Seçilmemiş Bölüm 38
Sabah Doğan ofise girdiğinde Sinan çoktan gelmişti.
“Oh, ülkemin toprağını öpmek istiyorum. Hatta bugün bütün gün ofisin tabanını öpmek istiyorum.”
Kahkaha, epeydir duyulmuyordu bu odada. Nuray Hanım patronlarına çay ve sandviçlerini getirdiğinde duyduğu seslerle mutlu oldu. İki adam neşeli bir yüzle güne başlamıştı. Sinan Bey’in yüzü de gülüyor gibiydi. Aman aman, o gülsün de her şey nasıl olsa düzene girerdi.
“Anlat bakalım dostum, nasıl becerdin hayatının bir yılını kaybetmeyi?”
Kahvaltılarını rahat koltuklarda etmeyi seçen iki arkadaş, uzun bir sohbete işte bu cümleyle başladılar. Doğan daha uçağa binmeden onun hastaneye götürülmüş olduğunu anladığında kulaklarına inanamadı. Daha büyük bir sıkıntı yaşanmamış olmasına şükrederek hastane maceralarını dinlemeye başladı.
“Unutmak istediğin ne vardı acaba, çok merak ediyorum. Sana o kadar kötü bir yıl geçirtmiş olamam.”
Böyle ciddi bir konuyu bile keyfe dönüştüren hınzırlığıyla arkadaşına sataşıp duruyordu. Ama aslında bütün merakı, onun işe döndükten sonra yaşadıklarındaydı.
Reklam kampanyası ile ilgili bilgi aktarımını dinlerken, Nuray Hanım’ın araya bir zamanlar Zeynep Balcı ile nişanlı olduklarını da sıkıştırıverdiğini öğrendiğinde kadının uyanıklığına hayran kaldı.
Sinan’ın Korad görüşmesini anlattığı süre boyunca Elif’ten hiç bahsetmeyişi dikkatinden kaçmadı. Sonraki buluşmalarda da Zeynep anlatıldı ama başka kimsenin adı geçmedi. Sinan Elif’e olan duygularını hatırlamadığına göre, Doğan bunu ona anlatmalıydı. Sadece söze nasıl gireceğini bilemediğinden konuşmanın sonuna kadar sessiz kalmayı yeğledi.
Bir saat sonra kahvaltı bitmiş, çayların yerini kahveleri almıştı. Anlatılacak çok fazla bir şey olmadığı için, Sinan Doğan’ın yokluğunda yaşadığı her şeyi özetlemişti.
“Tek sıkıntım, bir sene içinde tanıştığım kişilerle karşılaştığımda bana yabancı olmaları. Bunun dışında hiçbir şeyin eksikliğini duymuyorum.”
Dalgın bakışlarla pencereden gökyüzünü seyreden Doğan, gizemli bir ifadeyle “Belki bir eksiklik vardır, ama senin bundan haberin yoktur,” dediğinde Sinan’ın bütün antenleri dikilerek arkadaşına baktı. Gözleri kısılmış, bedeni o anın çok önemli olduğunun bilinciyle gerginleşmişti.
“Söylemek istediğin bir şey mi var?”
Doğan elindeki kahveyi masaya bırakıp bütün dikkatini Sinan’a verdi.
“Biriyle tanıştın.”
Sessizlik.
“Dengin olduğunu söyledin.”
Sessizlik.
“Benim kadın versiyonum, dedin.”
Sessizlik.
“Benden kıskandın!”
Sessizlik. Havalanan tek kaş.
“Evet, bu ilki de onun sayesinde yaşadık dostum.”
Sessizlik.
“Kendisine yaklaşmana izin vermiyordu. Konuşamıyordun, görüşemiyordun.”
Sessizlik.
“En son bıraktığımda ona ulaşmanın bir yolunu bulabilmek için çılgınlar gibi çırpınıyordun.”
‘Kalbin şu an durdu,’ deseler Sinan bundan bir an bile şüphe etmezdi. Elif. Onun Elif’i. Onun kendisine ait olduğunu biliyordu. Bunu Doğan’ın ağzından duymak, sadece çoktan farkına varmış olduğu bir gerçeğin tekrarlanmasından başka bir şey değildi.
Doğan’ın tedirgin gözleri, ne bekliyordu bilinmez ama Sinan’ın gözlerine yerleşen gururu beklemediği çok açıktı.
“Yine buldum onu.”
Bu ofise kesinlikle bir akvaryum gerekiyordu. Doğan Sinan’ın bombaları karşısında kendisini balık gibi hissetmekten yorulmuştu. Bu böyle devam edecekse, odada kafasını sokup nefesini almaya çalışacağı bir akvaryuma kesinlikle ihtiyaç duyulmaya başlamıştı.
