Tünel Bölüm 45

Tünel Bölüm 45

Mira ile kavga etmişlerdi. İnanamıyordu. Kızın kendisini evden neredeyse kovalamasını, Aslan’ın da pis pis gülerek onları seyretmesini aklı almıyordu.

Ne vardı yani? Her gün süt içmesinde diretmek en azından baba olarak hakkı değil miydi?

Mira sinirle, “Bebeğe babalık yapacaksın, bana değil. O da doğurmaya karar verirsem!” diyerek kapıyı göstermişti Emre’ye resmen.

Söylenerek motosikletten inip kaskı çantaya tıkıştırdı, eldivenleri de içine atıp kilitledi ve yine söylenerek eve girdi.

Berna’yı koltukta otururken gördüğünde, önce gülümsedi sonra kaybetmiş insanların üzerine sinen o boşluğu algıladı. Yanına oturup saçlarını okşadı.

“Ne oldu?”

Kederli gözler kendisiyle alay edercesine kapanıp açıldı.

“Alper onunla Fransa’ya gitmemi istiyor.”

Bunun güzel bir haber olması gerekmiyor muydu? Konuşup anlaştıkları anlamına gelmeliydi.

“Sorun ne peki?”

“Bunu sadece beni cezalandırmak için istiyor.”

“Saçma.”                                                                                                                                   

Berna’nın yıkık buruk yüzü içine dokundu Emre’nin. Çaresiz ve yalnız bir hali vardı.

“Ben ona gittim Emre. Tüm kalkanlarımdan, oyunlarımdan arınarak… Ama onu o kadar incitmişim ki artık bana inanmıyor. Saygı duymuyor.”

Titreyen dudakları, içindeki savaşın aynasıydı sanki.

“Öyle farklıydı ki. Alper’i hiç böyle görmemiştim. Sanki beni yok etmek istiyordu.”

“Ona zaman ver. Onun da kendi içinde yüzleşmesi gereken şeytanları var.”

“Biliyorum. Tanıştırdı beni onlarla.”

“Sen güçlüsün Berna. Onun öfkesiyle başa çıkabilirsin.”

“Belki. Ama zaten başka bir seçeneğim yok ki. Onsuz yaşayabileceğimi hiç sanmıyorum. Bu ne zaman oldu, hep mi böyleydi, bilmiyorum. Ama eğer Fransa’ya giderek onunla bir şansım olacaksa, bunu kullanmak istiyorum.”

“Ne yaparsan yap, yanında olacağım. Bana ihtiyacın olduğu anda burada olduğumu bil, yeter.”

Uzanıp Berna’yı kollarının arasına çekti. Saçlarını okşadı. Göğsüne sığındığında hissettiği titremelerden ağladığını anladı. Bir süre Berna da bu sıcaklığı sindirdikten sonra toparlandı.

“Diğer samanyollarında kimsenin benimle ilgilenmediğini biliyorum ama bizimkinde senin olman harika bir şey. Teşekkür ederim Emre.”

“Berna, sırası değil ama sana bir şey sormam gerek.”

Tedirgin hali meraklandırdı Berna’yı. Soru dolu gözlerle baktı Emre’ye.

“Geçen gün… Miden bulandı. Ayrıca solgun ve yorgunsun. Acaba…”

Anlamadan bakmaya devam etti Berna.

“Yani… Hamile olma ihtimalin var mı?”

Boş bakışlar bir süre kaldı Emre’nin üzerinde. Sonra yumuşadı, elini adamın yanağına götürüp okşadı.

“Stres her zaman böyle etki yaratıyor bende. Sadece senin yanında kendimi güvende hissettiğim için görmemiştin bugüne kadar.”

Biraz durup devam etti.

“Hamile değilim. Geçen hafta Ankara’dayken regl oldum.”

“Annesi bana ait olmayan bir çocuğum daha olsaydı gerçekten acınacak bir halim olurdu.”

