Seçilmemiş Bölüm 2
Ceren’in gözleri de ağzı kadar açılarak arkadaşına bakakaldı. “O ne demek? İçin pır pır da mı olmuyor?”
Kısık bir kahkaha atan kadın, “O dediğinin ne olduğunu bile bilmiyorum,” dediğinde, Sinan yüzüne yapışan gülümsemeyi gizleyerek arkasını döndü ve 1.90’lık boyuna rağmen görünmez olmayı diledi. Bu sohbetin devamından mahrum kalmayı kesinlikle istemiyordu.
“Neden peki, bunun için bir doktora falan gittin mi Elif?”
“Gerek yok, nedenini biliyorum.”
Sinan kadının sesindeki kendinden emin tondan çok hoşlanmış, barın içindeki bütün dış sesleri sisteminden atarak o sese yoğunlaşmıştı. Devam etmesini beklediği sürede tek duyduğu, kendi kalp atışlarıydı.
Elif bu konuda bugüne kadar kimseyle konuşmamıştı ama Ceren’in kendisini anlamasına ihtiyacı vardı. Altı sene önce ailesini kaybetmesinin ardından, çocukluğundan ona kalan tek dostu Sedef de evlenerek İzmir’e yerleşmişti. O andan sonrası Elif için koyu bir yalnızlıktı. Reklam ajansında metin yazarı olarak çalışmaya başladığında tanıştığı Ceren Karapınar, son bir senede onun için çok değerli olmuştu. Karşısında ‘sen hele bir açıl bana, ben hallederim’ edasıyla devam etmesini beklerken, kalbini eritecek kadar da tatlıydı.
Elif cinsellik konusunda çoktan pes etmişti. Onun için öpüşmek ıslak bir ağıza dokunmaktan, bir dilin ağzının içinde dolanıp durmasını izlemekten başka bir şey değildi. Soyunup yatağa girmek, resitallerde kostümünü giyip sahne arkasında sırasını beklemekten farksızdı. Zaten sahnede şarkıları başkaları söylerken Elif sadece ağzını oynatırdı. Yatakta da aynısını yapıyor, adamın çabalarını aynı duygusuzlukla seyrediyordu. Göğüslerine ya da bacaklarının arasına dokunulması vakit kaybıydı. Elif bunları da ekranda bir film izler gibi seyrederdi. Tıpkı resitallerde olduğu gibi Elif’in içinde yetersizlikten başka hiç bir duygu uyanmaz, bir an önce bitmesinden başka bir şey istemezdi.
Adam ona zevk vermeye çalıştıkça daha da sıkılır, giderek eziyet halini alan bu eylemden kurtulmak için zevk almış numarası yapardı. Biter bitmez de arkasına bakmadan kaçardı. Bu hissizliğinin nedeni sadece kendisiydi, bu yüzden adamları suçlamaz, onları kırmadan ilişkilerinin sonlanmasını sağlardı.
Detayları değil ama nedenini Ceren’le paylaşmak istedi. “Erkek demek, benim için güç demek Ceren. Erkek, kadından daha güçlü olmalı. Fiziksel güçten bahsetmiyorum tabii ki.”
Ceren anlamaya kararlı olarak kaşlarını çatmış devamını beklerken, Sinan tek bir kelime bile kaçırmamak için neredeyse nefes almaktan vaz geçmişti.
Kadının, yenilmiş bir ses tonuyla “Ne yazık ki ben fazla güçlü bir yapıya sahibim ve henüz yönlendiremediğim bir erkekle karşılaşmadım,” deyişinde hem gurur hem de beraberinde getirdiği kayıpları kabulleniş vardı.
“Bir insanı yönlendirebiliyorsan, onu küçümsüyorsun, saygı duyamıyorsun. Bir adam benim erkeğim olmaya soyunuyorsa, benden daha güçlü olduğunu görmem gerek. Bana kanmasın, kendi kişiliğiyle yanımda var olsun, benden korkmasın, benimle savaşsın.” Küçük bir kıkırdama duydu Sinan. “Mümkünse savaşların bir kısmını kazanması da tercihim.”
Sinan’ın üzerine yerleşen, ‘güç arıyorsan arkanı dön tatlım, ben buradayım’ havasının afallamış bir erkeğin suretine dönüşmesi çok hızlı oldu. Biraz önce yaptığı iç hesaplaşmada o da benzer şeyleri kadınlar için düşünmüyor muydu? Sanki içindeki eksiğin adı konmuştu. Boşaldıktan sonra doygun kedi gibi yanında kıvrılan kadınlara baktığında, tek istediği bir an önce oradan uzaklaşmak olurdu. İçinde hissettiği derin boşluk onları parmağında oynatmasından kaynaklanıyor olabilir miydi?
Bir kadının erkeklerden beklentisine ilk kez bu kadar yalın haliyle tanık oluyordu. Annesi babasından ne beklerdi acaba? Aynı şekilde ya babası? Onları düşündüğünde birleşen ruhların görüntüsü gözlerinin önünden geçip gitti. Bu kadın da ruhunu mu arıyordu? Ya kendisi?
