Tünel Bölüm 70
Bittin sen…
Huzurlu mahallenin ortasına yerleşmiş parkın karşısındaki bir evde, büyük bir heyecan hüküm sürmekteydi. Ev sakinleri ne yaşamakta olduklarını hala çözememişti.
Kızlarının kocası, kızlarını istemeye geliyordu.
Aslan, Emre’nin istediği şeyin şokunu ancak üç günde atabildiğinden, şimdi ablasıyla eniştesini içeride oturan damatları konusunda sakinleştirmeye çalışıyordu.
“Oyun mu canım bu?”
Celal ne düşüneceğini bilemiyor, kızsın mı gülsün mü karar veremiyordu.
“Enişte, kızı babasından isteyeceğim diye tutturdu. Önceki içine sinmiyormuş. Mira daha iyisini hak ediyormuş.”
“Allah allah. Geldi o zaman, karım da karım dedi, onu seviyorum dedi, kızı aldı gitti. Dört sene ortada görünmedi. Ne bayram dedi, ne seyran dedi, gelip bir el öpmedi. Şimdi kız zaten karısı iken isteyeceğim ne demek?”
“Ben bu adamın hiçbir işine akıl erdiremedim Enişte, sen de uğraşma.”
“Ben geçeyim içeri, ayıp olacak,” diyerek uzaklaştı Sevim. Celal de hin hin gülümsedi.
“Vermeyeyim de görsün gününü.”
Gözleri devrildi dayının. “İlk, bunu dedim ben ona. Kaçırırım, dedi.”
“Ya bir git allasen, dalga mı geçiyorsun benle Aslan?”
“Ha sen inanma daha. Dene de gör gününü. Ben daha da karışmıyorum artık Enişte. Seyirciyim.”
Kafasını sallaya sallaya girdi salona Celal.
Herkes oturmuş, kurum kurum kurulmuş. Damadın annesi babası kibar. Kız desen kırmızı gonca.
Damada ilişti gözleri. Aman da ne memnun. Kıza bakıp duruyor. Kız tiril tiril giyinmiş, göz süzüyor. Sevim desen… e o da en az kuzusu kadar kırmızı. O memnun. Oğlanı seviyor. Hep sevdi zaten adamı. Kızım güvende, dedi durdu.
Oturdu Celal. “Hoş geldiniz.”
Damadın rengi hafif soldu sanki. Bakışlarından mı? Çok mu sert görünüyordu acaba?
Kahveler geldi, ilk yudumlar alındı… Ama Celal dayanamadı.
“Buyur bakalım damat. Bir diyeceğin varmış.”
Bir öksürük sesi duyuldu yan koltuktan. Damadın babası, dimdik oturmuş, gözlerini de kendisine dikmişti.
“Diyeceği olan benim, Celal Bey.”
Hmm. Kaliteli adam. Oturması, konuşması oturaklı.
“Siz buyurun o zaman.”
“Mira kızımızı tanıdık. Tanımaktan çok da memnun olduk. Onun gibi bir pırlantayı yetiştirdiğiniz için, sizinle tanışmaktan da çok memnun olduk.”
Hah şöyle. Aferin. Neydi bu adamın adı? Aklına gelmiyordu. Başını salladı sadece.
“Oğlumuz ve kızınız birbirlerini sevmişler. Oğlum, kızınızı hak ettiği gibi sizden istemedikçe, huzur bulamayacağını söyledi bize. Bize de çok uygun geldi. Mira kızımız her şeyin en güzelini hak ediyor.”
Onun kuzusu elbette hepsini hak ediyordu. Ama hayat işte… Neler yaşatmıştı kızına. Yine de güçlüydü Mira. Dimdik ayakta durabilmeyi başarmıştı.
“Diyeceğim o ki, Mira kızımızı Allah’ın emri, Peygamber’in kavli ile oğlumuz Emre’ye istiyoruz.”
Sustu adam. Celal de sustu. Hiç konuşmadan önce babaya, sonra dönüp Emre’ye baktı. Biraz da o terlesindi.
Emre terledi. Gerçekten. Mira’nın babası sert bakışlarını üzerinden çekmedikçe o da gözlerini kaçırmadı. Ama bir de ona sorsunlardı.
Sonunda kayınpederi konuştuğunda, önce anlayamadı.
“Vermezsem kaçıracakmışsın… Öyle dedi Aslan.”
Emre çakmak gibi gözleriyle dayıya baktı. Lanet olsun, yine yapacağını yapmıştı adam!
Aslan pis pis gülümsedi. Eh bu işler kolay değildi tabi. Her damadın azıcık terlemesi lazımdı.
“Buna gerek olacağını sanmıyorum efendim. Sonuçta hepimiz Mira’yı seviyoruz.”
Dedi ve kızardı. Tanrım! Ne demişti!
Mira kıkırdadı. Sevim kıkırdadı. Emre’nin kravatı boynuna dar geldi.
“Eğer siz de uygun bulursanız, şimdi aile arasında nişanımızı takalım, sonra da burada bir düğün yapalım.”
‘Teşekkür ederim baba!’
Elindeki kahveden bir yudum aldı. İçinde bir şey olmasını bekledi ama olup olmadığını anlayacak hali de yoktu.
Mira sakin, Aslan tetikteydi. Mira’yı oyalayıp çaktırmadan Emre’nin bardağına tuzu boşaltmıştı. Baktı adamda tık yok, söylenerek önüne dönüp kendininkini yudumladı.
Boğazından aşağı inen kahve ile birlikte gözleri yuvalarından uğrayarak, dehşetle püskürtmemeye çalıştı. Yutkundu. Yuttu. Nefes aldı. Dönüp Emre’ye baktı… Adamda bir değişiklik yoktu.
Sonra Mira’ya ilişti gözü. Çok masumdu. Çok.
Derin nefeslerle kendine gelmeyi başardıktan sonra, elini boğazına götürüp hafif bir kesme işareti yaptı.
‘Bittin sen kızım.’