Seçilmemiş Bölüm 30
Sinan sinir içinde evdeki çalışma odasında dolanıyordu. Biraz önce iki personeli daha işten çıkarmıştı.
Eve gelmeye karar verdiğinde muhasebe raporları dikkatini çekmiş, rakamlar kendi kafasında hesapladığından farklı göründüğünden oturup incelemişti. Açıklama istediği raporun altında imzası bulunan iki çalışan, sanki geçirdiği kaza yüzünden onun anlamadığını vurgularcasına rakamları savunmuşlardı.
Oysa rakamlar Sinan’ın en iyi olduğu konuydu. İkisini de dinlemiş, kendisini açıkça aptal yerine koyduklarını anladığı an, eşyalarını toparlayıp derhal şirketi terk etmelerini söylemişti.
Adamlardan birisinin Doğan Bey gelene kadar bunu askıya alma talebi ise iplerin koptuğu an olmuştu. Sersemler, küçük akıllarıyla ona oyun oynamaya kalkmışlardı.
İnsanların hafıza kaybını bir eksiklikmiş gibi görmeleri inanılmazdı. Ne kadar çok fırsatçının bundan yararlanmaya çalıştığını gördükçe midesi kalkıyordu. Aslında bir anlamda iyiydi de. Çevresindeki gereksiz insanları elemesine bahane oluyordu.
***
Zeynep Elif’i Sinan’ın evinin olduğu yerde bırakıp ayrılınca genç kadın bir süre bahçede durarak etrafı seyretti. Müstakil, iki katlı bahçe içinde bir evdi.
Gözlerini çevrede dolaştırarak Sinan’ı buralarda hayal etti. Bahçede otururken, çimleri sularken, eve telaşla girip çıkarken…
Özlemişti onu. Çok özlemişti. Şimdi içeri girse, onu gördüğünde Sinan bir anda son bir yılı hatırlasa, Elif’e sarılsa, hiç bırakmasa…
Buruk bir gülümsemeyle, gerçek hayatta bunların olmayacağını, hele kendi başına bu işlerin en zor ve acı verici halinin geleceğini düşündü.
‘Kaybolmama izin vermezsin.’
Sadece yirmi gün önce söylemişti bunu Sinan. İzin vermeyecekti Elif, evet. Kenara çekilip öylece yok olmalarına seyirci de kalmayacaktı.
Ama içeride yaşanacak şeylere çok kırılacaktı. Sinan’ın gözlerinde göreceği aşağılayıcı bakışlar, alay, küçümseme… Adam onu baştan aşağı süzecekti. Gözleri ‘Senin gibi bir kadınla ben nasıl birlikte olmuş olabilirim ki?’ diye bakacaktı. Canını yakacaktı.
Hayatı boyunca kendisini koruduğu bir duruma şimdi gönüllü adımlarla gidiyordu. Hem o, pervanelerin ne hissettiğini de biliyordu. Sinan’ın ışığında yanıp kavrulacaktı. Yine de buna değerdi.
Derin bir nefes alıp kapının ziline bastı.
Kapıyı kimin açmasını beklediğini bilmiyordu ama şu an karşısında duran bu muhteşem kadını beklemediği kesindi. Topuklu ayakkabılarından topuz yapılmış kır saçlarına kadar mükemmel bir yaratık, kapıyı çalan bu ‘yoldan geçiyordum, yanlışlıkla buraya düştüm’ figürüne merakla baktı.
Eğer kızın gözlerindeki o kararlı ifadeyi görmemiş olsaydı, Ayten rahatlıkla gülümseyip “Yanlış gelmiş olmalısınız,” diye söze başlayabilirdi. Ama hayır, bu küçük hanım tam da olmayı hedeflediği yerde görünüyordu.
Onu izlediği sırada kızın omuzlarını dikleştirip meydan okuyan gözlerle kendisine bakmaya başladığını gördüğü an, içinde uzun süredir hissetmediği bir heyecan uyandı.
‘Sinan’ı görmek istediğini söyle bana, lütfen.’
“Merhaba, rahatsız etmediğimi umarım. Sinan Özhan’la görüşmek istiyorum.”
Küçük hanım onu ağırbaşlı, ciddi bulduysa, bir de içinde kalçasını kıvırarak dans eden kadını görmeliydi. Ama duygularını gizlice yaşamayı iyi bilirdi Ayten.
“İçeri buyurun,” diyerek kapıyı açtığında içindeki duyguları sadece gözlerindeki parıltılar ele veriyordu ama Elif bunu göremeyecek kadar yıkılmadan ayakta durmaya odaklanmıştı.
