Vurucu Bölüm 7

Vurucu Bölüm 7

[Japon balığı]

Annenizle ilk olarak babamın otelinde karşılaştım.

İşte, hayat tam da böyle bir şeydi. Dışarıdan bakanlar sadece cümleleri görürdü, yaşayanlarsa altındaki gizi.

Doğa ve Doğu heyecanla bekliyorlardı babalarının anlatmaya devam etmesini. Reha solgun, büyükbaba durgundu.

Alp anlatsa, ama böyle özet bir cümleyle değil de gerçekten anlatsa ne söyleyecekti ki çocuklarına? Annelerinin aslında hiç umurunda olmadığını mı? Yanında sevgilisi olmasını umursamadığını mı? O gün Alp, sadece kızın ezberin dışına çıkmasına sinirlenmişti. Naz Ural Alp Kalaycı’ya kul olmamıştı. Ağzının içine bakmıyordu. Hatta restoranda resmen kendisiyle oynamıştı.

Hırs, çok ilişkinin başlangıç nedenidir. İşte Alp’i de Naz’a saplayan buydu. Ne aşk, ne farkındalık. Hırs. O yüzden, Naz Ural beş gün boyunca ortalarda görünmediğinde, bunun her bir anında Alp’in gözleri onu aradı. Kız hiçbir yerde yoktu. Havuzda… Restoranda… Lobide… Asansörde… Kulüpte…

Beş gün boyunca elinin altındaki her kızla havuzda sevişti Alp. Açık alanda. Gözleri etrafta… Bütün yemeklerini restoranda yedi. Gerekmese de durmadan lobiye uğradı, her çınlamada dönüp asansörlere baktı. Ama kendisine sorsan, kız umurunda değildi.

Seviştiği kadınların içindeyken gözlerini kapadığını ve Naz’ı hayal ettiğini fark etmesi uzun sürdü. Orgazmı bittikten sonra kadının sarı saçlı olduğunu görmek irkiltmişti çünkü onu. Kıvırcık olacaktı. Kahverengi… O deli gözler kocaman kocaman kendisine bakacaktı… Bu yüzden, o beş gün hiçbir kadın, Alp’in içlerinden çıktığı an arkasını dönüp gitmesini kaldıramadı. Hepsi gözyaşlarına boğularak kendisine koştuğunda da Reha bir terslik olduğunu anladı.

Konuyu beşinci kızın ardından, akşam kulüpte açtı. Önlerinde bütün gece duracak olan tek bardak viskiden bir yudum aldı önce. Karanlıkta aralıklı olarak üzerlerinde beliren mavi, yeşil, kırmızı, sarı renkleri izledi. O renklerin ışığında Alp’i izledi. Farklıydı. Etrafa bir kez olsun bakmayı aklına getirmeyen adamın gözleri düzenli olarak barı, pisti ve kapı girişini kolaçan ediyordu.

“Kimi bekliyorsun?”

Oturdukları yer hoparlörlerin açısına göre sesi çok yüksek duymayacakları bir noktada olduğundan bağırması gerekmemişti. Döndü gri gözler üzerine.

“Kim beklemeye değebilir ki?”

Alp için henüz itiraf zamanı değildi, belli. Ama bekliyorsa da artık bilerek beklesindi.

Piste baktı. Yüksek müzik eşliğinde hoplayıp zıplayan kişi çoktu. Beş yıldızlı otelin müşterileri çoğunlukla sağlık nedeniyle gelenler olsa da kulüp akşamları Pamukkale’ye gelmiş turistlerin akınına uğrardı.

Kalyon Otel, bölgenin en büyük fizik tedavi, sağlık ve spa merkeziydi. Pamukkale’ye 10 km. uzaklıkta, 808 metrekarelik bir alana yerleşmişti. Yaz kış aynı sıcaklıkta şifalı termal suyu ve kongre turizmine yönelik hizmetleri nedeniyle sezondan bağımsız, dünyanın her yerinden misafir ağırlardı. İş dünyası buradaydı. Parası çok olanlar buradaydı. Güzel kadınlar paralı adamlarla birlikte buradaydı. Bir de güzel kadınlar, paralı adamlarla karşılaşabilmek için buradaydı.

İşte o güzel kadınların neredeyse hepsi şu anda kulüpteydi. Ve Alp Kalaycı, bu otelin sahibinin varisiydi. Bu yüzden de ortamdaki en büyük balık oydu. Ha, köpekbalığıydı, o ayrı…

Alp’in oturduğu yerde dikleştiğini gördüğünde, beklenenin geldiğini düşündü. Kızın yanındaki herif kapı girişinde durmuş ortamı kolaçan ediyordu. Ama kız yoktu.

