışımın sonunu getirdi.”

Yüzü yeniden sarardı Mira’nın. İşte kendisi yüzünden olduğunu söylemişti Berna da. O olmasa evliliklerinin mutlu süreceğini de söylemişti.

“Bunun için üçümüz de Emre’nin karşısına çıktığın için sana teşekkür etmeliyiz sanırım.”

Emre ne olacaktı peki? Berna mutluydu, Alper mutluydu. Emre ne olacaktı? Hayatındaki en önemli insanın mutluluğunu elinden aldığını bilerek kendisi ne olacaktı? Bir damla yaş yeniden süzüldü yanaklarına ama Berna’nın parmaklarından kurtulamadan kurulandı.

“Ben Alper’e duyduğum sevgiyi sonunda kabullendim. Bunu benden önce Emre anladı zaten. Bizi bir araya getirmek için uğraştı.”

Aslan’ın kendisini tutamayıp “Amma genişmiş Emre Bey.” demesi üzerine bir panter edasıyla döndü Berna adama.

“Bunun adı kendine saygı Aslan Bey! Sizin töreleriniz size neyi ezberletmiş bilmiyorum ama bir insanı sevdiğinizi söylüyorsanız, onun mutlu olması sizin aradan çekilmenizi gerektirdiğinde bunu medenice yapabilmeniz gerekir. Sizinle mutlu olmayacaksa sizinle kalması için ısrar ederseniz bunun adı sevgi değildir. Silah zoruyla, yasaları kullanarak, töreleri kullanarak o insanı yanınızda tutmaya devam etmek sadece bencilliktir, ilkelliktir. Biz hata yapabiliriz. Yanlış seçimler yapabiliriz. Ama ilkellik yapmayız. Konuşur, birbirimizi anlamaya çalışır, seçimlerimize saygı duyarız. Siz bir insana sahip olursunuz, biz bir insanı severiz!”

Aslan makinalı tüfek gibi üzerine püsküren kelimelerin şiddeti altında bir anda ürkerek Alper’e baktı. Mahkeme salonlarının aşina olduğu bu Berna Özmen, Aslan’a hayatının ilk akıl tutulmasını yaşatmıştı.

‘Hay dilin kopaydı Aslan, şimdi susmaz da bu kadın.’

“Tamam Yenge, pardon ya, nereden açtım ağzımı…”

“Pardon ile geçiştirilemez bunlar Aslan Bey! Ne dediğinizi düşünüp tartıp öyle konuşacaksınız. Genişlik ne demek? Siz insan olmanın en temel gereklerini aşağılama cüretini kendinizde nasıl görebiliyorsunuz? Başkalarını nasıl böyle bol keseden yargılayabiliyorsunuz? Benim için asıl genişlik budur!”

Alper’in elini masaya vurup “Duruşmaya ara verildi.” demesiyle Berna sustu. Akıllılık edip Aslan da sustu. “Nerede bizim kahveler?” diyen Alper’in önerisine şükranla sarılan adam, “Hemen hazırlarım,” diyerek mutfağa koştu. Kendine gelmesi biraz zaman alacaktı. O böyle panterimsi kadınlara alışık değildi ki! Eski karısı gibi yellozlara zar zor alışmıştı. Bir de ablası ve Mira gibi yumuşak kuğulara alışıktı. Ama bu panter…

Hayır, yalan da konuşmuyordu ki kadın, Aslan diklensin… Tamam, geniş demekle haddini aşmış olabilirdi. Tamam aşmıştı. Ama o Emre’ye kıl oluyordu, tutamıyordu kendisini. Yeğeni adama körkütük âşıktı. O da karısına… Pislik. Al işte, oturmuştu kıçının üzerine. Şimdi karısı bunu bırakıp gidince yanaşırdı artık Mira’ya. Yavşak.

Kahveleri hazırlayıp salona döndüğünde Berna ancak sakinleşmişti. Bu arada mutfağa hiç ses gelmediğine göre konuşma da olmamış, kahveler beklenmişti. Ya da Berna Hanım’ın sakinleşmesi…

Berna, Aslan’a sert bir bakış fırlatıp, “Emre medeni bir insan olmasının sonucu olarak bizim bir araya gelmemize ön ayak oldu diyordum en son!” diyerek Mira’ya döndü ve Aslan’ı anında unuttu.

“Ama çok acı çekiyor Mira. Bunu yapmak ona acı verdi, biliyorum. Sadece o değil, ben de çekiyorum aynı acıyı. Hazmedilmesi zaman isteyen bir yıkım bizimki. Ama gerekliydi. Tek bildiğim, bu sürecin sonunda Emre’nin kendisini hak ettiği biçimde sadece onu sevecek bir insanla birlikte olma şansı olması.”

Kuruyan boğazını kahveyle ıslattı. Allahım, adam inadına kopkoyu yapmıştı kahveleri. Mira yerinden fırlayarak mutfağa koştu, şeker ve sütle geri döndü. Berna kahvesini karıştırırken içinden ‘Eh be Emre, sen de bu kızı göremezsen, sana da yazıklar olsun,’ diye söyleniyordu.

“Emre sevgi dolu bir insan. Seveceği kadın sen olursun, olmazsın onu bilemem. Ama eğer akıllıysa, seni seçer.”

Mira yaşının çok üzerinde bir hayal kırıklığını barındıran gülümsemeyle hepsini şaşırttı.

“Ben beni ben olduğum için, gördüğü ilk anda sevecek birisini bulana kadar beklemeyi tercih edeceğim Berna abla. O tünelde Emre’den dinlediğim aşk gibisini bulana kadar bekleyeceğim. İki kişinin aynı anda sevilebildiğini de öğrendiğime göre, ben sevilen tek kişi olduğumdan emin olmadığım hiçbir ilişkiye ruhumu vermeyeceğim.”

‘Kalbini ve ruhunu çoktan Emre’ye verdiğine göre demek ki hayatının sonuna kadar bekleyeceksin…’

Bunu kendisi biliyordu… diğerlerinin bilmesine gerek yoktu.

Evden çıkıp arabaya bindiklerinde, Alper arabayı çalıştırmadı. Camdan dışarıya bakıp bir süre öylece durdu.

“Söylesene Berna, iki sevgi… Gerçek sevdiğinin kim olduğunu nasıl bileceksin? Ya sekiz sene sonra aslında onun Emre olduğunu anlarsan ne olacak?”

Berna Alper’in kasılmış yüzüne baktı, elini uzatıp yanağına koydu.

“Eğer o tünelde bunları yaşayan kocam sen olsaydın, bana anlattığın an aklıma gelen ilk şey seni öldürmek olurdu. Bunu yapmazdım ama senden sonsuza dek uzaklaşır ve bu şekilde kendimi öldürürdüm.”