Tünel Bölüm 54

Tünel Bölüm 54

Hafta başından itibaren Gamze’nin üzerine kara bulutlar çöreklendiğinde Mira her fırsatta onun derdini anlamak için uğraşıp durdu. Kız nuh diyor, peygember demiyordu. Ama gözaltları kararmış, yüzü çökmüştü.

Mira sorunun abisi ile ilgili olduğunu düşünerek aile işlerine çok da karışmak istememişti. Özellikle Tuna’yı soruyor olmamak için ismini bir kez olsun anmıyor, ama bu şekilde de Gamze’ye ulaşamıyordu.

Çarşamba günü patladı Gamze. Mira “Seval ile anlaşabiliyor musun?” diye sorduğunda. Önce boş boş Mira’ya baktı… Ardından gözlerinden boşalan yaşlar ve hıçkırıklarla arkadaşının omzuna kapandı.

“Ne oldu Gamzem? Lütfen anlat bana.”

Anlatıyordu aslında kız ama anlaşılmıyordu ki… Telefonda konuşmuş Seval annesiyle… Gamze duymuş onu mutfağın camından. Abisine nasıl söylermiş… Abisi bu işlere çok önem verirmiş.

“Ne duydun canım? Ne diyordu?”

“Tabii ki elletmedim anne, boşa mı diktirdik? İlk geceye kadar beklesin, dedi ya!”

Of.

Hadi ya!

Yükü omzundan bir kez attıktan sonra, yavaş yavaş duruldu Gamze. Burnunu çeke çeke, kurulaya ıslata sustu.

“Çok çirkin.”

“Evet Mira, çok çirkin. Yaptın, yapabilirsin, savun ama! Abimin de eli bugüne kadar armut toplamadı. Ne diye gizlemeye, onu kandırmaya çalışıyorsun?”

“Hepsi çirkin bence Gamze. Kadından bekâret beklenmesi, kadının bunu bir silah gibi kullanması… Erkekler düzeni böyle kurmuşlar ama kadınların aklını unutmuşlar. Keyifleri bilir. Herkes hak ettiğine kavuşuyor.”

Tuna evleneceği kızın namusunu bacaklarının arasında ararken, o kızın yanında Mira’yı gözleriyle yiyecek kadar namusluydu ancak. Dikilmiş zarıyla erdemli bakiresi de onu mutlu etmeye yetmeliydi.

Hadi, şu anda konu birebir Tuna ve Seval’i ilgilendiriyordu. Ya kendi akrabalarına ne demeliydi? Al işte, kandırılmışlardı onlar da. Onların aptallığına gülen Mira olmuştu. Yalandan bir evlilik, yalandan bir namus… Onlar da mutluydu.

Oysa namus insanın beynindeydi. Gel gör ki, beyni olmayana anlatılamıyordu.

“Abimle yemeğe gideceğiz bu akşam. Seni de almaya geldim.”

Eyvah!

“Yok yok, ben rahatsız etmeyeyim sizi. Abi kardeş keyif yapın.”

Işıl ışıl gülümseyen kızın gözleriyse farklı şeyler söylüyordu.

“Abim söyledi zaten akıllım, arkadaşını da al dedi. Gelecek birazdan bizi almaya.”

Of ya!

“Seval’in yanında sakin olabilecek misin?”

Omzunu silken kızın söylediği cümle ise en büyük kâbusu oldu.

“Akşamları dışarı bırakmıyor amcası onu. Seval olmayacak.”

Ve kapının zili çaldı.

O zil, o günden sonraki her akşam çaldı. Mira bir gün hasta oldu, bir gün uykulu. Bir gün evde olmamayı yeğledi, bir gün ise dayısını bahane etti.

Tuna kızın ne yaptığını elbette ki biliyordu. Ama bütün yollarını zevkle tıkıyordu. Bazen kandırıp, bazen Gamze’yi kullanıp ne yaptı etti, Mira’yı haftanın pek çok gününde görmeyi başardı.

Sonunda Mira çareyi Cihangir’de buldu.

“Senden bir şey rica edebilir miyim Cihangir?”

Koltuğunda geriye yaslanıp yumuşak gözlerle kıza bakan adam, “Elbette, gel bakalım,” diyerek çağırdı onu içeri. Sıkıntılıydı Mira. Her ne söyleyecekse, bunu söyleyecek olmaktan mutlu değildi. Ve Cihangir onu böyle görmeye hiç alışık değildi.

“İsteyeceğim şey çok da uygun bir şey değil yalnız.”

Yüzü mü kızarmıştı? Gülümsemesini saklamaya çalıştı adam.

“Biz arkadaşız Mira. Söyle bana istediğini rahatça.”

