Seksi Numara Bölüm 22

Seksi Numara Bölüm 22

İsimsiz Çiçek

İlk günümde odam çiçek bahçesine döndü. Ahmet ve Leyla Karadağ, Mert Karadağ, Yıldırım Arkoç, Tolga Akalın… Bunlar sizin tanıdıklarınız. Bir de burada bahsi geçmeyen kişilerden gelenler vardı. Açıkçası Eray Çınar’dan daha popüler olmak gizliden bir gururla doldurdu içimi. Ona iki çiçek gelmişti. Birisi bir Fransız ismiydi, diğeri isimsizdi. Eray’ın o isimsiz çiçeğe çok uzun süre bakması nedense içimde tanıdık bir hüzne dokundu. Bu adamın canı yanıyordu. Hem de çok yanıyordu.

Çiçeği alıp çöpe attıktan sonra bana ilişen gözlerine hınzır bir gülümseme yerleşti. “Sende de çöpe gidecek bir çiçek var mı?”

Sırıttım. “O çiçek daha odama ulaşamadan korkudan solar.”

Kahkahalarımız bizi birbirimize yakınlaştırıvermişti. Aslında gizli bir ittifak olmuştu aramızda. Birbirimize bulaşmıyoruz, anlaştık mı? Anlaştık.

Çok kısa bir sürede Eray ile harika bir noktaya ulaşmıştık. Saygılıydık. İlgiliydik. Düşünceliydik. Mesafeli ve dürüsttük. Aramızda özel konular hiç konuşulmuyordu. Ama birbirimizin duygusal çalkantılarına karşı ne kadar duyarlı olduğumuz her hareketimizden belli oluyordu.

Zaman içinde işteki uyumumuz da neredeyse mükemmele yaklaştı. Her saniye dip dibe çalışmamız gerekmiyordu. Kimi zaman gündüz şirkete bile gitmiyordum. Aradığında telefonun ucunda olmam yeterli oluyordu. Ve birlikte çok iyi iş çıkartıyorduk.

İlişki tanımımızın -seviyeli bir arkadaşlık- olarak oturması için çok beklememiz de gerekmedi. Karşınızdaki insandan beklentiniz olmadığını ona net bir biçimde ifade edebildiğinizde, tüm tedirginlikler, soru işaretleri, acabalar ortadan kalkıyor. Biz patron ve çalışandık. Biz bir kadın ve erkektik. Biz acıları olan iki insandık. Sınırlarımız, yalnızlıklarımız vardı ve bizim birlikteliğimizde ikisi de güvendeydi. İşte bu çok rahattı.

İkimizin de sevgilisi olmadığından, dışarıda bir yemek ya da etkinliğe gitmemiz gerektiğinde başka bir eş aramak aklımıza bile gelmiyordu. “Akşama sergi var.” diyordu sadece, “Yarım saat öncesinde hazır olurum.” diyordum.

Adam, girdiğimiz her ortamda kadınların bakışlarını mıknatıs gibi üzerine çekiyordu. Şöyle tarif edeyim. Çok güzel bir kadına herkes bakar. Ama evli olanlar gizli bakar. Bu adama evli, bekâr, genç yaşlı, gay, lezbiyen, ayırım gözetmeksizin ve gözünü ayırmaksızın bakıyordu.

Ben zaten çok güzel olduğumu hiç iddia etmemiştim. Sadece ben olduğumu iddia etmiştim. O yüzden bu adama yönelen bakışlar benim alışık olduğumun dışındaydı. Sanki onlar da benim gibi, Eray’ın çirkinliğinin altındaki güzelliğin adını koyamadıklarından, gözlerini ondan alamıyorlardı.

Bildiğiniz üzere hayatımın bu döneminde ben azgın ve abazan bir kadınım. Etrafımdaki erkeklerin önce aletine, sonra yüzüne bakıyorum. Tabii bunu artık aramızda gizlimiz saklımız olmadığı için rahatlıkla itiraf edebiliyorum. Eray’a ise nedense cinsel bir çekim duymuyordum. Duymam gerekirdi. Her şeyi ile tüm beklentilerimin üzerindeydi. Ayrıca bana denk ve uygundu. Uzun dönemde ondan çocuk yapmayı bile düşünür olmalıydım. Gel gör ki, geceleri rüyalarımı basıp beni sabaha kadar yağmalayan, sadece Erhan’dı.

