Seçilmemiş Bölüm 45
İki sene sonra…
Hafta sonlarının vazgeçilmezi olan mangal partisi tüm hızıyla sürüyordu. Bahçeye yerleştirilmiş iki büyük mangalın birinde etler, diğerinde domates, biber, mantar ve soğanlar yerini almıştı. İçeriden gelen hafif bir müzik yan bahçeden gelen çocuk seslerini bastırıyordu.
Bahçenin kenarına yerleştirilmiş şezlonglarda oturan Ayten ve Hasan, ellerinde gazetelerle günün keyfini çıkarıyorlardı. Hasan tamamen iyileşmiş, kalp krizinin o hastalıklı havasını üzerinden atmıştı. Daha dikkatli yaşıyor olmakla birlikte kendisini hiçbir şeyden mahrum bırakmıyordu. O artık bir dedeydi ve torunuyla birlikte uzun yıllar geçirmeye niyetliydi.
Ayten bir gözü kocasında, diğeri evin bahçeye açılan kapısında gazete başlıklarına bakarak oyalanıyordu. Birazdan Elif Cem’i getirdiğinde biberonla besleme işini kimselere bırakmaya niyeti yoktu.
Minik Cem Özhan hayatlarının seyrini tümüyle değiştirmişti. Onun büyümesini kaçırmak istemiyor ama Hasan’ın sağlığı nedeniyle yeniden Ankara’ya taşınmak da istemiyorlardı. Bu yüzden her ayın en az bir haftasını Ankara’da geçiriyorlardı. Sekiz aylık torunları Cem’in hasretine başka türlü katlanmak mümkün değildi.
Cem’in oyun parkının yerini güneşe göre ayarlayan oğluna gözü takıldığında içinden yükselen mutlulukla kocasının elini tuttu.
“Onlar da bizim kadar şanslı.”
Gözlüklerinin üzerinden karısına bakan Hasan muzip bir gülümsemeyle “Biz daha şanslıyız. Seni unutmanın bedelini çok ağır ödetirdin sen bana,” dedi. Karısının ağzından kaçan mutlu bir kıkırtıyla kalbi yerinden hopladı. Bu kadını güldürmeye bayılıyordu.
Sinan beşinci denemeden sonra oyun parkının durduğu yerin iyi olduğuna ikna olunca kendisine bir bardak buzlu limonata doldurduktan sonra mangalın başında itişip duran çiftin yanına gitti. Zeynep elindeki maşayla Doğan’a vuruyor, etlerden uzak durmasını söylüyordu. Mis gibi kokan etlerden yayılan koku da dayanılır gibi değildi. Zeynep hazır Doğan’la meşgulken, kenara dizili mantarlardan bir tanesini fark ettirmeden midesine indirmenin mutluluğuyla gözünü evin kapısına dikti.
Elif yeni uyanan Cem’i giydirip birazdan bahçeye getirirdi. Karısının hamile hali gözlerinin önüne gelince sırıtarak mantarlardan bir tane daha aşırdı. Karnı burnunda evde dolaşan kadını, hayatında gördüğü en güzel görüntüydü. Hele son zamanlarda oturup kalkmakta zorlanır olunca, Sinan ellerini onun üzerinden çekmemek için çok mantıklı bir bahaneye kavuşmuştu.
İki yıl içinde genç kadın inanılmaz bir değişim geçirmişti. Beraberliklerinin ilk altı ayında tüm ilgilerini birbirlerini tanımaya vermişlerdi. Elif’in Sinan’a ve ilişkilerine olan güveni oturmaya başladığında, daha rahat, daha yumuşak bir insana dönüşmüştü. Tabii ki bu, tırnaklarının olmadığı anlamını taşımıyordu. Özellikle Sinan’ın yanına yaklaşan bir kadın olduğunda tırnakları olanca haşmetiyle ortaya çıkar ve avını zevkle parçalardı. Kıskanç bir Elif en güçlü afrodizyaktı. Sinan da onu doğruca yatağa götürürdü.