“Gamze’yi biliyorsun.” Gamze’yi biliyordu tabii. Mira’ya yapışık ikizi gibiydi.

“Onun abisi geldi.”

Devamını getiremedi bir türlü… Yüzü giderek kızardı. Geldiğine pişman olmuş gibi ofladı, pofladı. Sonunda, “Gamze’nin abisinden yakamı kurtaramıyorum Cihangir.” diye patladı.

Hop! İşte bu bir sorundu. Artık Cihangir de gülmüyordu.

“Utanıp sıkılmayı bırakıp bana şunu doğru dürüst anlat Mira.”

O da anlattı. Dinledikçe kızın insanlar hakkındaki gözlemlerine, onlarla başa çıkma biçimine hayran kaldı. Arkadaşını kırmaktan çekinmese bu kadar çözümsüz kalmayacağını, tavrını göstereceğini anladı. Ve başa çıkamadığı son noktada kendisine gelmesinden gurur duydu.

Kocası ne halt yemeye bu kızı yalnız bırakıyordu ki!

Mira söylememişti elbette. Nüfus cüzdanında görmüştü. O andan sonra da, Mira’ya karşı hissettiği duyguları en dibe kadar bastırmıştı. Aralarındaki on üç yaş fark Cihangir’i durdurmazdı ama bu durdururdu. Kocası ortalarda olmasa bile…

“Acaba, bu akşam yemeğe benimle birlikte katılman senin için bir sorun olur mu?”

Biraz üzerine gitmekten kendisini alamadı.

“Neyin olarak katılayım?”

Tanrım, şu yanakların güzelliğine bak. Elma oldu resmen!

“Sevgilin? Nişanlın? Sana âşık patronun?”

Gülümsemesini deli gibi bastırarak bütün ciddiyetiyle cevabı bekledi. Her an bayılabilirdi Mira ve o yanakları da daha fazla kızaramazdı. Bitmişti. Son noktaydı renk. Bayrak Kırmızı…

“Olduğundan başka bir şeyim olarak katılman hiç uygun olmaz. Hem ne diye numara yapalım ki? Ben sadece Gamze’yi kırmadan o adama bir mesaj vermek istiyorum. Bunun için oyunlar oynamamıza gerek yok. O yemeğe seninle gitmem, onunla bir şey düşünmediğimin en güzel ifadesi olur.”

Zeki ama saf… Erkekleri aslında hiç tanımadığını bundan daha güzel ifade edemezdi Mira.

Hayır cevabını kabul etmeyen erkekler vardı ve bu Tuna denen serseri bunun en güzel örneğiydi. Kabullenecek olsa, bugüne kadar Mira’nın gönülsüzlüğünü çoktan bir cevap olarak görüp giderdi. Oysa adam taarruz halinde kızı sıkıştırmaya devam etmişti. İstediğini alana kadar gitmezdi.

“Peki. Ama senden bir izni şimdiden almam gerek.”

Merakla bakan kıza, “Neyle karşılaşacağımı şimdiden biliyor gibiyim. Bu yüzden, senin sorunlarını çözmek adına, çok gerekirse, sana âşık gibi görünebilirim. Buna iznim var mı?”

Kızın çatılan kaşlarıyla kararsız tavrını görünce, “Benim görünüşüm seni bağlamaz Mira,” dedi. “Sen olduğun gibi olacaksın. Oyun oynamayacaksın. Neysen o’sun. Ben oynamakta özgürüm ama. Gerekli görürsem bırak bunu yapayım, yoksa beni de boşa götürmüş olursun.”

Yanlış geliyordu. Güzel değildi. Ya Cihangir ile ilişkileri zedelenirse? Bunun sonunun nereye çıkacağını bilmiyordu. Ama içinden ona güvenmek geliyordu.

“Seninle arkadaşlığım çok değerli Cihangir. Bizim zarar görmemize neden olmadığı sürece, gerekli görürsen… kararı sana bırakıyorum.”

Sadece Mira’nın tepkisini merak ettiği için bunu sormuştu Cihangir. Yoksa o adamı geri bastırmak için kendisinin de oyunlara ihtiyacı yoktu. Medeni görünebilirdi. Görünmeyebilirdi de. Karşısındakinin ne şekilde kaşındığına bakardı. Bir kadına sahip çıkmak, onu kollamak için sevgilisi ya da kocası olmak gerekir diye bir kural yoktu. Ona bir kadın değil, bir insan olarak bakan bir arkadaş da aynı kaygıyla hareket edebilirdi. Cihangir de Mira’nın arkadaşıydı.

“Tamam o zaman, kaçta, nerede.”