Kim olabilirdi bu kadın? Gösterdiği kadar genç olmayabileceğini düşündü. Elleri kırklarından daha büyük bir kadının ellerine benziyordu. Onu izleyerek kapalı bir kapıya yaklaştıklarında kadın aklından uçup gitti. O kapının ardında hayatı duruyordu.
Kadının kendisini büyük bir dikkatle izlediğinin farkında olmadan gözlerini kapadı. Derin bir nefes aldı, sırtını dikleştirdi ve savaşa hazır bir komutan edasıyla kapıya baktı.
Annesi tıklatarak kapıyı araladığında, hala odanın içinde sinirle turluyordu genç adam.
“Sinan, bir hanım seninle görüşmek istiyor, müsait misin?”
Değildi lanet olası, kimdi bu saatte evine gelmeye cüret eden acaba? Yine de annesinin uyaran bakışları karşısında “Elbette,” diyerek kapıya yürüdü.
Kendisini göz hapsine aldığını fark etmediği annesinin yanında duran kadını gördüğünde, anlam veremeden ona baktı. Neydi adı, Elif Bilmem Kim. Kampanya metin yazarı olan o soğuk kadın. Gerçi şu an pek de soğuk görünmüyordu.
Gözlerinde yakalamış olduğu o küçümser ifadeyi hatırladığı an siniri yeniden depreşti. Neden öyle bakmıştı ki bu kadın ona?
Oturması için yer gösterip kapıyı kapattı. Bir içkiye çok ihtiyacı vardı. Viski şişesini eline aldığında, bir an kadına isteyip istemeyeceğini sormayı düşündü ama o buraya davet edilmeden gelmişti. Bardağını tepesine kadar doldurup masasına oturdu.
İşte karşısındaydı. Erkeği, aşkı, bedeninin sahibi… Özlem damarlarında çığlık çığlığa dolaşıyordu. Her noktasını ezberlemek istercesine ona baktı Elif. Yüzünden duygularının belli olmamasına büyük çaba harcıyor ama gözlerinden ne okunabileceğini tartamıyordu.
Gerçekten de hatırlamıyordu kendisini. Gereksiz bir sıkıntıyı başından bir an önce savmak istiyor olmalıydı. Tetikteydi. Yabancıydı. Uzaktı. Kaybolmuştu.
‘Kaybolmama izin vermezsin.’
Heyecanlı mıydı Elif Hanım? Gözlerini kendisine dikmiş, her hareketini gözünü kırpmadan izliyordu. Toplantıdaki halinden daha genç duruyordu. Yüzündeki duygusuz maskenin altında çok büyük fırtınalar yaşamakta olduğunu, ellerindeki titreme ele veriyordu.
Onun gecenin bu saatinde habersizce evine gelmiş olması garipti. İş konuşmayacağı çok açıktı. Özel bir şey konuşmaları için de hiçbir neden göremiyordu Sinan. Konu Zeynep olabilir miydi? Öyle bile olsa bu kadının ikisinin arasında işi yoktu.
Önleyemediği bir dürtüyle kadını tedirgin etmek istedi. Toplantıdaki o bakışın hesabını vermesi için güzel bir fırsat sunulmuştu kendisine. Sinan da bunu sonuna kadar değerlendirecekti.
Gözlerini kadına dikerek içkisini yudumladı. Suskunluğu, ‘Bu saatte ne işin olur ki senin benimle, hem de benim evimde?’ sorusunu başarıyla odaya yayıyordu. Sadece gözleriyle kadını ezip her ne söyleyecekse kekeleyerek söylemesini sağlayıp sonra da onu buradan kaçırabilirdi. Üstelik bunun için tek bir kelime bile söylemesi gerekmezdi.
Tedirgin bakan gözler, değişen elektriği algıladığı an önce bir şaşkınlık yaşadı. Sonrasında dudağının kenarında küçük bir gülümseme belirip kaybolurken ‘Oyun istiyorsan oynarız,’ diyen vakur bakışlar Sinan’a dikildi.
Zeki. Aklına ilk gelen düşünce buydu Sinan’ın. Kadın çok zekiydi. Meydan okumasını görüp kabul etmiş, zevkle karşılık veriyordu. Odada tek bir kelime söylenmeksizin kıran kırana bir savaş yaşanıyor ve Sinan bundan büyük bir haz alıyordu.
“Size nasıl yardımcı olabilirim?”
Lanet olsun! Kendi ağzından mı çıkmıştı bu cümle?
Kadın hiç konuşmadan hala kendisine bakıyordu. Doğrudan içine. Bir an ruhunun çıplak kaldığını düşünüp huzursuz oldu. Başına giren ağrıyla viskisinden büyük bir yudum aldı.
