Tünel Bölüm 46
Ölüm daha anlaşılabilir bir şey sanki.
Sevdiğin kişi ölür ve artık yoktur. Ona ait duyguların yaşamın boyunca sana yoldaş olur. Her düşündüğünde için acısa da gülümseme şansın vardır. Ölüm, sevdiğini senden alır ama anılarına sahip olma hakkını sende bırakır.
O an, Alper ile birlikte karşısında oturmakta olan Berna’ya baktığında Emre, içine yerleşen duygunun ölümden çok daha acımasız olduğunu düşündü.
Sekiz sene boyunca hayatının her gününe damgasını vuran insan değildi gözlerine bakan. Bir gün içinde değişmiş, bambaşka bakışlara sahip olmuştu. Tanımıyordu içlerindeki anlamı Emre.
Aynı beden, başka kişi… Öyle ki üzerinde hak bile iddia edemiyordu insan. Sevdiğim kadın diyemiyordu. Ya da… sevdiğim ve beni terk etmekte olan kadın… diyemiyordu…
Ölmüş olsa, bakmazdı böyle. Ölmüş olsa, Emre kendisini bu kadar yalnız hissetmezdi.
Tutunacak bir dal bulamamanın çaresizliğiyle hayatının bu döneminin bir an önce sonlanmasını diledi. Bugün bitsindi. Üzerinden biraz zaman geçsindi. Emre aldığı nefesin ciğerlerine ulaşabildiğini yeniden hissetsindi. O zamana kadar boğulacaktı ve boğulmak, en acılı ölümlerin başında gelirdi.
Düne kadar yan yanayken hissettikleri rahatlık şu an üçünü de terk etmişti.
İlk başta böyle değildi aslında. Alper ve Berna telefonla onu arayıp evde buluşmayı kararlaştırdıklarında… Kapıyı açıp eve girdiğinde iyiydi. Gece kimsenin evde kalmadığını anlayınca rahatlamıştı da.
Onlar geldiğinde hala iyiydi. Bir iki espri… Eskilere atıf… Üçüncü şahıslar hakkında bir iki dedikodu…
Bakmıştı onlara. Berna’nın parıl parıl parlaması çarpmıştı yüreğine. Alper gözüne on yaş genç görünmüştü. Kendi hücrelerinde ışık hızındaki yaşlanmayı da ilk o an sezmişti. Her bir hücresi tek tek düşüp ölüyormuş gibi…
Kanının akışı yavaşlamıştı onları dinlerken. Planlar… planlar…
“…Hikmet Bey’e istifamı…”
“…Ege’nin her kilometrekaresini…”
“…sadece özel eşyalarımı toparlayıp…”
“…gittiğimizde bir süre gezip…”
“…Fransızca dil okuluna yazılmak belki de iyi…”
‘Bana ne bunlardan?’
Tutkunu olduğu o ses tonu bir balyoz olup beyninde çınlamıştı. Sese yoğunlaşınca kelimelerdeki anlamı kaçırmıştı. Anlama yoğunlaşınca nefesini kaçırmış, bir daha da kavuşamamıştı.
Emre ile birlikte Alper de susmuştu. Yüreğinin bir yanı deli mutluyken diğer yanı kahroluyordu. Can dostunun bedeninde can çekişen tek bir hücre bile Alper’in gözünden kaçmıyordu. Bundan tam sekiz yıl önce… ve sonraki tüm o yıllar boyunca her gün kendi canının nasıl yandığını biliyordu. Tıpkı bugünün geleceğini bildiği gibi.
Emre’yle birlikte kendi canı yine yanacaktı. Olsun, Alper tüm bunların sonunun hepsi için daha iyi olacağını biliyordu.
Konuşan Berna’ydı. Dün de konuşmuşlardı bunları ama o zaman yabancı değildi. Emre hala ona huzurla sarılabiliyor, destek verebiliyor, Alper’le arasındaki sorunları çözmesi için yüreklendirebiliyordu.
Ne değişmişti?
Dün, Berna kimseye ait değildi.
İçinde bulunduğu ruh halini yansıtmamak için insanüstü bir çaba harcamaktan yoruldu o anda.
Anlayışlı Emre.
Onların mutlu olmasını isteyen, destekleyen Emre…
Oturduğu kanepeden fırlayıp uzaklaşma isteğini bastırmaya çalışan Emre.
Berna teşekkür ediyordu. Tüm o yıllar için… Kendisini kayıp hissettiği, gölgesine bile ihanet ettiği yıllar için…
“Bilerek değildi.”
Emre bunu zaten biliyordu. Sadece şu an umurunda değildi.
Gitmelerini istiyordu.