Alp’in gözleri de o tarafta her yeri dolaşıyor, kızı arıyordu. İçini heyecan bastı. Naz Ural’ı yakaladığı ilk anda götürecekti.

İki adam, bara doğru sağlam adımlarla ilerleyen Burak Özer’i çevredeki diğer kadınlar kadar ilgiyle izledi. Adam avcıydı. Etrafa bakmadan da her yeri gördüğü belli oluyordu. Barda oturduğu sandalyenin bile kasıtlı olduğuna yemin edebilirdi Alp. Gözleriyle barı taradı hemen, evet işte hem sağında hem solunda iki tane yalnız oturan kadın vardı. Burak esmer seviyorsa sağa, kızıl seviyorsa sola tezgâh kurardı. Kendisi öyle yapardı yani. Oturur, kızın gelmesini beklerdi.

Ama bu herifin kucağına Naz Ural gelecekti birazdan.

Kapıyı hiç kaçırmadan gireni çıkanı seyrettikçe, kızıl hatunun adama yanaştığını görmek canını sıktı. Bu, kıvırcığın buraya gelmeyeceği anlamına gelirdi.

“Çok da sadık değilmiş damat bey, ne dersin?”

Reha’nın kimden bahsettiğini anlaması için kâhin olmasına gerek yoktu.

“Gelinin de sadık olmadığını bildiğimize göre, bence tam birbirlerine göreler.”

“Sen ne yapıyorsun peki aralarında?”

Sırıttı Alp. “Ben çok kalmayacağım. Bir arkadaşa bakıp çıkacağım. Girip girip bakacağım, bakıp bakıp çıkacağım.”

Kahkahaları etraftaki kadınların iştahını kabarttı ama Alp Kalaycı gözlerine bakmadığı sürece yanına yaklaşamazlardı.

Barda ise, tenlerin birbirine ısınmaya başladığı belliydi. İki bedenin çevresindeki özel alan artık kesişmeye başlamışa benziyordu. Birazdan tamamen birleşip tek daireye sığışırlardı.

Kızılın damadın bacaklarının arasına yerleştiğini gördüğünde, Alp’in kulüple işi bitti. Kendi avı gelmeyecekti. Lanet olsun! Sinirle pistte önlerinde dans eden kızlara bakıp içlerinden en iri göğüslüsüne dikti gözlerini. Bu gece, o yuvarlakların arasından kızın ağzına boşalacaktı.

Alp Kalaycı’nın kendisine baktığını hissettiği an büyük ikramiyenin kendisine çıktığını anlayan kadın heyecandan ayakları dolaşarak tökezledi. Paha biçilmez varis gözleriyle işaret etti, kadın o an kucağındaydı.

Alp’in birazdan çirkinleşeceğini anlamak, Reha için gecenin sonunu getirmişti. Sevmiyordu ulu orta sevişmeleri. Ortam loş, korumalar kalkan olsa da eylem çirkindi. Saygısızdı. Ama Alp Kalaycı buydu. Babasının özenle şekillendirdiği erkek evlat. Reha’nın varlığı onda belli bir farkındalığa neden olsa bile, ilk altı yılda oluşan kişiliğine kadına saygı sonradan enjekte edilemiyordu. Değişim için önce bütün dengelerin tamamen yıkılması gerekiyordu. O yıkımdan da Alp sağ çıkamazdı.

Reha yanlarından kalkıp biraz barda oyalanmayı seçti ama bu kez de diğer erkek güzeli menziline girdi. Üstelik Alp’in sahip olduğu koruma kalkanına Burak Özer sahip değildi.

“Tazeleyeyim mi abi?”

Bara yeni gelen çocuğun Reha’nın alkolden fazla hoşlanmadığını bilmesi mümkün değildi elbette. Tadı değildi hoşlanmıyor oluşuna neden… Kontrolün kendisinde kalmasını tercih ediyordu sadece.

“Türk Kahvesi yap sen Reha Bey’e.”

Tecrübeli barista yanlarına yaklaşıp anında yollamıştı çocuğu.

“Nasıl gidiyor İsmet? Bu çaylakla zor geçer bu gece.”

Oğlana bakıp sırıttı İsmet. “Öğrenir abi. Çabuk öğretirim.”

Yana dönünce yine adamla kadının yiyişmesi girdi görüntüye.

“Neden odalarında yapmazlar bu işi anlamıyorum ki?”

Reha Bey’in bahsettiği çifte baktı barista.

“Kadın dışarıdan. Odası yok. Adamın da odası boş değil. Birazdan geçer hatunla şu koridora, kuytuda görür işini.”

Eh… Kimin ne yaptığı otel personelinden asla kaçmıyordu.