Artık mastürbasyona falan gerek duymuyordum. Tüm gece boyunca o rüyalarda her ne yaşıyorsam, sabahları doymuş ve yanımda Erhan’ın olmamasına şaşırmış bir halde kalkıyordum. Adam benim için seksle bütünleşmişti. Onu görünce doğrudan uyarılmam bundandı. Benim ona telefonda yaptığımı, onun da bana yapmış olduğunu artık kabullenmiştim. Ne telefon seksiymiş arkadaş. Sanırsın birbirimize kelepçelendik o gün. İkimiz için de cinsellik boyut değiştirdi neredeyse. Benim için Erhan ile bütünleşti, onun içinse…

Kaç kadınla birlikte oldu acaba benim içime girdikten sonra? Canımı en çok bu yakıyor. Derinlerime almıştım ben onu. İçimde olma izni vermiştim. Kimsenin erişemediği bir kapıyı açmıştım. Ah, o adam benim için ne kadar özeldi. O an, konuşmadan durduğu o tek an, ne kadar mutluydum. Sonra o siktiğim çenesi açılmış… Yeter. Onu düşünmüyoruz. Bir seks objesi olma özelliğinin dışına asla taşımıyoruz. Onu rüyalarımızda istediğimiz gibi kullanıyor, ama davranışları ya da kişiliği üzerine kafa yormuyoruz. Aferin bize.

Akşama bir fotoğraf sergisine gidecektim ve Mert’e de haber vermiştim. Hala beni affetmemişti. Deyim yerindeyse beni sürüm sürüm süründürüyordu. Ona haber vermeden dört ay ortadan kaybolmanın bedeli tahmin ettiğimden ağır olmuştu.

İşten çıkmadan Eray’ı da bilgilendirdim sergi konusunda. “Gel hadi.” dedim. “Bir kere de keyfimiz için çıkalım dışarı.” Ceketini kaptığı gibi bitiverdi yanımda. “Öncesinde yemek yiyelim mi bir yerlerde? Hiç yalnız kalmak istemiyorum bugün nedense.”

Yemek süresince sessizdi, ben de onu rahat rahat inceleme şansını bulmuş oldum. Bu adamın bende neden herhangi bir duygu uyandırmadığını çözmeye başlar gibiydim. Kapalı olan Eray’dı. Dış dünyaya seksle ilgili tek bir sinyal göndermiyordu. Eşcinsel değildi, bundan adım gibi emindim. Ama duyguları bir yerde, bir zamanda ve bir kişide donmuş olmalıydı.

Tatlılarımızı yerken, Eray’ın birden hiç alışık olmadığım şekilde gerginleştiği dikkatimi çekti. Kaşığı tutan eli titriyor, sıkılmaktan kan gitmeyen parmakları beyazlaşıyordu. Tüm ilgisi tatlısındaydı, ama ben bunun doğru olmadığını anlayabiliyordum.

Masamızın yanından geçen minik bir kadının Eray’ı görünce durakladığı, onun başını kaldırmaması üzerine yoluna gönülsüzce devam ettiği dikkatimden kaçmadı. Patronum, o kadından resmen saklanmıştı. Bulunduğu ortamla ilişkisini kesip iç dünyasına kaçmıştı.

Belli etmeden kadını seyrettim. Sinirliydi. Ellerini koyacak yer bulamıyor gibiydi. Eray’ı görebilecek şekilde oturmuş, karşısındaki kadın konuşurken onu dinler gibi yaparak aslında Eray’ı seyrediyordu.

Gözleri bir an için Eray’dan uzaklaşıp bana yakalandığında donup kaldı. Kıpkırmızı kesilen yüzünde küçük bir çocuğun ruhunu gördüm. Âşık, tedirgin, ne yapacağını bilemeyen bir çocuk… Ama parmağında kafam kadar bir tektaş vardı ve bu da bana, küçük hanımın benim ona yakıştırdığım özelliğe sahip olmadığını söylüyordu. Şu başkasıyla evlenen kız olmalıydı. Eray gibi bir erkeği böylesine etkileyebildiğine göre de çok özel birisi olmalıydı.