Alper’in elini omuzunda hissettiğinde, Berna da sustu. Konuştuğu süre boyunca kullandığı hiçbir kelimenin Emre’ye ulaşmadığının farkındaydı. Hiç tanımadığı birisine kendini anlatmaya çalışıyormuş gibi tedirginlikten, suçluluktan perişan olmuştu.
Alper’i sevdiği için özür dilemeyi düşünmemişti. Bunu bilincinin derinliklerine gizlediği için de… Bunların hepsini birlikte keşfetmişlerdi zaten.
Ama sanki söyledikleri giderek kocasını, onun en yakın arkadaşıyla birlikte olmak için terk eden bir kadının gevelemelerine dönüşmüştü.
Bunu ona Emre mi hissettiriyordu? Onun yabancılığı mı? Kendi vicdanı mı?
Sustuğu o birkaç saniye içerisinde, içine çöreklenen kayıp duygusuyla nefesi kesildi. Artık hayatında Emre yoktu. Arkadaş olarak bile…
‘Onu seviyorum!’
Seviyordu evet. Hayatındaki varlığını seviyordu. Gözleri çaresizce Alper’e döndü. Alper’siz yaşayamazdı, Emre’siz yaşayabilirdi. Suçluluk duygusu bir tokat gibi suratına indi.
‘Ah Tanrım, Emre’ye ne yaptım ben?’
Kadının dağılmaya başladığını gördüğü an, Alper ayaklandı.
“Bu konuşmalar hiçbirimize iyi gelmiyor. Bence artık gitme zamanı,” diyerek Emre’ye baktı. “Fransa uzak olabilir, ama olmayabilir de. Biz hangisini seçersek…”
Gülümsemedi Emre. Alper’in elini sımsıkı tutarken, “Sadece biraz zaman…” diye fısıldadı.
Gözleri “Gidin artık, lütfen!” diye sessiz çağrısını dillendirirken hayatının iki temel direği kapanan kapının arkasında kayboldu.
Arabaya bindiklerinden itibaren bomboş gözlerle karşıya bakan Berna’dan gözünü bir an bile ayırmadı Alper. Kaskatı kesilmiş bedenine hâkim olan titremelerin çoğalışını izledi. Yaklaşan fırtına belliydi. Arabayı kenara çekip durdu.
“Gözlerini gördün mü Alper?”
Cevap vermedi.
“Ben Emre’ye ne yaptım? Ben ona bunu nasıl yaşattım? Gözlerini gördün mü?”
Titremeleri iyice arttığında Alper kadının bir sinir krizi eşiğinde olduğunu biliyordu. Emniyet kemerlerini çözüp kadını kucağına çekti ve sımsıkı sarıldı.
Gözyaşları, sanki bedeninde barınmaya tahammül edemiyormuş gibi gözlerinden kaçarken Berna Alper’in kucağında bomboştu. Katıla katıla ağlıyor, bir yandan da bir şeyler söylüyor ama çoğu anlaşılmıyordu.
“…ben nasıl bir insanım…”
“…kimse hak etmez…”
“…ben nasıl bir canavarım…”
“…hepimize yaptım ben…”
Yakaladığı birkaç anlamlı kelimede Alper Berna’ya kimsenin yardımcı olamayacağını bilerek sustu. Bu onun hesaplaşmasıydı. Berna’yı Emre değil, Berna affedecekti. Edebilirse…
‘Bu da senin ödeyeceğin bedel, Alper Bey. Dokuz sene önce bir anlık gafletin, hepinizi bugünlere getirdi.’
O gün tutmalıydı Emre’nin kolundan. “Yapma, o benim,” demeliydi. Berna kendisine güvenmeyi öğrenene kadar pes etmeden ona gitmeliydi. Onun yaralarını kendisi iyileştirmeliydi.
Ama yaşı kaç olursa olsun o bir çaylaktı, Berna ise acı çekme konusunda profesyoneldi. Sımsıkı sarıldı kadının hıçkıran bedenine. Bedel neyse ödenecekti. Yeter ki sonunda umut olsun.
Kapanan kapıya hala anlamsız gözlerle bakan Emre ise Alper kadar şanslı değildi. Umut kavramına hiç bu kadar uzak düşmemişti. Hazmetmek, devam etmek… gündemi bunlar bile değildi. O sadece nefesine kavuşmaya odaklanmıştı.
‘Nefes al.
Nefes al.
Berna ile doğmadın, onunla ölmeyeceksin.
Nefes al.’
Ama nefes almak için bile bir nedene gerek vardı.
‘Bebek var.
O seni yalansız sevecek.
Pardon, hata yapmışım, demeyecek.
Nefes al.
Sadece onun için yeniden nefes al ve gurur duyacağı babası ol.’ Kanepeye yığılı beden alabildiği kadar havayı ciğerlerine çekti, bir süre içinde tutup keyfini sürdü, ardından yeni yaşamının bu ilk soluğunu bomboş eve bıraktı.