Seçilmemiş Bölüm 1

Seçilmemiş Bölüm 1

Hayat, büyük çabalarla kazandığınızı sıfırlayıp yeni baştan önünüze koyduğunda, bu acımasızlık da olabilir, bir efsanenin başlangıcı da… 


İş çıkışında insanların akın ettiği küçük bar şimdiden dolmuştu. Becerikli barmenin yaptığı havalı hareketler çevresindekileri kahkahaya boğuyordu. Barın hemen yanından başlayan masalar çoktan kapılmış, sonradan eklenen sandalyelerle geçişler engellenmiş, bardaklar masalara sığmaz olmuştu.

Masalardan birinde tek başına oturmakta olan Sinan, kalabalığın içinde eğlenmeyen tek müşteriydi. Filme alınası geniş omuzları ve üzerinde ‘ben bu adam için yapıldım’ diye bağıran takım elbisesiyle içerideki bütün erkeklerin kendilerine çeki düzen vermek istemesine neden oluyordu. Sert yüz hatları esmer tenine kıskanılacak bir uyumla yerleşmişti. Bu kadar düzgün bir burun ve dolgun alt dudağıyla reklam panolarına çok yakışabilirdi. Ancak kalın kaşların altındaki kısık ela gözlerden fışkıran zekâ, hayattan çok daha farklı beklentilere sahip bir erkeğin ipuçlarını veriyordu.

Yakışıklı bir yüzün kadınlar üzerindeki etkisine anlam veremezdi mesela. Yan masadaki kızıl saçlı kızın radarına girmiş olmak onu mutlu etmekten çok, sıkıyordu. Kadınların sesi Sinan’ın etrafındayken gereğinden çok yükselir, kahkahalar anlamsızca tizleşirdi. Bunun, dikkatini çekmek için bilinçsizce gösterilen bir çaba olduğunu bilirdi. Gözler üzerinde gereğinden fazla kalır, yanaklara yerleşen pembelik derinlerde hissedilen heyecanı ele verirdi. Belgesellerde izlediği hayvanların uygun bir eşe gönderdiği çiftleşme çağrılarını anımsatan bu belirtiler, Sinan’ın kendisini bir av gibi hissetmesine neden olurdu.

Mükemmel bir fizik ve yeterinden fazla paralı bir ailenin tek çocuğu olmak, pastadaki en büyük dilimi otuz iki yıl boyunca onun önüne getirmişti. En güzel kadınlar, son model arabalar, ardına kadar açılan kapıların önünde yerlere kadar eğilen garsonlar Sinan Özhan’ın doğalıydı. Ama ailesinin ‘sana verileni kendin kazanmadan adam sayılmazsın’ prensibi sayesinde, sahip oldukları arasında yitip gitme tehlikesi asla olmamıştı.

Ayten ve Hasan Özhan’ın çocuğu olarak, hayattan daha fazlasını istemeyi öğrenmişti. Onlarınki kadar büyük bir sevgi mesela… Yüzünde beliren buruk gülümseme, kimsenin onlar gibi olamayacağına inandığını açık ediyordu. Kimse onlar gibi sevemez, birbirlerini tamamlayamazdı.

Sinan’ın annesi bir şey istediğinde ya da karar verdiğinde babası onun önünde duramazdı. Kalp krizinin ardından babasını bir hafta içerisinde emekli olmaya ve Antalya’da yaşamaya ikna edivermişti. İşine onca düşkün olan Hasan Özhan ne olduğunu bile anlamadan kızağa çekilmişti. Doğru olan elbette buydu ama bunu ona yaptırabilecek bir Ayten Özhan olmasa, babasının hala işin başında olacağına da Sinan adı gibi emindi.

Güçlü bir kişilik, kendisine denk bir eşe gereksinim duyardı. Annesi gibi, eşine ve ilişkisine sahip çıkacak, erkeğine ezilmeyecek, onu ikisi için doğru olana yönlendirebilecek bir kadın. Gerektiğinde Sinan’a karşı çıkabilecek bir kadın. Kendisi için böyle bir kadının var olabileceğine inanmayarak dişlerini sıktı. Onun tanıdığı hiçbir kadın ‘Hayır’ kelimesini onun yüzüne kullanamazdı. Sinan sadece bakışlarıyla bütün itirazları sindirir, istediği şeyin olmasını sağlardı.

Sinan ulaşamayacağı bir şeyin peşinde koşmak yerine ‘işte çocuklarımın muhteşem annesi’ diyebileceği bir kadınla yetinmeyi seçmişti. Zeynep bunun için idealdi. Altı ay önce tanışmışlardı. Yirmi üç yaşında, 1.64 boylarında, yeşile çalan kocaman bal rengi gözleri olan muhteşem bir sarışındı.