Elif, elindeki bardak gibi üç bardak daha viski içse, Sinan’ın şu an kendi yaşadığı sarhoşluğa erişemeyeceğinden emindi. Gücünü insanlar üzerinde ne kadar güzel kullanıyordu bu adam. Tıpkı kendisi gibi, konuşmadan yönlendirebiliyordu onları. Ama Elif’i değil.
Kendi oyununda onu yenmiş olmanın güveni, bir anda yanıtlaması gereken bir soru sorulmuş olduğu gerçeğiyle gölgelendi. Nasıl yardımcı olabilecekti Sinan kendisine? Şu an kimse Elif’e yardımcı olamazdı ki.
Oyun bitmiş, varını yoğunu ortaya dökmesi gereken an gelmişti. Yüzünde kendisine güvenen ve sadece karşısındakini bilgilendirmek amacıyla konuşan birisinin ifadesiyle “Biz,” dedi “kazadan önce birlikteydik.”
Sinan’dan duyduğu bezgin iç çekiş, söyleyeceği her şeyi unutup adama bakmasına neden oldu. Canı sıkılmış, tek bir kelime daha ederse kolundan tutup dışarı atacakmış gibi bir bakış yerleşmişti yüzüne.
“Seninle de mi?”
“Efendim?”
Cevap vermedi adam. Uzun uzun süzdü Elif’i. Aynen yapacağını tahmin ettiği gibi. Paha biçer gibi…
Şık değildi Elif. Günlük kıyafetindeydi. Aşağılanırken maskara gibi görünmeyi kendisine yedirememişti. Olduğu gibi, Elif gibi gelmişti.
Bakıp da kayda değer bir şey göremeyen insanların anlamsız bakışı yerleşti Sinan’ın yüzüne. Sonra gözlerine çıktı bakışları. ‘Şehlaymış gözleri,’ diye düşündü. Durdu orada. Dalıp gitmiş gibi. Kaybolmuş gibi. Parmakları bilinçsizce şakaklarını ovuşturdu. Büyük bir çabayla toparlanıp eski haline büründü.
“Seninle birlikteydim demek? Neyin var senin bana verecek, anlatsana bana?”
Kıpkırmızı kesilen genç kadın bir an soluğunu tuttu. İşte başlamıştı. Yıllar boyu alelade bir bakışla üzerinden kayıp giden tüm o gözler aslında hep bu soruyu sormaz mıydı? Nesi vardı Elif’in verecek?
Ama Sinan sormamıştı. Kendi Sinan’ı sormadan görmüştü. Gördüğünü sevmişti. Bunu bilmenin gururu bir sarmal gibi kucakladı genç kadını.
Bu adam o Sinan değildi. Bunu kabul ettiği an, kalkanları da bir bir yükseldi. Şu an karşısında duran adamın yıllar boyu kendisini seçmeyen diğerlerinden hiçbir farkı yoktu. Bu yüzden, artık söyleyeceği hiçbir şey Elif’in canını acıtamazdı.
“Yeterli görünmedim mi gözüne? Birlikte olabileceğin kadar güzel olma sınırının çok mu altındayım?”
Aslında öyle söyleyecekti, evet. Biraz aşağılayıp gönderecekti onu evinden. Ama kadın öyle bir bakıyordu ki gözlerinin içine, söyleyeceklerini unuttu.
Kendisinden çok aşağıda bir insanla konuşur gibi bir küçümseme vardı yüzünde. Genç adam şaşalayarak durakladı. Kim isteyen, kim verendi? Kim sahip, kim tabiydi? Tüm dengeler bir anda değişmişti.
“Hm ne kadardır birlikteydik peki?”
Tedirgin bir perde indi Elif’in gözlerine. Kendisi bile gülerdi şimdi söyleyeceği şeye. Ama kim neye gülerse gülsün, bunlar ikisinin gerçekleriydi.
“Birlikte üç gece geçirecek kadar vaktimiz olmuştu.”
Dalga mı geçiyordu bu kadın kendisiyle? Konumuna ve duruşundaki güvene bakarak ciddiyetle dinlemeye karar vermişti aslında onu. Ama üç günlük bir birliktelik için miydi çıkarmayı göze aldığı bu tantana?
Sinan hâkim olamadığı bir kahkaha atınca oturduğu yerde dikleşti Elif. ‘Orada dur bakalım beyim’ bakışıyla Sinan’ı süzdükten sonra, kimsenin bilmediği bir sırrı biliyor olmanın gizemini taşıyan bir edayla “Senin yerinde olsaydım, ulaşmak için inanılmaz çaba harcadığım bir kadına gülmeye cüret ederken daha dikkatli olurdum,” dedi.
