Tünel Bölüm 37

Tünel Bölüm 37

“Sence balayımızda bile otelde biten bir adamı bu kadar süre görmemiş olmamız normal mi?”

Bahçede güneşten kaçmaya çalışarak şezlongun yerini değiştiren Berna’nın yüzü düşünceli görünüyordu.

“Dün nikâhtan önce gördüm ben. Sen şirkette görmüyor musun?”

“Hayır. Siz görüşüyor musunuz?”

“Evet, geçen hafta iki üç kez görüştük.”

“Nikâh şahidin o olur diye düşünmüştüm.”

“Duruşması varmış. ‘Bensiz oynayın siz,’ dedi.”

Telefonunu eline alıp Alper’in numarasını çevirdi genç kadın.

“Efendim Berna.”

Efendim Berna mı? Efendim bebeğime ne olmuştu?

“Başına bir iş gelmiş olmasından korkuyorum artık Alper. On gündür seni görmediğimizin farkında mısın?”

“İnsan evinden atılınca haliyle düzeni de bozuluyor.”

“Sen niye bizde kalmadın ki? Başkalarının evinde sürünmen hiç normal değil.”

Telefonun öbür ucundaki sessizlik rahatsız ediciydi.

“Ben sevgilimin evinde kalıyorum Berna. Sence sizde kalmamdan daha normal değil mi?”

“Hala birlikte misiniz yani siz? Şaka yapıyorsun. Bir haftayı geçmedi mi?”

Aslında değillerdi ama Berna’nın bunu bilmesi gerekmiyordu. İlişkilerinin yürümeyeceği onda kaldığı ilk gün anlaşılmıştı ve Alper o günden sonra otele çıkmıştı.

“Ne yapıyorsun? Gelsene, bahçe çok güzel.”

Gelsenize değil. Gelsene. Klasik Berna dışlaması… Sevgililerini asla yaşamlarına dâhil etmezdi hanımefendi.

“Bugün eve gidip birkaç parça eşya almam gerek. Biraz Mira’nın aklını dağıtır sonra da Aslan’a hava aldırırım. Bilmediği bir şehirde evde oturmaktan kafayı yedi adam.”

“Tamam. O zaman pazar günü brunch yapalım.”

“Bakarız. Şimdi kapatmam gerek. Görüşürüz.”

Berna Alper’in kendisinden uzak durduğuna artık neredeyse emindi. Tokattan sonra değişmişti Alper. Hayır, kazadan sonra değişmişti. Anlaşılmaz bir duvar çekmişti aralarına.

Onu görememenin dışında, konuştuklarında da sanki hep yabancı gibi davranıyordu. Aralarındaki sessiz iletişim yolları kapanmış gibiydi. Tek bakışıyla onun ne dediğini anlayan adamın yerine resmi ya da normal biri gelmişti.

Normal biri… Ali Fırat gibi mesela… Ya da Alpaslan gibi…

İçinin üşüdüğünü hissederek, “Mira’ya uğrayalım mı bugün?” dedi. “Alper de gidecekmiş, onu da görürüz hem.”

“Tatlım bırakalım kız çalışsın. Belediyeydi nikâhtı derken zaten kaç gündür aklını veremedi doğru dürüst.”

Lanet olsun.

İçine dolan kara bir bulut yüreğini sıkıştırmaya başladığında, olduğu yere sığamadı Berna. Yanlış bir şeyler olduğu hissini içinden atamıyor, bir yerlerde eksilmiş gibi bir duyguya kapılıyordu.

Akşama doğru Emre‘nin çalan telefonunun ekranındaydı Alper’in adı.

“Efendim koçum.”

Geliyor muydu? Gelecekti belli ki.

“Tamam, bir saate yanındayım,” diyerek kapattığında Berna’nın gerginliği doruğa çıkmıştı.

“Gelmiyor mu?”

“Hayır, konuşmak istediği bir şey varmış. Sahildeki balıkçıda bekliyor beni.”

“Benim yanımda konuşamıyor muymuş?”

Emre kaşlarını çatarak Berna’yı süzdü bir süre. Bütün o Mira telaşında bile bu kadar huzursuz olmamıştı Berna. Şimdi ne vardı?

“Bu adamın benimle ne derdi var Emre?”

Sesi yükselmiş, içindeki kızgınlık açığa çıkmıştı.

“Yanıma gelmiyor, Gelse de buz gibi oturuyor. Her dediğime tersleniyor. Bize gel dedim, eve gidip eşya alacağım, diye bahane buldu. Şimdi de seni çağırıyor.”

Emre kararsızca karısını seyretti bir süre. Genç kadın haklıydı. Alper farklı davranıyordu Berna’ya karşı.

Ama bu kadar sinirlenmeye gerek var mıydı? Sonuçta o Alper idi. Bugün böyle, yarın öyle olabilirdi. Ama hep onlarla olurdu.

“Ben onu akşam getiririm buraya, konuşur halledersiniz. Tamam mı? Takma kafana bu kadar. Alper ne kadar süreyle uzak kalabilir ki?”

“Pekâlâ. Git bakalım. Erkek erkeğe mi, arkadaş arkadaşa mı olacaksanız olun. Ama ben bunu onun burnundan fitil fitil getireceğim. Bu da böyle bilinsin.”

Kahkaha atarak karısının yanağına bir öpücük bıraktı genç adam. Akşama Alper’in gelecek olması biraz sakinleştirmişti öfkesini sanki.