İkisini de dışarıdan rahatlıkla gözlemleyebilen kişi olarak, içimde uyanan duyguya haykıra haykıra ağlamak istedim. Yakıp yıkmış yok etmiş bir aşka bakıyordum ben. Bitmemiş, belki hiç başlama şansını bile bulmamış bir aşka…

Kızı sokakta görsem, bakire olduğunu düşünürdüm. Yetişkin bir kadın gibi görünmesine neden olan giysileri ve makyajı altında o kadar çocuksu ve ait olmamıştı ki… Ama Eray’a ait olabilirdi. Onun ruhu da Eray’ı seçmişti. Bu gerçekleşmeden ayrılmış olmalıydılar. Ve bu kız başkasıyla mı evliydi? Saçma.

Hesabımızı ödeyip dışarı çıkarken, Eray’ın aslında o küçük kadından koşarak kaçmaya çalıştığını görebiliyordum. Kaçamadığını da… Nereye giderse gitsin içindeydi isimsiz çiçek. Kaç çöpe atılırsa atılsın taptaze kalıyordu. Eray’ın kendisini toparlayıp her zamanki haline geri dönüşünü hüzünle izledim. İnsanların içindeki yaraları, sadece içi acıyanlar görebilirdi. Şimdi ikimiz de yaramız yokmuş gibi oyun oynamaya devam edebilirdik.

Galeriye ulaştığımızda Mert çoktan gelmişti. Döndükten sonra birkaç kez görüşmüştük ama onu Tolga ile yan yana gördüğüm an, ikisinin arasında bir şeylerin değişmiş olduğunu anlamam çok da zor olmadı. Bedenleri ne kadar yakındı, bunu bilemezdim ama Mert’in gözlerine aşk gizlenmişti. Tolga, Mert’in ruhunu ele geçirmişti.

Eray’ı iki sevdiğim insanla tanıştırmak, aslında onu hayatıma biraz daha almaktı. Kendisini hiçbir şekilde paylaşmayan bir adamı dünyama sokuyordum.

Odalardaki fotoğrafları önce birlikte incelerken sonra yavaş yavaş kopmalar başladı. Zaman zaman birimiz bir fotoğrafın başında düşüncelere dalıp arkada kalıyorduk. Kim bilir yaşamımızın hangi anına dokunup bizi duraksatıyorlardı.

Diğerlerinin sadece bakıp geçtiği bir eserde ise ben çakıldım kaldım. Eray bir süre benim devam etmemi bekledi, sonra ilgisini çeken bir başka esere bakmak için yanımdan ayrıldı. Ben ayrılamadım. Ben karşımdaki tablodan gözlerimi bir saniye olsun ayıramadım. Karanlıklar içerisine gizlenmiş bir ateşti gördüğüm. Oydu. Onun gözleriydi. Onun ateşi ve isteğiydi. Gözlerimi bir süre kapatıp içimdeki özlemin dinmesini bekledim. Canım acıyordu. Ruhum acıyordu.

Arkamı dönüp yoluma devam etmeye yeltendiğimde, o alevlerin gerçeğinin odanın karşı tarafında bana kilitlenmiş olduğunu görmemle birlikte olduğum yere mıhlandım. Nefesim söndü, kalbim atmaya üşendi, kanım bedenimi terk etti. Bana bakıyordu. Hiçbir şey yapmadan… Sadece bakıyordu. Gözlerinde herhangi bir duygu yoktu. Kızgın değildi. Âşık değildi. Küçümsemiyordu. Sahiplenmiyordu.

Canımın acısına öyle hazırlıksız yakalandım ki… Erhan beni sahiplenmiyordu. Kendisine ait olduğumu söylemiyordu. Bu gece burada katil olmayacaktı. Geride dört leş bırakmayacaktı. Beni bir salonda sıkıştırmayacak, sağa sola çekiştirmeyecekti. Kuytuya çekip bedenimi hırsla örselemeyecekti. Artık benden vazgeçmişti ve beni bir kez daha öldürmüştü.