İşte böylece Cihangir ile gittiler restorana o akşam. Gamze şaşırdı, ama Tuna tam anlamıyla bozguna uğradı. Verilmeye çalışılan mesajı günlerdir biliyordu. Onların bilmediği, Tuna’nın Mira ile evlenmeyi çoktan aklına koyduğuydu.

Garsonun çektiği fotoğrafı Facebook’a Gamze koydu, Mira’yı da etiketledi. Kızlar tüm güzellikleriyle kameraya gülümserken, Cihangir özlemle Mira’ya, Tuna da nefretle Cihangir’e bakıyordu.

Berna fotoğrafı görür görmez Alper’i aradı. Tuna ile ilgili kaygılarını bir bir dile getirdi. Alper ise Cihangir’in bakışlarına takılmıştı. O, bu bakışları çok iyi bilirdi, yıllarca bastırmaya çalışmıştı. Uzun bir süre fotoğrafa baktıktan sonra, Berna ile Ece’yi almaya gitmeden önce yeniden Emre’nin kapısına dikildi.

“Özledin mi beni sevgilim?”

Gülsün mü, sevinsin mi? Emre Alper’i her gün özlüyordu. Ama çok uzun süredir bu kadar kısa bir aralıkta görüşmediklerinden şaşırmıştı.

“İki hafta yalnız kalınca dokunmaya mı başladı oğlum? Geri bas!”

Kahkahalar eşliğinde içeri girdi Alper. Kendini koltuğa atıp arkadaşına pis bir gülümseme gönderdi.

“Gay olduğun yolunda çok sağlam istihbarat aldım şekerim. Gel itiraf et, uğraştırma beni.”

Ah Lukas. Sittin sene bitmezdi şimdi bu muhabbet.

“Yarın İstanbul’a gitmiyor muydun sen?”

Eğlence buraya kadardı. Alper şu meseleyi bir an önce halletmek zorundaydı. Emre yanına otururken, o da telefonunda Mira’nın fotoğrafını açtı.

“Gidiyorum Emre. Ama gitmeden seni son bir kez uyarmaya geldim.” diyerek telefonu adama verdi.

Ekrana bakar bakmaz kaşları çatılan Emre’nin bir daha hiç sesi çıkmadı. Önce Mira’yı içti. Özlemle. Sonra yanındaki adamlar ilişti gözüne. Midesine bir yumruk indi. Tekrar Mira’ya baktı. Geç kalmış olmanın paniği, nefesini kıskanç bir âşık gibi kendisinden saklamış gibiydi.

Salih İlgin gibi değildi onlar. Kim olduklarını bilmiyordu ama hayatının ellerinin arasından kayıp gitmekte olduğunu hissettiren iki adamdı.

“Genç olanı 28 yaşında. Tuna Alsan. Arkadaşı Gamze’nin abisi. Mira ile tanıştığından bu yana nişanlı olduğunu unuttu. Sosyopat. Mira’yı istiyor, kızın ne istediği de umurunda olmayacak.”

Dehşet içerisinde elindeki telefona bakan adamı seyrederken, acımasız olmanın tam zamanı olduğunu düşündü Alper.

“Mira onunla belki başa çıkabilir. Ama diğer adam var ya Emre… O, Cihangir Avcı. 35 yaşında. Evet, doğru duydun. Senden bir yaş büyük. Mira’nın çalıştığı okulun sahibi. Bekâr. Zengin. Son derece düzgün.”

Telefona kilitlenmiş adamın suratına bir yumruk atma isteği giderek içindeki en baskın duygu olmaya başladı. Sesinde zehir gibi bir tonla son darbeyi indirdi.

“O adamın bakışlarını tanıdın mı Emre? O adam, ne kadar gerekirse bekler ve sonra bir anda gidip Mira’yı alır.”

Görmüştü. Emre de o bakışı görmüştü. Mira’yı kaybediyordu. Eğer bir şeyler yapmazsa, Mira’yı kesinlikle kaybedecekti.

Telefonu kapatıp Alper’e verdi. Yüzünde tek bir kas bile oynamıyordu. Nefesini düzenlemeye çalıştı. Kendi telefonundan bir numara çevirdi. Açılmasını bekledi.

“Lukas, İstanbul’daki firmanın teklifini kabul etmeye karar verdim. CaravE’yi hazırla. Motorları da koy içine. Hazır olunca yola çıkarsın.” Dinledi… Kapattı.

İnceden bir zafer çığlığı, Alper’in bütün hücrelerinde yankılandı. Olmuştu! Emre’nin duvarını yıkmayı sonunda başarmıştı! Yine de gülümsemesini serbest bırakmadan önce onun son cümlesini bekledi. “Uçuş numaranı ver de biletimi senin uçağa alayım.”