“Kendi sevgilisi bu kızıla beş basar ama yine de fazla mal göz çıkarmıyor.” Bir shot tekila da kendine koydu İsmet. Kollarıyla dayandı bara, yiyişen çifti seyretti bir süre. Sonra sır verir gibi eğildi Reha’ya.

“Marttan beri burada adamla küçük sevgilisi. Gelip gidiyorlar. Çok dolanmazlar ortada. Ne ayaklar hiç anlamadım. Havuzda gördüm bir kere bunları. Yaşa başa hiç bakmıyor bu işler. Adamın üzerinden inmedi o kız. Allahı var, güzel de kız. Ben de olsam indirmem üstümden.”

Çiftin hararetle birbirine yapışarak koridor tarafına ilerlediğini gördüler o ara. Demek fitilin ateşlenme zamanı gelmişti. Bu gördüğünü çok da yargılamıyordu aslında Reha. Sonuçta bir adam ve bir kadın, birbirlerinden zevk alıyorlardı. Öncesi yok, sonrası yok. Kime ne. Hele ki ikisinden biri evli değilse, yapsınlardı zaten. Dünya zevk üzerine dönüyordu.

Çirkin olan zevki kullanarak çıkar peşinde koşmaktı. Alp’in parası gibi. Onun asla ‘bir adamla bir kadın’ olma şansı yoktu. O, zengin babanın paralı çocuğuydu. Reha’nın ona yardım edemeyeceği tek konu buydu.

Kahvesini bitirdikten on dakika sonra döndü kumrular bara. Gittiklerinden daha normal görünüyorlardı. Elleri kolları kendi bedenlerine çekilmiş, ateşleri sönmüştü. Kadının adamın hayatına yerleşme niyeti varsa bile adam işin kibar kısmına anında atlamıştı.

“Tanıştığımıza çok memnun oldum.”

Ateşi sönen diğer hormon bombası da Reha’nın öteki yanına oturdu.

“Bu gece herkeste bir erken boşalma modası var galiba. Kaç dakika oldu lan ben buraya geleli?”

Omzunu silken Alp “Ne yapayım, göğüsleri aklımı başımdan aldı.” derken bir yandan da bardaki üçüncü adamı kolaçan ediyordu. Amacının Reha’nın yanına gelmek olmadığı çok açıktı.

“Götürdü mü bu karıyı bu?” Sinirliydi.

“Götürdü.”

Adama bakmayı kesip piste döndüler ama Alp’in üzerine sinmiş o olduğu yere sığamama havası çok belliydi. Baktığı yerdeki hiçbir şeyi görmüyordu. Derin nefesler alıyor ama sanki bu ona yetmiyordu.

“Çok daraldım ben. Gidiyorum.”

“Nereye?”

“Havuza.”

Ve gitti. Neyse ki onun alkollü olmadığını biliyordu. Yoksa onu orada da takip etmek zorunda kalacaktı.

Yine aynı havuzu seçmesi tesadüf değildi. Onun orada olmasını istemişti. Elbette bu saatte kızın havuzda olması saçmaydı ama nedense içinden öyle geçiyordu.

Biraz önce kocaman göğüslerin arasından kızın ağzına pompalayıp durmasına rağmen sakinleşmemişti. Bedeni değil… Ruhu.

İçeri girip kapıyı kapattı. Kilitlemedi. Eğer burada değilse ve gelirse o da girebilmeliydi.

Çift havuzdu burası. Yan yana. Birisi termal, birisi normal. Termal olan otuz üç derecede, diğeri soğuk. Küçükken ortadaki taşa oturup bir ayağını sıcağa diğerini soğuğa sallandırırdı. Ama artık soğuk havuzu tercih ediyordu. Bedenini diri hissettiriyordu.

Havuz boştu. En azından soğuk olan. Suyun üzerindeki buhardan, sıcak tarafta kimsenin olup olmadığı anlaşılmıyordu. Her iki tarafı da ortalayacak şekilde yürüdü. Öyle ki ikisine de gidiyor olabilirdi. Bir adım kala durdu. Kendi sesinden başka suyun sesi vardı sadece. Issız, yalnız. Hep olduğu gibi. O yüzden burayı inleyen kadın sesleriyle doldurmak hoşuna gidiyordu.

Sıcak tarafa bakarak üzerindeki gömleğin düğmelerini açmaya başladı. Tek tek. Striptiz yapan bir kadının sakinliğindeydi. Görmediği seyircisine oynuyordu.