Küçük bir kahkaha attı Berna.

“Söylesene bana… Mira ile aranda bir şey olma ihtimali yok mu?”

Gülümseyerek başını iki yana salladı genç adam. “Hayır.”

Bir süre duraklayıp, “Aslında çok sevdim onu, biliyor musun?” diye itiraf etti. Emre’nin gözlerine ondan bahsederken yerleşen sıcaklığı anlayabiliyordu artık. “O çok… farklı.”

“Biliyorum.”

“Sana iyi gelirdi.”

“Hiç kimse, kendisine iyi gelecek diye bir ilişkiye başlamamalı.”

Burnunu kırıştırdı genç kadın. “Ah, işte bu acıttı.”

Bir kahkahanın ardından, “Senin için söylememiştim ama düşününce sana da uydu gerçekten,” diye itirafta bulundu Emre.

Yaşadıklarına birlikte gülebiliyor olmaları, o sekiz senenin hata olmadığının en büyük kanıtıydı.

“Berna… Bence, o da sensiz yapamayacağı için çağırdığını itiraf etmeden gitme. Gerçek nedenin bu olmadığına asla inanmam çünkü.”

Kadının yanağına bir öpücük kondurduktan sonra onu düşünceleriyle baş başa bıraktı.

Alper’le konuşması gerekiyordu. O tarafsız bölgeydi. İkisini de üzgün görmeye dayanamıyordu. Ve Berna’daki değişimin temelini sadece o biliyordu.

Telefonu tuşlayıp açılmasını bekledi.

“Neredesin?”

Dinledi.

“Yarım saate yanındayım.”

Motosiklet kulübündeki arkadaşlarıyla vedalaşmaya gitmiş olan Alper’i kulüp binası yakınlardaki bir kafeye çağırdı Emre. İşe bak, ikisinin de evi vardı ama çocuklar gibi kafelerde buluşmak zorunda kalmışlardı. Eh, içlerinden birisi çocuk gibi davranınca bu galiba kaçınılmazdı.

Alper geldiğinde, Emre’nin gülümsemeyen yüzü çok şey anlatıyordu.

“Medeni girişlerle uğraşacak ruh halinde değilim Alper. Lafı uzatmayacağım.

Berna’yı bir gün benden geri alacağını, o zamana kadar onu üzersem beni ellerinle öldüreceğini söylemiştin. Şimdi de ben sana söylüyorum. Onu üzecek olursan seni öldürürüm. Ve buna rahatlıkla şu an başlayabilirim.”

Cevaplanması gereken bir cümle değildi, Alper de sustu. Çok sonra, içindekiler engel olamadan kelimelere döküldü.

“Gitmeme izin vermiyor Emre. Deniyorum inan. Onu hayatımdan çıkarabilmek için her şeyi deniyorum. Ama şimdi çok farklı bir oyun oynuyor. Ne desem kabul ediyor. Bütün silahlarımı bir bir elimden alıyor. Artık karşı koyamıyorum.”

“Sana gelmeden önce umut doluydu. Şimdiyse evde kırık dökük bir kadını bırakıp buraya geldim ben. Kendi zayıflığının acısını ondan mı çıkarıyorsun?”

“Bilmiyorum.”

Kahvesini kenara çekip masada gidebileceği kadar öne gitti Emre.

“Berna artık oyun oynamıyor. Aramızda oynayan bir tek sen kaldın.”

“Bunu bilemezsin.”

“O kız, aranızdaki tek engeli kaldırabilmek için babasına gitti Alper.”

“Ne?”

Bu imkânsızdı. Berna için babası dünya üzerinde yan yana gelmeyeceği tek insandı.

“Seni kaybetme korkusuyla yaptı. Ankara’ya gidip adamı buldu. Bilmediği pek çok şey öğrendi ve içindeki kırıklıkları onardı. Geçmişiyle barıştı. Sana ancak bundan sonra geldi.”

