Tünel Bölüm 13

Tünel Bölüm 13

Kendine ait bir yerde, evinde olmak, bilinmezliği ve tehlikeyi duvarların dışında bırakarak yapay bir güven duygusu aşılıyordu insana.

Güvenin duvarların ötesinde berisinde değil, insanın içinde olduğunu bilirdi Emre. Yine de şu an yapay da olsa o duyguya ihtiyacı vardı.

Bildiği ve alışık olduğu her şey çok kısa bir süre sonra temellerinden sarsılıp değişecekti.

Biraz daha… Sadece biraz daha her şey yolundaymış gibi yapmak istedi. Ama bunu hissedemedi.

Kendisini kandırmayı sevmezdi. Gerçek ne kadar yıpratıcı olursa olsun, yalan kaçışlardansa yıkıcı yüzleşmeleri daha güvenilir bulurdu.

Berna kollarının arasına sokulmuş yanında yatarken, ‘Ne zaman?’ diye düşündü. ‘Ne zaman olacak bu yüzleşme?’

Yanıtı biliyordu. Berna’nın henüz zedelenmemiş bakışlarını biraz daha biriktirmek istiyordu. Biraz daha… Kendi bakışları olmasa bile onunkiler hala aynı arılığa sahipken, bir gece daha…

Berna alışkanlıkla ışıkları kapattığında tahammül edememişti karanlığa. Biraz da yüksek bir sesle açmasını istemişti.

Genç kadının şaşkın bakışları onun tünelde kapalı kalmaktan dolayı karanlıktan rahatsız olduğu zannıyla anlayışa bürünürken, Emre sadece karanlığın aralarına girmesini istememişti.

Karanlıkta başka bir nefes, başka bir koku vardı. Karanlık artık Berna’nın simgelediği her anlamın dışında bir anlama sahipti.

Berna ışıktı, aydınlıktı. Berna güneşin doğuşuydu. Renklerin zenginliği, engin tonuydu.

Karanlıksa… Berna’nın bütün ışıltısını solduracaktı.

“Babanla barışmalısın.”

O kadar uzun sürdü ki Berna’nın suskunluğu, Emre onun uyuduğunu sandı.

“Nereden çıktı şimdi bu?”

“Onsuz olmak canını yakıyor.”

“Onun hayatında benim ve annemin yerini dolduran bir şey zaten var. Her gece bir barda tıka basa özlemini gideriyor. Benim canımı onsuz olmak değil, bunu bilmek yakıyor.”

Berna’nın hayatı ya hep ya hiçti. Ya siyah ya beyazdı. Ara tonları hayatından uzak tutmak onu yaralasa da bundan vazgeçmezdi. Siyah ve beyaz güvenilirdi. Oysa ara tonlar bilinmezlik barındırıyordu.

‘Beni yaptıklarım değil, bunu yapmama yol açan nedenlerim tanımlar.’

“Hiç içkiye neden başladığını merak etmedin mi?”

“Bu bir şeyi değiştirir mi?”

Huzursuz olmuştu Berna. Kaşları çatılmış, bu konunun neden şu anda konuşulduğunu anlamaya çalışır gibi Emre’ye bakmaya başlamıştı.

“Belki sonucu ya da senin çektiğin acıyı değiştirmez ama bu acıyı neden çekmek zorunda kaldığını anlamana yardımcı olur.”

“Çektiğim acı değişmeyecekse anlamanın ne gereği var?”

“Hala seni etkiliyor. Üzerinden ne kadar zaman geçmiş olursa olsun değiştirdi seni, katılaştırdı. Babanı anlamak o katılığı yumuşatabilir ve senin hayatı daha huzurlu yaşamanı sağlayabilir.”

“Tünelde kapalı kalmak sana bunu mu öğretti?”

“Bana bunu karanlık öğretti Berna. Hiçbir şeyin sadece siyah ya da beyaz olmadığını öğretti.”

Sesinde öyle bir yalnızlık vardı ki, Berna sersemledi.

“Ne oldu orada Emre?”

Ne oldu orada?

“Ölüme dair seçimler oldu Berna.”

“Ölmediğine göre…”

“Ölmediğim için… Şimdi bunlarla nasıl yaşayabileceğimi bilmiyorum.”

İşte bu yalnızlıktı Berna’nın hissettiği. Tam şu anda Emre’nin içerisinde kaybolduğu yalnızlık…

İçine dolan korkuyla baş etmek kolay değildi. Neden korktuğunu bilmeden korkuyordu.  Emre’nin gözlerinde gördüklerinden korkuyordu. Ve göremediklerinden korkuyordu.

“Bana anlatacak mısın?”

Acı bir gülümseme yerleşti Emre’nin dudaklarına.

“Ben sana neyimi anlatmadım ki bugüne kadar. Anlatacağım Berna. Sadece bu gece değil. Bana bu geceyi ver. Bu gece bana seni ver. Ben de sana yarın Emre’den geriye kalanları vereceğim.”

Emre’den geriye kalanlar… Ne olmuş olabilirdi orada, o küçücük yerde Emre’yi bu kadar değiştirecek? Emre’den bir parçayı alıp götürecek…

İlk kez farklı bir gözle baktı kocasına.

Kısacık saçları, koyu mavi gözleri, biçimli burnu ve duru teniyle Emre, bildiği Emre idi. Hafifçe uzamış olan sakalları ona serseri bir hava katıyordu.