Babası kalp krizi geçirdiğinde, ailesinin özlemle beklediğini bildiği torun için Zeynep’e evlenme teklif etmek doğru gelmişti. Zeynep saftı, ruhu hiç dokunulmamış bir elmas gibiydi. Sinan işleyecekti onu. Hayatı öğretecek, her türlü zorluğu göğüslemek üzere birbirlerinin yanında olacaklardı.

Düğün bir ay sonraydı. Sıkıntıyla elini saçlarını arasından geçirirken, ‘Zeynep seninle nasıl başa çıkacak bakalım,’ şüphesi yeniden aklına üşüşüverdi. Bu duyguyu ne kadar gerilere itmek istese de, gittikçe daha fazla yüzeye sızar olmuştu. Sinan Zeynep’i kolaylıkla yönlendirebiliyor, ona ne isterse yaptırabiliyordu. Zeynep’e ise Sinan’ın çizdiği sınırlarda var olmak düşüyordu.

Tek yönlü bir ilişkiydi Zeynep’le onu bekleyen. Sinan düşünecek, karar verecek, Zeynep uygulayacaktı. Düşüncesi bile içinin kararmasına yol açan bu duyguyu aklından atmaya çalışarak, hayatının sonuna kadar kimseye gereksinim duymadan yaşayabilmeyi diledi.

Gelen mesaj sesiyle irkilip telefonuna baktı. ‘Aşkım gecikeceğim.’

Zeynep’in çalıştığı Korad Reklam Ajansı’nın yakınındaki bu barda buluşacaklardı ama bir müşteriye sunum yapacağı günü seçmelerinin yanlış bir karar olduğu anlaşılmıştı.

Yan masadaki kızılın kahkahalarına daha fazla dayanamayacağını hissedince garsonu beklemeden barda hesabı halledip zamanını caddede dolaşarak geçirmeye karar verdi.

Barda oturan iki kadının yanında bulduğu boşluğa yanaşıp, kokteyl hazırlayan barmene bakındı. Barmen ‘hemen geliyorum’ işareti yaparak işine devam edince, füme rengi aynadan görebildiği kadarıyla kadınları süzmeye başladı.

Hemen yanında arkası dönük olanını sadece profilden görebiliyordu. İnce uzun bir yüz, sivri uzun bir burun, sivri bir çene… Kahverengi uzun saçlarını atkuyruğuyla toplamış, blucin üzerine şekilsiz bir tişört geçirmiş, ayağına da düz sandaletler giymişti. Makyaj denilen şeyden habersiz olmalıydı ve Sinan için çekici hiçbir yönü yoktu. Her yerde rastlanabilecek sıradan bir kadındı.

Diğer kadın güzeldi. Sinan onunla bir ara tanışmış olduğunu hatırlar gibiydi. Zeynep’in ajansındaki çizerlerden biriydi. Adı Ceren ya da Deren gibi bir şeydi. 1.55’lik boyu, kısa saçları, ince kaşlarının altındaki kısık gözleriyle etrafa çapkınca ‘küçüğüm ama aklını alırım’ bakışı atıyordu. Yüzünün minyonluğunu çok güzel vurgulayan bir makyaj yapmıştı. Güldükçe bembeyaz dişleri parlıyor, ayrık ön dişleri ona çok seksi bir hava katıyordu. Boyunu olduğundan uzun gösteren daracık siyah bir pantolonun üzerine kolsuz parıltılı bir bluz giymiş, omuzundaki dövmeyi de simle parıldatmıştı. Yüzünün yarısını kaplayan küpeleri ve Sinan’ın bile hayranlıkla süzdüğü yüksek topuklarıyla bardaki herkesi kendisine baktırıyordu.

Bu iki kadın birbirinin tam tersiydi. Biri kendisini göstermeye, diğeri saklamaya oynuyordu. Saklamak… Ona baktığında içinde beliren en kuvvetli hissin bu olması ilginçti. Nedense o kadın, Ceren-Deren’den daha ilginç gelmişti Sinan’a. Kadının oturuşundan müthiş bir özgüven yayılıyordu. Bardağı ender rastlanan bir sanat eserini tutarmış gibi kavramıştı. Çenesini kaldırışı, sırtının dimdik duruşu ve etrafına karşı derin ilgisizliği Sinan’ın onu merak etmesine neden oldu.

Barmene bir kez daha işaret etmek üzere sabırsızlıkla kıpırdandığı an, yanındaki kadın konuştu. “Cinsellik benim için seninle aynı önceliğe sahip değil Ceren. Hayatım boyunca bir kere bile orgazm olmadım ben, hatta hiç bir şey hissetmedim.”