Sesi o kadar alçaktı ki, Sinan doğru duyduğuna bile inanamadı. Of Tanrım, bu ne özgüvendi öyle. İçinde uyanan hayranlığı belli etmemeye çalışarak alaycı gülüşünü korudu.
“Peki, o zaman, ulaşmak için inanılmaz çaba harcadığım kadın, söyle bana. Üç gün yaşamışız diyelim. Senin için çok da güzel olduğunu anlamamak mümkün değil, buralara kadar geldiğine göre…”
Elif’in yüzünü kaplayan kırmızılığı gördüğünde, kadının çok sinirlenmiş olduğunu anlayıp hafif bir duraksama geçirdiyse de, devam etti. ”Buna benim senin kadar önem vereceğimi nereden çıkardın?”
Elif Sinan’a uzun uzun baktı. Konuşmak onların çözümü değildi. Özellikle de birisi dinlemiyorsa. Bu adam restten anlardı, Elif de bunu çok iyi yapardı.
“Şimdi beni çok iyi dinle Sinan Özhan, çünkü aramızda böyle bir konuşma bir daha olmayacak.”
Vay canına. Meydan okuyordu. Bu iş giderek eğlenceli olmaya başlıyordu. Hala yüzündeki gülümsemeyi koruyarak ona bakarken, Sinan aslında düşündüğü kadar rahat olmadığını kendisine itiraf etti ve bunu gizleyebilmek için içkisinden koca bir yudum daha aldı.
“Ben senin hayatında yer almasını istemiş olduğun tek kadındım. Sen de benim hayatım boyunca ‘erkeğim’ dediğim tek adamdın. Geçirdiğin kazada beni unutmuş olabilirsin. Şu an söylediklerim sana çok mantıklı gelmemiş de olabilir. Hatta seni epey eğlendirmiş olduğumun da farkındayım. Ama ben her şeyi çok iyi hatırlıyorum.”
Oturduğu koltukta iyice dikleşerek keskin gözlerini Sinan’a dikip bir süre bekledi Elif. Genç adam hiç sesini çıkarmadan gözlerini kısmış, onu izliyordu.
“Biz böyle bir şeyi yaşamışken, eğer bunun için çaba harcamamış olsaydım, hem kendime hem de erkeğime ihanet etmiş olurdum.”
Sinan tek bir kelime etmedi, Elif de onun bir şey söylemesini beklemedi.
“Buraya gelirken aldığım riskin farkındaydım. Benimle alay edebilir, küçümseyebilir, horlayabilirdin. Bunların hepsini ustalıkla yapmış olduğunu da söyleyebilirim. Ama benim Sinan’ım için, bunları göze almama değerdi. Eğer ona bizi hatırlatmak için tek şansımın bedeli buysa, senin ukalalığınla başa çıkabilirdim. Her türlü kabalığına katlanabilirdim.”
Sinan vurgun yemiş dalgıç gibi hareketsiz, nefessiz kaldı.
“Ama bir şey fark ettim. Bütün bunlara gerek yokmuş. Çünkü sen o değilsin.”
Değer biçercesine adamı baştan aşağı süzme sırası Elif’teydi. Karşılaştırmasını yapmış, değeri belirlemişti. Birbirinden en uzak yere yerleşmişti iki Sinan.
“O, bana asla verecek neyim olduğunu sormadı. Baktı, gördü ve geldi. Onun benim erkeğim olmayı başarmasının nedeni buydu.”
Ringde rakibi tarafından ardı ardına yumruğa tutulan bir boksör gibi, Sinan yenilginin damarlarında yayıldığını hissetti. Yanlış bir şeyler oluyordu. Hafızasındaki boşluk yüzünden bez bir bebek gibi oradan oraya savrulup duruyordu. Bir şeyleri kaybediyordu. Bunu karşısındaki kadının gözlerinde görebiliyordu.
“Buraya gelmekle, kendi Sinan’ıma olan yükümlülüğümü yerine getirdim. Ama benim olmayan herhangi bir Sinan’ın sığlığı ile daha fazla uğraşmak durumunda değilim.”
Ayağa kalkıp masada allak bullak oturan adamı baştan aşağı süzdü.
“Bir daha benim etrafımda olmana bile izin vermeyeceğim. Şu kapıdan çıktığım andan itibaren, sen benim için Sinan Bey, ben senin için Elif Hanım olacağız. Yaşadığımız şey ise sonu talihsizce biten kayıp bir fırsat olmaktan öteye gitmeyecek.” Söylenebilecek bir şey yoktu. Elif’in başı ve omuzları dimdik kapıdan çıkıp gitmesini seyrederken, geriye kalan derin bir kayıp duygusu ve beynini delecekmiş gibi zonklayan ağrıydı.