Elif’e birkaç saniyeden uzun süreyle bakan erkekler de, Sinan’ın pençelerinden nasibini alırdı. Kadını bir hazineydi ve bunu başka bir erkeğin fark etmesine izin vermeye niyeti yoktu. Anında Elif’i bedenine yapıştırır, onun kime ait olduğunu iyice anlamalarını sağlardı. Sonra onu yine doğruca yatağa götürürdü.
Elif kucağındaki güzeller güzeli oğlunu öperek bahçeye çıktığında ilk olarak kocasının yanına gidip oğlunu onun dudaklarına uzattı.
“Öpücük hakkımızı kullanmaya geldik.”
Sinan oğlunun gıdısını öpücüğe boğarken henüz uyku mahmurluğunu üzerinden atamamış olan oğlan da başını babasının boynuna sakladı. Genç adam Cem’e sımsıkı sarılarak kokusunu içine çektikten sonra çapkın bakışıyla “Bunu sen mi doğurdun?” diye karısına sataştı.
Şehla gözler şefkatle minik bedenin üzerinde dolaşıp gururla kocasına yöneldi.
“Evet.”
“Bir tane daha doğurtayım mı sana?”
Elif’in kıpkırmızı kesilmesi üzerine kulağına eğilip, “Böyle baktığın zamanlarda seni doğruca yatağa atmama hiç itiraz etmeyeceğini bilmek çok hoşuma gidiyor,” diyerek kulak memesini yaladı. Elif kızarmış yüzüyle oğlunu kapıp yanından kaçarken, Sinan kahkahalar arasında onun sırılsıklam olduğuna bahse girmeye hazırdı. Kendisi de pantolonunun önünü düzelterek mantarlardan bir tane daha aşırmak üzere mangala yöneldi.
Elif’in Cem’i biberonuyla birlikte Ayten’in kucağına bıraktığını gören Zeynep için mangalın bütün çekiciliği sona ermişti. Koşarak yanlarına oturdu. Oğlanla konuşarak onu güldürüyor, rahat yemek yemesine engel oluyordu. Hasan söylenince sustuysa da, komik yüz hareketleriyle oğlanı güldürmeyi yine de başardı.
Mantarlar artık tam Sinan’ın elinin altındaydı. Oyun parkını düzenleyen Elif’i göz hapsinde tutarak bir tane daha ağzına attı.
“Bu kadın etrafımda olmadığı zaman nefes alamıyorum.”
Elindeki maşayla ona vuran Doğan “Çıtayı o kadar yükselttiniz ki, sizin yüzünüzden kendime kadın bulamıyorum,” diye her zamanki acıklı söylemini yineledi.
“Ben onu iki kere buldum aslanım, benimki özel.”
Elif mangalın başında konuşan adamları seyrederken gülümsüyordu. Doğan’ı çok seviyordu. O ve Zeynep hayatlarının vazgeçilmez bir parçası olmuştu. Ceren geçen sene İstanbul’a yerleştiğinden beri Zeynep ile daha da yakınlaşmışlardı. Doğan’la aralarını yapmaya uğraşıyordu ama ikisinde de bir hareket yoktu.
Hayatının erkeği kayıp bir yılını hala hatırlamıyordu. Bunu düşünmeyi bırakıp hayatlarına devam etmişlerdi. Konusu açıldığında “Ben o bir yıldan alacağımı aldım,” der ve Elif’e gülümserdi.
Evlendikten sonra birlikte dünyayı dolaştıkları uzun bir balayı sonrasında kendilerine yeni bir ev almış, içini sindire sindire döşemişlerdi. Hiçbir şey için acele etmiyorlardı. Çocuğu bile hemen yapmayı düşünmemiş ama kazaya engel olamamışlardı.
Elif Zeynep’le birlikte Korad’da çalışmaya devam etmişti. Ama BroD’un müşteri temsilciliğini artık o yürütüyordu. Aynı zamanda herkes tarafından BroD’un doğal Reklam Müdürü olarak kabul edilmişti.