 Ve Alper o geldiğinde ona… Ah Berna.

“Gerçekten geldi bana.”

“Gerçekten geldi. Şimdi domuzluğu bırak ve ona hayatı oyunsuz yaşama şansını ver.”

“Emre ben ona…”

Anlatamazdı ki. Yaşarken utandığı şeyi düşünmeye bile cesareti yoktu.

“Ona yaptığımı onaramam.”

“Berna’yı küçümseme dostum. Kaldıramayacağı hiçbir şeyi kendisine yapmana izin vermez o.”

Telaşla ayaklanan arkadaşının yüzündeki korkuyu, tedirginliği görmek güzeldi. Berna işte bu bakışları hak ediyordu.

“Ona gitmem gerek. Lanet olsun! Ne arabam, ne götürebileceğim bir evim var. Ne boktan durum ulan bu! Sana eve gelme mi diyeyim şimdi!”

“Ben evliyim oğlum, karımın yanına giderim. Giderken de bir şişe süt alıp onu delirtirim.”

Sırıtan arkadaşına anlamadan baktı Alper ama çok da umurunda değildi.

“Gelme. Ne yaparsan yap, bu gece gelme. Yani bir şey yapacağımızdan değil, sadece konuşmak için… Of ne ulan bu! Pembe dizilere döndük anasını satayım.”

Kahkahayla gülen arkadaşına şekerlikten aldığı şekerleri fırlatan Alper, koşarak kafeden çıkıp taksi derdine düştü. Berna gerçekten gelmişti ona. Yüzünü sıvazlayıp bunu hazmetmeye çalıştı. Suratındaki aptal sırıtış onun evine gidene kadar kaybolmadı.

Zili çaldığında heyecandan tir tir titriyordu. Kapıyı açan Berna’nın onu görünce önce açılan, sonra da tedirgin bir utangaçlıkla yere inen gözleri canını yaktı.

Bu kadın hala on dokuz yaşında acemi bir âşıktı ve Alper bunu fark edemeyecek kadar salaktı.

“Haklıymışsın.”

Soru dolu gözler dile getirmedi merakını.

“Emre’yi seçmekte haklıymışsın. Benim kadar salak bir adam seni sadece üzermiş.”

Tepki vermeye korktu Berna. Altından bir şey çıkabilir, gülümsediğine, sevindiğine, umut ettiğine pişman olabilirdi.

Kadını hafifçe içeri iterek kendisi de girdi Alper. Sonra yumuşak bir itişle kapıya dayadı. Kelebek gibi bir dokunuşla dudaklarına uzanıp izin istedi. Bulduğu ateşte kavruldu.

“Ben korkağın tekiyim. Çok özür dilerim.”

Gözleri şaşkınlıkla açılan genç kadın duyduklarını anlamaya, yanlış bir mutluluğa kapılmamaya çalışıyordu. Gerçek miydi bu?

Ayrılmak istemediği dudaklardan kendisini neredeyse kopararak Alper’in gözlerine baktı.

“Benimle oynuyor musun Alper?”

Kadının başını elleriyle sabitleyip gözlerinin içine bütün sevgisiyle baktı. Göstermeli, anlatmalı, inandırmalıydı.

“Artık oyun yok. Seni seviyorum. Her şeyinle. Ardımızdaki dokuz seneyle. Önümüzdeki yüz seneyle. Bugün benimle yeniden başlar mısın?”

Kalbi durdu sanki. Aldığı her nefeste bütün bedeni mutluluktan patlayacak gibi hissediyordu.

“Evet. Ama bana hemen bir bebek vermek zorundasın. O oğlanı istiyorum.”

Anlamasa da güldü Alper. “Hangi oğlanı?”

“Hayallerimden hiç çıkmayan o esmer oğlanı. İkimizin oğlunu…”

Pis sırıtışıyla kadınını bedeniyle kapı arasına sıkıştırdı Alper.

“Hemen mi?” “Hemen.”