Kadının söyledikleri Sinan’ı bambaşka bir boyuta geçirmişti. Cinselliğe bakışı bundan böyle asla eskisi gibi olmayacaktı. Bir kadınla erkeğin ilişkisinin aslında bir savaş olduğu düşüncesi içine yerleşmiş ve bulunduğu yeri de sevmişti.
Barmenin yanına gelmek üzere olduğunu fark eden genç adam hesabı istemeyi unutup, eliyle Jack şişesini işaret etti.
“Kızım sen mantık kavramının iki ayak üzerinde yürüyen halisin, o yüzden de sen ne dersen hep o oluyor. Adamlar niye karşı çıksın ki sana?”
Ceren’in duyduklarına çok fazla bir anlam veremediği sesindeki tereddütten belli oluyordu. Elif’in konuşmaları onun kulvarının dışındaydı. Onun için hayat dümdüzdü. Erkek erkekti, kadın da kadın. İlişkide savaş değil bolca seksi tercih ederdi. Ama Elif’i anlamaya da gerçekten çaba harcıyordu.
“Onun nasıl davranmasını istersem ona göre kuruyorum ama ben o mantığı. O da kendi kararı olduğunu düşünerek bunların hepsini kuzu kuzu yapıyor.”
Vay uyanık vay, bu kadın resmen kendi taktiğini kullanıyordu. Onunla herhangi bir konuda karşı karşıya gelmeyi isterdi doğrusu. Onun kendisini yönlendirmeye çalışmasını seyretmenin hayatına renk katacağı kesindi.
Sinan viskisinden zevkle bir yudum alırken Ceren’in kahkahalar arasında söylediği şeyleri kaçırdığını, Elif konuşmaya devam edince anladı.
“Bunu fark eden bir erkeğe daha hiç rastlamadım. Bana en az benim kadar ya da mümkünse benden daha zeki bir erkek gerekli. İçimdeki kadını görecek, bulup çıkartacak, tüm akıl oyunlarında benimle baş edecek, kendini bana kabul ettirecek. Ölme eşeğim ölme.”
Bu, kelimenin tam anlamıyla daha yüzünü bile tam olarak görmediği bir kadın tarafından savaşa davet edilmekti. Konu elbette kadının kendisi değil, bakış açısıydı. Yine de kendisine meydan okunuyor olduğu duygusuna engel olamadı.
“Sence var mı öyle bir erkek?”
“Zekâ seviyesi fondöten ve stiletto ile sınırlı erkeklerimiz çoğunlukta olduğu sürece, bence ben havamı alırım.”
Sinan bir anda tüm keyfinin kaçtığını hissetti. Duyduğu son cümle canını yakmıştı. Kadın Sinan’ın değer verdiği şeyleri aşağılarken bir anlamda Sinan’ı aşağılamıştı. Küçümsendiği ve zekâsı ile alay edildiği duygusu içine çöreklenip nefesini kesti.
Sinan’a gözü takılan barmen, adamın viskisini hırsla içip bardağı bara gereğinden hızlı vurmasından tedirgin oldu. Asık suratı, her an kavga etmeye hazır beden diliyle ‘Belayım, geliyorum’ diyordu. Bardağını kafasına dikip yenisi için işaret ettiğinde itiraz edemedi.
Sinan kendisine garip garip bakan barmeni ters bir bakışla kovaladıktan sonra hafifçe dönüp aynaya kaçamak bakışlar atmaya başladı. Elif denen şu kadını merak ediyordu. Olduğu yerde kıvranıp duruyor ama aynanın koyu yansımasında kadını bir türlü net olarak göremiyordu.
“Demin yanımıza gelen o yakışıklı gayet zeki görünüyordu aslına bakarsan,” diye hınzır bir ses tonuyla kıkırdadı Ceren. “Ne demeye tersledin ki adamı?”
“Güzel adamların benimle işi olmaz, benim de güzel adamlarla işim olmaz.”
Ceren başını iki yana sallayarak içinden söylenmeye başladı. Kendi güzelliğini neden fark edemiyordu ki bu Elif? Ceren’e göre o, klasik kavramların dışında kendine özgü hatları ve şehla gözleriyle çok özel bir yüze sahipti. Önce adı konamıyordu bu güzelliğin, ama tanıdıkça ve konuştukça karşısındakini resmen çarpıyordu.
“Kendini saklamaktan sadistçe zevk alıyorsun sen değil mi?”
“Bir erkeğin bana bakıp da sıradanlıktan başka bir şeyi göremeyişinden sadistçe zevk alıyorum ben.”
Telefonuna gelen mesaj sesiyle irkilen Sinan kadınların konuşmasının devamını kaçırdı. Lanet olsun, kadın sıradandı işte, kendisi de aynen böyle düşünüyordu. Biraz makyaj yapıp kendine bakmalıydı. Doğru dürüst bir kıyafet giymeliydi. Bakımlı olmak insanın öncelikle kendisine olan saygısıyla ilgiliydi. Şimdi dönüp kadına ‘Sen önce kendine saygı duy,’ dese, kadın bunu Sinan’ın zekâsının vasatlığına bağlayacaktı. Bardağı kafasına dikip içkisini bitirdikten sonra telefonundaki mesaja baktı. Zeynep gelmişti, kapıdaydı.