Zaman içerisinde daha önce uzak durduğu uzun topuklu ayakkabılarla ve makyajla bile tanışmaya karar vermişti. Dergi kapaklarına çıkma iddiası olmadığına göre, ‘Elif’e ne yakışırsa’ sloganıyla yepyeni bir dünyaya açılmıştı. Kadın dünyasıydı bu. Sinan’ın, ne giyerse en çok onu çıkarmayı sevdiğini anladığından bu yana da, sadece kendi zevki için yeni olan her şeyi denemekten hoşlanmaya başlamıştı. Şu anda gardırobunda yerlere kadar inen kırmızı bir elbisesi bile vardı. Malum kazanın sebebi olan elbise.
İki yıl içinde kişiliğinin de tam olarak oturduğunu biliyordu. Sinan onu hayatla, kendisiyle ve güvensizlikleriyle barıştırmış, bunu da sadece onu severek yapmıştı. Artık korkmuyordu. Kendisini, erkeğini, hayatını ve şimdi de çocuğunu seviyordu.
Cem doğduğunda karı koca büyülenmişlerdi. Sanki sevgileri bu hediyeyle tarihe işlenmişti. Elif’in yanında bulunmasına izin verilen tek erkek olma sıfatıyla Cem, onun iki erkeğinden bir tanesiydi: İkisini de seviyordu, ikisine de tapıyordu.
Yan bahçedeki çocukların havaya diktikleri top kendi bahçelerine doğru inmeye başladığında, küçük erkeğinin tehlikede olup olmadığını kontrol ederek rahatladı. Anne olmak böyle bir şeydi.
‘Keşke sen ve babam da burada olabilseydiniz anne.’
Top ağacın üzerine doğru düşüp daldan sektiğinde, hızla arkası dönük olan Sinan’ın kafasına çarptı. Genç adam başını tutarak yere çöktü.
Hayat durdu. Elif gözlerini ayırmadan Sinan’a bakakaldı. Genç adam başını salladı, gözlerini birkaç kez kapatıp açtı. Eliyle topun çarptığı noktayı ovuşturdu. Doğan’ın “İyi misin aslanım, bir şey oldu mu?” sorusunu eliyle geçiştirerek bir süre gözlerini kapattı.
Korkudan yüreği bir pençe gibi sıkılan Elif, hala Sinan’ı izliyordu. Bir şey olmuştu. Ne olduğunu bilmiyordu ama Sinan’a bir şey olmuştu.
Genç adam başını kaldırıp bahçeye baktı. Gözleri Elif’i arayıp buldu. Bakışlarını hiç çekmeden ona baktı. Yüzüne bir dehşet ifadesi yerleştiğinde Elif fırlayarak onun yanına koştu.
“Ne oldu?” Korkudan sesi fısıltı gibi çıkmıştı.
Sinan hiç cevap vermeden Elif’i seyrediyordu. Elif’in ağzı açılıp kapandı, sesi çıkmadı. Sinan’a sabitlenip öylece durdu.
Bahçede herkes susmuş şaşkın bakışlarla onları izliyordu.
Sinan elini uzatıp Elif’in yüzünü okşadı. Bir damla yaş gözlerinden süzülerek çenesinden aşağı yuvarlandı. Genç kadın o anda anladı. Şefkatle kocasına baktı. O da uzanıp onun yüzünü okşadı.
“Kaybolmama izin vermediğin için teşekkür ederim.”
Sinan’ın ağzından çıkan sözleri kimse anlamadı. Elif gözlerinden damlayan yaşların arasından kocasına gülümsedi.
“Asla.”
Peki ya Sinan o gün Elif’i duymasaydı…
Olabilirdi. Neden olmasındı ki? Bal gibi de Sinan barda o konuşmayı duymaz, Elif’in farkına bile varmazdı.
Ruh eşimizi bulmak tek bir konuşmaya mı bağlı peki? Yüzüne baka baka göremeyecek miyiz onu? Bulamayacak mıyız?
Peki ya yanlış zamanda bulursak? Bunu da Sevilmemiş‘te okuyalım o zaman.