Tünel Bölüm 36

Tünel Bölüm 36

Emre içi içini yiyerek zaman geçirmeye çalışırken Aslan da suratını asmış etrafa bakınıyordu.

Çok uzaklaşmamışlardı siteden. Sitede zaten pastane vardı ve almak istediklerini üç dakika sonra paketletmişlerdi.

Emre biraz oturmalarını önererek limonata söylemiş ama o da bitmişti.

“Emre, Berna Yenge bizim kızı yer ya.”

Bir kahkaha fırladı Emre’nin ağzından. Gülmek istememişti ama sahne gözünün önüne gelince kendine hâkim olamamıştı.

“Aslan, ben karımı tanıyorum da, sen yeğenini hiç mi tanımıyorsun koçum?”

“Ha sen benden daha çok tanıyorsun tabii. İki gün yeraltı aşkı yaşadınız, uzman kesildin başımıza.”

Kaşları çatıldı Emre’nin.

“Böyle şeyler söyleme. Mira’ya da ayıp, bana da.”

Yüzü hayretle doldu Aslan’ın. “Ya koçum, yalan de! Doğru olmasa biz ne diye koşuşturup duruyoruz ortalarda?”

Kafasını sallayıp kendi kendine söylendi Emre.

“Bit kadar beyniniz, at kadar görüşünüz var.”

“Ayıp oluyor Emre Bey, öyle bit mit.”

“Tamam Aslan. Ama bil ki Mira kendisini Berna Yengene bile yedirmez.”

Aslan’ın içi içini yiyerek artık kalkmak istediği an, telefonu çaldı.

“Efendim enişte.”

Karşıdan söylenenleri dinlerken rengi önce sarardı, sonra küle döndü. Emre kötü bir şeylerin haberinin geldiğini anlamış, gözünü bir saniye bile adamdan ayırmıyordu.

“Tamam enişte, merak etme,” diyerek kapattı telefonu adam.

“Ne olmuş?”

“Mustafa haber göndermiş, yarın hayırlı bir iş için geleceğiz, evde olsunlar diye.”

“Yarın mı!”

“Eniştem yarın müsait değiliz, pazartesi gelin demiş. Mustafa da evi basmış.”

“Ne? Ne demek basmak?”

“Eve gelmiş işte ‘Gelinimi göreceğim,’ diye.”

Eyvah. Çok çabuk olmuştu bu.

“Eniştem ‘Hasta, pazartesine ancak iyileşir,’ demiş, inandıramamış. Odalara tek tek bakmış pezevenk. Sonra da bütün evi dağıtmış. Eniştemi de hırpalamış. ‘Uçuruyorum haberi’ deyip gitmiş.”

“Aslan, o heriflerin gelmesi ne kadar sürer?”

“Önce enişteme giderler, ondan bilgi alamazlar ama otobüs şoförleri konuşur. Onlara iki kuruş verirlerse İstanbul’a geldiğimizi öğrenirler. Kızın motosikletle gittiğini de öğrenirler, yani seni bellerler. Hastaneden adını sanını bulup elleriyle koymuş gibi bizi bulurlar.”

Öfke ve korku… İkisi de boğazını sıkıyordu Emre’nin. Bu ilkellikle nasıl başa çıkılırdı?

“Siktir. Eve dönelim.”

Neredeyse koşarak eve ulaştıklarında Berna ve Mira’nın evde yalnız kaldıkları akıllarından çoktan çıkmıştı.

Kapı açılır açılmaz Emre içeri dalıp kapı kilitlerini kontrol etti.

Sitenin güvenliğini arayıp, Alper’in evine kendilerinden başka hiçbir misafirin alınmamasını defalarca tembihledi.

Gece çalışan görevlilerin telefonlarını alıp onları da tek tek arayarak aynı uyarıları yaptı.

Mira ve Aslan’a evden gerekmedikçe çıkmamalarını, bir şey lazım olursa, kendisini aramalarını söyledi.

Aslan bunların hepsini başıyla onaylıyor, Berna ve Mira ise anlamaz gözlerle birbirlerine ve Emre’ye bakıyorlardı.

En sonunda genç adam Berna’ya “Gidelim,” dedi ve iki kadının şaşkın bakışlarına aldırmadan evden çıktı.

Arabaya binip yola koyuldukları an “Ne oluyor Emre?” diye merakla sordu genç kadın.

“Herifçioğlu eve gelip Mira’nın gittiğini anlamış.”

“Mira gerçekten tehlikede mi?”

“Evet Berna. Bunlar bizim için anlamı olmayan inanışlar olabilir ama o adamlar bunu ciddiye alıyor.”

“Ama Mira’yı bulamazlar, değil mi?”

“Bulurlar. Mira benimle motosikletle geldi.”

Sinirden kıpkırmızı kesilen Berna “Yok artık, elinin körü!” diye bağırdığında, Emre’nin verecek bir cevabı yoktu.

“Berna, motosikleti gördüğünde kedi yavrusu gibi bakışını bir görseydin…”

“Emre sen manyak mısın?”

“Mutlu olsun istedim işte! Bu manyaklıksa manyağım. Kızın başına gelmeyen kalmadı. Özgür olduğunu hissedebileceği tek bir günü olsun istedim. Tamam mı!”

Bağırmıştı. Berna’nın bağırmasını garipsememişlerdi ama Emre bağırdığında, Berna donup kaldı.