Gömlek üzerinden sıyrıldığında, yakaladı o sesi. Küçük bir nefes. İçe çekilip tutulan… Vermeye korkulan… Gülümsedi. Pantolonu daha yavaş sıyırdı o yüzden. Yeniden bir nefes. Heyecanlı. Telaşeli. Duyulmaktan korkuyordu. Duyulup gösteriden mahrum kalmaktan korkuyordu. Parmağını slipine taktığından, hareket ettikçe teni biraz daha göze dokunuyordu. Kaslar… Kıvırcık tüyler… Ve ruhu çoktan kumaşa takılacak kadar isyankârdı. Alışkın hareketle atlattı kumaşı üzerinden, bıraktı özgür kalsın diye yeryüzüne. Ve ayakları, kumaşı bile istemedi dokunsun kendisine.

İşte. Alp oradaydı. Her şeyi ile. Birazdan çoğalmaya niyetli, ısınmaya istekli.

Ani bir kararla soğuk tarafa atladı. Bedeni buz gibi suya değdiği an en az yan havuzla yarışacak kadar buhar çıkarmış olmalıydı. Çıkmadıysa, bu buharın suçuydu. Çünkü Alp, değil yarım saat önce, aylardır tek bir kadınla buluşmamışçasına özlem doluydu.

En uzak tarafa kadar yüzüp uçtan çıktı. Şu an minik Japon balığı da kendisini göremiyor olmalıydı.

Yüzdü. Bir uçtan bir uca defalarca. Küçük balık kendisini seyredebilsin diye aralıksız. Son dönüşte, balığın havuzunun yanında çıkardı başını sudan, durdu. Gözleri hiç hatasız, kenarda gizlenmiş gri-mavilere kilitlendi. Nefesi sakinleşene kadar gözleri bir an olsun ayrılmadı kızdan. Alp çıplaktı. Alp hazırdı. Olmak istediği yeri biliyordu.

“Gel buraya.”

Gözler kocaman açıldı. Dudaklar aralandı. Ya nefes almakta zorlanıyordu ya da ağzını keşfedecek o ıslak dili arıyordu. Göğüslerin hızla inip kalkışını buradan görebiliyordu Alp.

Tahrik olduğunu bütün belirtileriyle açık eden beden kıpırdamadı. Oysa oyun oynamak için Alp çok büyüktü. Kızı şimdi istiyordu. Hemen.

“Gel buraya!”

Daha sertti şimdi sesi. Kızın kararsız bakışlarını yakaladı. Ağzının kuruduğu belliydi. Dudaklarını birkaç kere yaladı. Onları Alp yalamak istiyordu.

“Naz. Gel.”

O yüze yayılan mutluluk bir an serseme çevirdi Alp’i. Naz gülümsedi. Şaşkın, ışıltılı. Öyle bir gülümsemeydi ki, o an oyun bitti. Alp, o gözlerde bir şey gördü. Kendisindendi. Tanıdığı bildiği bir şey. Adını hiç koymadığı bir şey. Hayatının sonuna kadar o gülüşü görmek istedi.

“Aşkım sıkılmış mı?”

Siktir!

Önce, Naz’ın yüzündeki o gülüşün soluşuna isyan etti. Sonra, adam öldürmenin hiç de zor olmadığını bütün benliğiyle itiraf etti. Kendisinin burada olduğunu adı gibi biliyordu pezevenk, tribünlere oynuyordu.

“Beklettim seni bir tanem ama işim sandığımdan uzun sürdü.”

Alp adama bakmadı. Alp Naz’dan başka hiçbir yere bakmadı. Naz adama kibarca gülümsedi.

“Sıkılmadım.”

Havuzun kenarına yaklaşıp uzattı kollarını kıza.

“Gel buraya. Odaya gidip yaramazlık yapalım biraz.”

Kendisine dönen kızı koltukaltlarından tutup dışarı çıkardı. Tek harekette. Hiç zorlanmadan. Bedenine yaslayıp “Dola bacaklarını belime bebeğim,” dedi. Gözleri kızın gözlerinden bir saniye bile ayrılmadı bu sırada.

Sinir bozucuydu. Kendi beline dolanmasını istediği bacaklar, şu an başka bir bele dolanmıştı ve Alp bunu seyretmek zorunda kalıyordu.

Sanki kucağında bir poşet taşıyormuş gibi rahat hareketlerle şezlongun kenarındaki havluyu aldı ve kıza sardı adam. Sırtında dolaştırdığı elleri, seri hareketlerle bedenini kuruladı. Baş havlusuna uzandı sonra, kızın başına sardı. Asi kıvrımlar, o tanıdık ellerin altında uysalca havluya toplandı. Yerdeki çantayı da aldıktan sonra kızın burnunun ucuna minik bir öpücük kondurup yürümeye başladı. Kucağında Naz Ural’ı taşıyan Burak Özer dışarı çıkmadan önce arkaya dönüp Alp Kalaycı’ya “İyi akşamlar,” diye bağırdı. Kapı geride kalan sessizliğe çığlık çığlığa kapandı.