“Aman da kızgınken ne kadar güzelleşirmiş benim karım.”

Berna’nın kaşı havalandı.

“Bildiğim kadarıyla senin karın Mira.”

“Kapa çeneni. Benim karım her zaman ve sadece sensin,” diyerek burnunu sürttü karısının burnuna. Ardından dudaklarına inerek öptü.

“Gitmek istemiyorum. Tam da en güzel yerine gelmiştim,” dediğinde Berna tarafından iteklenerek uzaklaştırıldı.

“Lütfen bayım ısrar etmeyin, zira metresiniz olmayı kabul edemem.”

“Metres… Hm. İyiymiş bu. Kırk yıl düşünsem bir gün bir metresim olacağı aklıma gelmezdi.”

“Torunlarına anlatırsın artık.”

Bir suskunluk girdi aralarına. İkisi de bebeği düşünüyorlardı.

“Berna.”

Kocasına baktı genç kadın.

“Seninle bir çocuğumuz olsun istiyorum artık.”

Oh Tanrım.

“Çocuk mu?”

“Evet. Tüneldeyken hep bu vardı aklımda. Çocuklarımızın nasıl olacağını göremeyeceğime çok üzülmüştüm.”

“Şimdi zaten bir bebek geliyor Emre. Sence ona öncelik versek daha iyi olmaz mı?”

“Aynı şey değil. Ben senin ve benim olan bir çocuğu özlüyorum. Aile olmak istiyorum Berna. Evin içinde senin ve benim minik kopyalarımızın dolanmasını istiyorum.”

“Emre, ben buna hazır olduğumu sanmıyorum.”

“Ne zaman hazır olacaksın Berna? Ya da hiç hazır olacak mısın?”

Berna’nın gözüne bir an küçük bir oğlan çocuğu geldi. Babasının kucağında oturup ona gülümseyen esmer bir çocuk. Gözlerine hücum eden yaşlarla bir anda neye uğradığını şaşırıp Emre’den uzaklaştı.

“Hey tamam, seni üzmek istemedim.”

Oh Tanrım. Neler oluyordu böyle kendisine.

“Yok bir şey. Hadi git sen, bekletme Alper’i.”

Yalnız kalmalıydı. Bilincinde bir delik açıp yüzeye çıkan o görüntüyü aklından bir an evvel çıkarıp atmalıydı.

Emre gittikten sonra da bahçede oturmaya devam etti. İçi boşalmış gibi hissediyordu. Sanki yalnız… Sanki terk edilmiş… Unutulmuş…

Neden geçmiyordu bu duygu. Senelere yayılmış bir yoğunluktan sonra, üniversitenin ilk senesinde kurtulduğunu düşünmüştü yalnızlığı hissetmekten. Büyümüş, travmalarıyla başa çıkabilmeye başlamıştı.

Etrafındakileri kendisine yaklaştırmasa bile, yalnız hissetmemişti hiç o sene. Canı acımamıştı. Alper hep yakınlarındaydı çünkü ve nedensizce kendisini güvende hissettirmişti Berna’ya.

Sonraki yıl Emre de girmişti hayatına ve bugüne kadar o duyguyu çoktan unutmuştu.

Onca yıl Alper de hep hayatındaydı. Hiç çıkmamıştı.

Emre o tüneldeyken onun ölmesinden çok korkmuştu. Hatta kendisini onun ölümüne bir anlamda hazırlamıştı bile. Yanında Alper vardı ve ona güç vermişti.

Ya şimdi? Alper neredeydi? Neden onun varlığını içinde hissedemiyordu?

Güneşe rağmen üşümeye başladığında eve girdi. Ev de soğuktu. Sanki içi soğuktu.

Salonda otururken epey bir süredir ağlamakta olduğunu fark etmek bocalattı Berna’yı. Neden bu kadar sulu gözlü olmuştu ki bu ara. Kaç kere durduk yere ağlamıştı.

Bahçede…

Ofiste…

Biraz önce…

Şimdi…

Son zamanlarda yaşadıkları katlanılır şeyler değildi. Emre’nin kazası en büyük kâbustu.

Neden ağlamamıştı o gün?

Emre’nin başka bir kadınla birlikte olduğunu öğrendiği gün de dayanılır gibi değildi.

O zaman da ağlamamıştı ki.

Ya Emre’nin boşanma kâğıtlarını imzalamasından sonraki ortadan kayboluşu… Emre’yi kaybediyor olduğunu en çok hissettiği an o günlerdeydi.

Ağlamamış mıydı hiç o zaman da?

Hayır.

Emre Mira ile evleneceğini söylediğinde… Bebekleri olacağını öğrendiğinde… Boşandıklarında… Emre Mira ile evlendiğinde…

Hiç ağlamamıştı.

Hiç.

Bahçede ağlamıştı ilk. Alper Selda için onu terslediğinde…

Ofisten ağlayarak çıkıp gitmişti. Alper baba olmak istediğini söylediğinde…

Biraz önce ağlamıştı Emre bebekten bahsederken. Gözünün önüne Alper’in…

Oh Tanrım. Oh Tanrım.

Gözlerinden arka arkaya boşalan yaşları durdurmaya, geri göndermeye çalıştı. Olmuyordu.

Doğru değildi bu. Hayır. Berna o kadar zayıf olamazdı. Bunca yıl bir yalanı yaşamış olamazdı.

‘Yanlış adamla birliktesin.’ Hayır!