Emre sakindi. Emre’nin sesi hiç yükselmezdi. Emre bağırmazdı. Hele Berna’ya asla bağırmazdı.

“Sen gerçekten onun için korkuyorsun, değil mi?”

Gözlerine dolan yaşları akıtmamak için uğraşan genç adam, “Hem de çok korkuyorum Berna, hiç acımadan kıyacaklar o küçücük kıza,” dedi ve bir süre sonra “Benim yüzümden…” diye fısıldadı.

Yaşlar artık durmuyordu. Emre arabayı kullanamayacağını anlayarak kenara çekti ve yüzünü elleriyle kapatıp hüngür hüngür ağlamaya başladı.

“Benim yüzümden,” diyordu durmadan.

Berna kocasına sarıldı, başını göğsüne çekip “Ağlama, izin vermeyeceğiz onlara, ağlama,” diyerek sakinleştirmeye çalıştı. Bir yandan başını öpüyor, bir yandan da durmadan teskin edici sözler fısıldıyordu.

Genç adam sakinleştiğinde, onun gözlerini sildi.

“Fazla zamanımız yok. Yarın sabah erkenden adliyeye gideceğiz. Öğleden sonraya gün alırsak duruşmayı halletmiş oluruz.

Duruşma sonrasında temyizden feragat için imza veririz. Bir iki güne boşanma işi hallolur.

Nüfusa bildirim için hızlı posta isteriz. Kayıt düşer düşmez de yeni nüfus cüzdanını çıkartıp başvurunuzu yaparsınız. Oda nikâhı isteriz, 3 gün içinde de evlilik gerçekleşmiş olur.”

Bu Berna idi. Bir şeye karar verdiği anda sistematik şekilde her şeyi halleden, pürüzleri öngörüp ortadan kaldıran, istediği her şeyi yapma gücüne sahip olan Berna…

“Akrabalarına haber bugün gidecekse, söyleyin kızın babasına, onlara Mira’nın evleneceği müjdesini versin. Nikâhın İstanbul’da kıyılacağını ama düğünün daha sonra Zonguldak’ta olacağını eklesin. Öbür adamın söyleyeceği her şey o zaman art niyetli bir kıskançlık olarak görülür.”

Büyülenmiş gibi karısını dinleyen Emre hemen telefona sarıldı. Aslan’ı arayarak eniştesine söylemesi gerekenleri bir bir yazdırırken, telefonu da hoparlöre alıp Berna’nın duymasını sağladı.

Arka plandan Mira’nın “Yapamam, olmaz,” dediğini duyan Berna, “Bana bak küçük hanım. Burada hepimiz seferber olmuş seni kurtarmaya çalışıyoruz. Sen de o küçük çeneni kapat ve bize yardımcı ol,” diye söylendi.

Kısa bir duraklamadan sonra, “Dua et de bebek babasına benzesin, sana benzerse işin çok zor,” derken buldu kendisini.

Buna kim daha çok şaşırdı, belli değildi. Telefondan tek bir ses gelmedi. Emre’nin yüzüneyse onu neredeyse salak gösteren bir gülümseme yerleşmişti. Öylece Berna’ya bakıyordu. Hayran, âşık, mutlu…

Neden sonra Aslan’ın onaylayan homurdanmalarının ardından telefon kapandı.

“Yola koyulalım damat bey. Bir gün seni ellerimle evlendireceğimi söyleseler, töre möre halt ederdi yanımda.”

Kahkahaları eve kadar sürdü. Bozulan sinirlerinin en çok ihtiyacı olan şey de buydu. Durumlarına beraber gülebilmek…

Ertesi gün sabahın çok erken bir saatinde adliyeye gittiler. Her şey aynen Berna’nın kurguladığı süreçte gerçekleşmişti. Öğleden sonra adliyeden ayrıldıklarında, Emre’nin “Hanımefendi, sizden çok hoşlanan bekâr bir adamın sizi eve atmasına ne dersiniz?” demesine çapkın bir gülüşle karşılık verdi Berna.

“Nüfus cüzdanınıza bir bakın beyefendi. Birkaç gün daha orada bana ait olduğunuz yazacak, o yüzden çapkınlığa başlamak için biraz daha sabretmenizi öneririm.”

Suratı düştü Emre’nin. “O zaman sen beni eve at, olmaz mı?”

“Düşünmem gerek. Bakalım ilgimi çekecek kadar çekici misin?”

Şımarıktı. Sevimliydi. Bir genç kız rahatlığında cilveliydi.

“Seni seviyorum Berna Kıraç. Seni seviyorum Berna Özmen. İkinizi de seviyorum.”

Bir hafta sonra Emre Kıraç’la Mira Aker evlendiler.

Damadın şahidi Aslan Özkan, gelinin şahidi Berna Özmen idi.

Evlilik cüzdanının telefonla fotoğrafı çekilip Celal Bey’e gönderildi. Celal Bey telefonundan bunu nasıl görebileceğini bilmediği için, yan komşudan yardım istedi. Açılan fotoğrafa karısıyla mutlu mutlu bakarken, sevinçle komşuya da gösterdi. Bir saat içinde bütün mahallenin bundan haberi olacağına emindi.

Yeni gelin, nikâhtan hemen sonra evine gidip ders çalışmaya devam etti. Yeni damat, eski karısıyla eski evine gidip onunla saatlerce sevişti.