Dışarıdan bakıldığında hayta, sorumsuz, günü gününe yaşayan ve hayatın zevklerini her şeyin üzerinde tutan bir adam olduğu sanılırdı. Bir kadından diğerine koşan, ertesi gün yatağındaki kadının adını bile hatırlamayan…

Oysa daha ilk gördüğünde Berna anlamıştı onun ne kadar derin bir duygusallığa sahip olduğunu. Kurduğu ilk cümlede yüreğini hissetmişti. Seçtiği kelimeler bile bir kalıp değildi, o an kalbinden geçenlerdi. Hissetmişti Berna.

Sonrasında asla hayal kırıklığına uğratmamıştı genç kadını. Babası annesini evden kovup kendisini içkiye verdiğinde içinde kırılmış olan her parçasını, sabırla iyileştirmişti.

Afacan bir çocuk gibi her olumsuzlukta güzel bir yan, her karabasanda bir çıkış yolu bulmayı becermiş, zamansız olgunlaşmak zorunda kalan Berna’yı olması gereken yaşa geri çekmişti.

Ama gözlerindeki o haylaz pırıltı yoktu artık. O muhteşem maviliklerin feri sönmüş, içindeki çocuk kaybolmuştu.

Yıkılmış, kaybetmiş bir adamın duruşu vardı üzerinde. Her şeyde mutlu olacak bir yön bulabilen o pozitif enerjisi onu terk etmiş, yerine ne umutlu ne de umutsuz olarak tanımlanamayacak boş bir beden bırakmıştı.

Yaşlanmış gibi…

İlk kez ürktü Berna. Kocasının içindeki yalnızlıktan, ümitsizlikten… Bundan sonra ulaşamayacağı bir adama dönüşmesinin ilk belirtileriydi sanki şu an yaşadıkları.

Emre gidiyordu.

Panik içinde sarıldı ona. Ürkekti dokunuşları. Sanki bir yabancıya dokunur gibi…

Ve Emre, ilk kez öpüyormuş gibi öptü karısını. Yüreğindeki aşkı dudaklarına toplayıp Berna’nın dudaklarından kalbine gönderir gibi…

Genç kadının uzun saçlarının arasına ellerini daldırıp okşadı. Ne severdi bu kahverengi ipek yığınını. Açıkken başka, topladığında başka güzel gelirdi gözüne.

Her bakışında derinliklerinde kaybolduğu gözlerini seyretti. Kaya gibi sert bakışların ardındaki kırılmış çocuğu her gördüğünde, içi acırdı onun yaşadıklarına. İçlerini sevgiyle doldurmak isterdi. Ama sadece yalnız kaldıklarında yumuşardı o gözler. Başkalarının yanındaysa hep sert, tetikte bakardı.

Şimdiyse tedirgin, ürkek bakıyordu Berna. Ya ertesi gün, nasıl bir duygu bulacaktı içlerinde?

Düşünmeye cesaret edemedi.

Gözlerini kapatıp bildiği en saf dokunuşunu sundu bunun yerine. Sanki kadınını yeni baştan keşfediyor, sanki ona yeni baştan âşık oluyordu.

Her dokunuşu özeldi. Ezberlercesine, beyninde gizli bir köşeye saklarcasına… Biriktirircesine…

Berna’nın kokusu, bütün bedenine yayıldı, dokundu, sızdı.

Berna’nın parmak uçları, Emre’nin bilincini, dokunduğu noktalara taşıdı.

Berna’nın dudakları, kuraklıktan adeta çatlayan tenine su oldu, hücrelerini kana kana yaşamla doldurdu.

Bedeninin üzerindeki, altındaki, yanındaki bedeni; ona yaşamın anlamını, güzelliğini sundu, nefesinin nedeni oldu.

Ve Emre, aşkla bütünleşmenin tüm hazların ötesinde bir yeniden doğuş olduğunu keşfeden ilk insanmışçasına aşkın önünde bir kez daha saygıyla eğildi.

Berna mutluluktan düşüncelerini bile toparlayamadı bir süre. Yanında nefesinin düzene girmesini bekleyen erkek, tüm zamanların en güzel sevişmesini yaşatmıştı kendisine.

Farklıydı. Adı yoktu. Hem bir merhaba, hem bir veda gibiydi. İçinde inanç kadar korku da barındırıyordu.

Düşüncelerinin aldığı yön, içindeki mutluluğu süpürerek çıplak bir korkuyu yüreğine doldurdu.

Emre’nin sevgisinden hiçbir zaman kuşkusu olmamıştı. Biraz önceki dokunuşları, gözlerine bakışı saf bir aşkın ürünüydü. Yanlış bir şeylerin olduğunu hissediyorsa, bu Emre’nin sevgisiyle ilgili değildi. Başka bir şeydi. Bilmediği bir şey…

Ve bilinmezlik Berna’yı deli gibi korkuturdu.

“Uyuyalım şimdi. Yarın bana her şeyi anlatırsın.”

Kollarının arasındaki karısının alnını öpen Emre “Uyuyalım,” dedi.

Yarın Berna’ya her şeyi anlatırdı.

Yarın Berna’ya neyi anlatırdı? Ölüme yapılan bir iyiliğin yaşamda kendisine yer bulamayışını mı?