Tünel Bölüm 61
Bir kez daha kelebekti Mira. Bir kez daha özgürdü. Sahil yolunda hızla ilerlerken attığı çığlıklardan Emre sağır olmuştu. Olsun. Duymak istediği tek müzik buydu.
Sahil kenarında derme çatma bir kafeye götürdü Emre onu. Masalardan başka, denizin kenarında kumlara da oturulabiliyordu. Motor kıyafetlerini çıkarıp sahile indiler.
Sessizdi. Sadece martılar vardı. Bir de kendilerinden uzakta bir çift daha…
Garson, koşa koşa getirdiği iki armut koltuğu birbirine olabildiğince yakın koydu… Elele tutuşabilecek kadar yakın… Buna hakkın yoksa sahilin iki ucu…
Hemen arkalarına bir sehpa geldi sonra. Ahşap. Derme çatma. Limon sandıklarından bozma belki… Üzerine yerleşen semaver, iki ince belli bardak… Garson gitti.
Rüzgârda uçuşan saçlarını kulağının arkasında tutmaya çalışan Mira, martıların özgürlüğüne imrendi. Emre’nin kendisini seyrettiğini biliyordu. Büyümeliydi. Zamanı gelmişti.
Gözlerini kendisini izleyen adama çevirdi. Görünüşü hiç değişmemişti. Hala karanlıktaki Emre idi. Sadece… farklıydı.
Adam gülümseyerek yerinden kalktı, semaverin altına bardakları koydu, birisi açık iki çay hazırladı. Açık olana tek şeker atıp karıştırdı, Mira’nın yanına koydu. Sehpayı kıza yaklaştırdı.
Nasıl içtiğini biliyordu! Dört sene sonra biliyordu! Elleri titrer diye bardağa dokumayı denemedi bile. “Ben alırdım. Zahmet oldu.”
Dizlerinin üzerinde çömelmiş kendi çayını hazırlayan adamın gözleri bir an Mira’nınkilere takıldı, yeniden semavere döndü.
“Olmadı. Sana bakmayı seviyorum.”
Tanrım sanki beyni durmuştu.
“Çocuklara bakılır.”
“Sevilene bakılır.”
O bardağı artık hayatta eline alamazdı. Üstüne başına döker, bir de yanardı. Zaten yanıyordu. Yanakları kıpkırmızı, yüzünü denize çevirdi. Neden rüzgâr esmiyordu?
Emre de bardağını alıp oturdu. Kızın hiçbir tepkisini kaçırmıyordu.
“Ne yaptın dört sene boyunca? Bahçede buldu mu seni biri?”
Ah Emre. Kanatıyorsun.
“Hayır.”
Gülümseyen adamdan kaçırdı bakışlarını. Konu değişsin istedi.
“Sen neler yaptın? Arabaların dışında yani?”
“İlk bir senesinde kendimle kavga ettim. Saklandım, buldum. Kaçtım, yakaladım. Sonunda kendime teslim oldum.”
Pırıl pırıl bir gülümseme yüzünü aydınlattı. “Meğer bu kadar korkmama hiç gerek yokmuş. Sonuçta fena bir insan değilmişim. Sadece insanmışım.”
Konu güvenliydi. O da gülümsedi Dönüp seyretti mavi gözleri.
“Peki, bundan neden kaçmışsın?”
“Çünkü hiçbirimize kendimiz olmanın yeteceği öğretilmemiş. Mükemmel ol, denmiş, olduğun gibi ol denmemiş.”
Mutlak doğru… Benim kızım en güzeli… Benim oğlum en atletiği… Sınıfının birincisi… Matematik problemlerini anında çözer… Mükemmel piyano çalar… Yüzmede altın madalyası… Daha çok maaşla terfii… İşinde en iyisi… Bizimki daha da iyisi… Bizimki enden bile iyisi.
“Şimdi olduğun gibi misin?”
“Bilmem, her gün bir başka yönümü keşfediyorum ama en azından farklı birisi olmaya çalışmıyorum. Doksan yaşımda bile kendimle ilgili yeni bir şey bulabilirim gibi geliyor bana.”
Ve bu, hayatı yaşanmaya değer kılan en güzel şeydi. Her gün kendine ait bir sırrı keşfetmek… Sadece düşüncesi bile Mira’nın içini heyecanla doldurdu.
“Sonraki üç sene ne yaptın peki?”
Bir süre sessiz kaldı Emre. Mira’yı içti gözleri. İçine dolan aşktan öleceğini sandı.
“Büyümeni bekledim.”
Hop, çıktı kalbi oyundan. ‘Atmam artık ben,’ dedi. ‘Başının çaresine bak.’
Adil değildi bu. Acıtıyordu. Hele âşık bir kızı, çok acıtıyordu.
“Bu bir şeyi değiştirmeyecek.”
“Seni seviyorum.”
Yapma. Lütfen yapma.
“Dört sene önce de ben vardım ve sen karını seviyordun. Bana âşık olmadın. Sırtındaki yüktüm. Tünelden sonra onunla ilişkini kurtarabilmek için deliler gibi çırpındığını gördüm. Hayatında artık ben de vardım ama sen Berna için çaba harcıyordun. Zaten olması gereken buydu. Çünkü beni değil, onu seviyordun. Şimdi o gitti, elinde ben kaldım. Gitmese, bugün hala onu seviyor olacaktın, beni değil. Söyler misin bana Emre, ne yapmam gerekiyor? Berna’dan geriye kalanla mı yetinmeliyim?”
“Sana hiç yalan söylemedim.”
“Biliyorum.”
“Şimdi de söylemiyorum.”
Biliyorum, diyemedi Mira. Önüne bakıp sustu.