“Siktir.”
Sessizlik. Sinan’da muzip gülümseme.
“Yuh!”
Sessizlik. Sinan’da otuz iki dişi birden gösteren bir sırıtış.
“Pes.”
Kahkaha.
“Evlen şu kızla da rahata erelim ya!”
Bozularak asılan surat. Hm, demek bu sefer de her şey yolunda değildi.
“O zaman ona ulaşmayı başarmışım, ama şimdi yine başlangıç noktasındayım.”
Kafası karmakarışık olan Doğan, “Ulan bir şeyin de doğru dürüst olsun be, ne demek şimdi o?” diye bağırarak yerinden kalktı. Kapıyı aralayıp “Nuray Hanım, iki kahve, içine birer shot viski!” diye seslendikten sonra yerine oturup karşısında gereksiz bir sakinlikte oturan adamı süzdü.
Kahveleri tazelenirken Sinan, kazadan önce de Doğan’ın Elif’le olan birlikteliği hakkında bilgi sahibi olmadığını düşündü. Demek onu kendisine saklamıştı.
“Önce toplantıda gördüm onu. Kazadan iki hafta sonra yani. Yeni tanıştığım birisi gibi davrandı. Üç gün sonra evime gelip aramızda bir ilişki olduğunu söyledi.”
O kadar uzun süre sustu ki, Doğan tedirgin olarak “Ne tepki gösterdin?” diye sordu.
“Dalga geçtim.”
Ellerini başının arasına alarak dizlerine yaslanan Doğan “Hayır, hayır, yanlış duyduğumu söyle, lütfen!” diye yalvarıyordu.
Sinan’ın dudağının kenarına yerleşen alaycı gülümseme, kendisineydi. “Beni bu konuda uyaracak tek arkadaşım o an kilometrelerce uzaktaydı.”
Ellerini çekip korkuyla bakan Doğan, “Ne yaptı?” diye sordu.
“Kendi aletimin tadına baktırdı.”
BroD Ltd. o andan başlayarak dakikalarca Doğan Sedefoğlu’nun dinmek bilmeyen yüksek kahkahalarıyla inlediğinde, katta çalışan herkes merakla Sinan Özhan’ın odasının kapısına toplandı. Bir süre sonra sesler azalıp kapı önünde durmanın anlamı kalmayınca, hepsi de hayıflanarak merak içerisinde işlerinin başına döndü ama bu, yıllarca ‘Bir keresinde Doğan Bey öyle bir gülmüştü ki…’ diye başlayan spekülasyonların başlangıç anıydı.
Doğan güç bela yatıştırdığı krizinin ardından kahvesinden büyük bir yudum aldığında, “Lanet olsun, sek söylemem gerektiğini bilmeliydim,” diyerek Sinan’ı da güldürdü.
“Pekâlâ, durum raporu alayım.”
”Hala ulaşmaya çalışıyorum.”
“Eh o zaman ben bir şey kaçırmış sayılmam.”
Hayatı bu adamla yaşamak güzeldi. Sinan bir kez daha sevgiyle arkadaşını süzüp, “Hadi bakalım, işe koyulalım,” diyerek konuya noktayı koydu.
Sonraki saatler Sinan için strateji belirleme saatleriydi. Ne iş, ne başka bir şey umurunda değildi. Elif’ti gün. Elif’ti yaşam. Onun tırnaklarını, kendisine batırmasına izin vermeden yavaş yavaş törpülemeliydi. Asla sinirlenmemeli, tahriklerine kapılmamalıydı. Bu kadın onu bu şekilde oyuna getirmeyi çok iyi beceriyordu. Ne olursa olsun yaşamında bundan sonra var olacağını ona kabul ettirmeliydi.
Akşamüstüne doğru içi de içini yemeye başladı. Bara gidecekti. Ya gelmezse? O zaman evine giderdi. Eve gelmezse? O zaman onu kendisinden kaçmadan yakalamak zorundaydı. İşten çıkmadan örneğin…
Yüzüne yerleşen keyifli gülümsemeyle hemen planlarını yaptı. Saat daha üçtü. Bu üç saatin iki buçuk saati hazırlığa ayrılabilirdi. Ama çıkış saatinden yarım saat önce Sinan yerini alacaktı.
Nuray Hanım’a çıktığını, kendisini gerekmedikçe aramamasını söyleyerek Doğan’ın odasına gitti.
“Ben çıkıyorum.” Kâğıtların arasına gömülmüş baş dalgınca kalkarak, “Tamam, akşama görüşürüz,” dediğinde gülerek. “Sanmıyorum, kendine başka bir bebek bakıcısı bul. Ben artık akşamları meşgul olacağım,” diyerek odayı terk etti.