“Ben Berna’yı sevdim, çünkü onun sevgiye ihtiyacı vardı. Sevginin nedeni şefkat olduğunda, bu onu diğerlerinden daha az sevgi yapmıyor.”
Emre’nin sesi, güven doluydu. Savunuyor, sahipleniyordu. Mira’nın ona duyduğu saygıyı besliyordu.
“Sonra sen geldin. Geldin ve beni darmadağın ettin. Sana olan duygularımın nedeni yoktu. Senin bana ihtiyacın yoktu. Kendimi daha tünelde sana âşık olmuş buldum.”
İhtiyaç duyulduğu için sevmek… İhtiyaç duyulmaksızın sevmek… Farkı neydi? Birisi diğerini daha mı az sevgi yapardı? Mira düşünemiyordu artık. Kavramlar bugün boyunu aşmıştı. Sadece Emre’nin ses tonundaki güvene yoğunlaştı. Tereddütsüz, inanç dolu… Ya kendisi?
“Anlamadım. Anlamak istemedim. İhanet eden adam olmak istemedim. Onca inandığım sevgimi sorgulamaktan korktum ve karıma olan duygularımı ayakta tutmaya uğraştım.”
Mira anlamıştı oysa. İlk anda. Siyah atlı şövalye… Yüzünü görmeden onun gönlündeki yüceliğe vurulmuştu.
“Berna gittiğinde, ayakta kalmaya uğraştım. Kendimle ve duygularımla barışmam gerekiyordu. Beni sarsan onun gidişi değil, sandığımdan farklı bir insan olduğumu keşfetmemdi.”
Zordu. Hayatı paylaştığın kişi sahneden çekildiğinde kendinle geriye kalmak… O yıllar içerisinde farkına varmaksızın değişmiş olurdun ve tek başına kaldığında kendine yabancı olmak en büyük kâbusa dönüşürdü.
“Çok acımasızdım Mira. Kendimi affetmeden sorguladım. Kuytuda gizli saklı bir şey kalsın istemedim. Sana geldiğimde aklımda tek bir soru olsun istemedim. Hesaplaşmam bittiğinde artık senin için doğru adam olmaya hazırdım.”
Doğru adam… Hep doğru adamdı o. Ve hep yanlış adam.
“Sana söz vermiştim. Hayallerini gerçekleştirecek, üniversiteye gidecek ve hayallerindeki aşkı bulmakta özgür olacaktın. O tünelde bunları senden almamış olmak için ne gerekiyorsa yapmayı ikimize de borçluydum.”
Hayallerdeki aşk… Hüzünle gülümsedi Mira. Aşkın kendisi bir hayaldi. O gülümseme, Emre’nin nefesini kesti. İnanmıyordu. Mira’nın aşka inancı yoktu.
“Sen yaptın Emre. Bunu ona sen yaptın.”
Pekâlâ. Pes etmeyecekti. Hayatının sonuna kadar da sürse onu aşka inandıracaktı.
“Aşkı bulmak için dört senen vardı Mira. Eğer yaşamında birisi olsaydı, dönüp giderdim. Ama artık buradayım.”
Sesindeki sertlik Mira’yı şaşırttı. Emre kızgın mıydı? Neye? Neden çatık kaşlarla bakıyordu kendisine?
“İstersen benden boşanabilirsin.”
Hayır! Hayır, hayır, hayır!
“Başka birisini bulmayı deneyebilirsin.”
Ne?
“Ama benim seni sevmeme engel olamazsın. Ben buradayım Mira ve hiçbir yere gitmeye niyetim yok.”
‘Çarp kalbim… Atmaya devam et. Nefes ol bana, yoksa şurada ölebilirim.’
“Sen hep bana ait oldun ve bunun üzerini hiç örtmedin. Benim de sana ait olmama izin ver. Çünkü seninim. Sadece sana aitim.”
O andan sonra Mira başını önüne eğip hiç kaldırmadı. Çayını içmedi. Emre’ye bakmadı. Gözyaşlarını gizleyebilmek için saçlarının öne düşmesine izin verdi. Bunları duymak için ruhunu verirdi çoğu insan. Ama soru işaretleri en güzel duyguları bile çöpe çevirirdi. Ve sözler, soru işaretlerini silip atamazdı.
Kollarıyla bedenini sardı. Ürkmüş bir çocuğun güvensizliğini açık ettiğini bilmedi. Ama Emre onun her sessiz çığlığını duydu.
“Tamam. Korkmanı istemiyorum. Sana zarar vermem. Seni zorlamam. Gitmemi istersen giderim de. Sadece bana bir şans ver Mira, itme beni. Kanıtlamam için bir şansım olması bile her şeye değer.”
Kızın hıçkırıklarla ağlamasını duyduğu an, uzanıp kendisine çekti onu. Kucağına alıp sımsıkı sarıldı. Bir yandan sırtını ve saçlarını okşadı, bir yandan da “Şşşt tamam. Üzülme. Kimsenin seni üzmesine izin vermem, kendimin bile.” diye fısıldadı kulağına.
Dakikalarca öyle oturdular. Çay soğudu. Semaver söndü. Mira burnunu Emre’nin göğsüne gömmekten, Emre onun saçlarına sevgisini örmekten vazgeçmedi.
Mira’nın kokusunu derin derin içine çekti adam. Yaşamak için gereksinim duyduğu her şey, şu an kollarının arasındaydı. Bakışları, rengi koyulaşan denizin üzerinde çığlıklar atarak uçan martılara takıldı bir an… ‘Ah Berna, ihtiyacının adını sevgi koydun diye, sevgimin adını sevgi koyma hakkımı kaybettim ben.’